Bediüzaman’ın penceresinden ‘insan’

Dr. Selçuk ESKİÇUBUK

“İnsan küçük bir kâinat, kâinat ise küçük bir insandır.”

Bugün evrende yalnız dünya denilen yeryüzünde bildiğimiz canlılar yaşıyor. Dünya ise uçsuz bucaksız kâinatta, yalnızca bir nokta kadar yer tutuyor. Bugünkü tahminlerine göre dünyada 7 milyar 440 milyon insan yaşıyor. Türkiye’de ise nüfus 2016 itibariyle 79 milyon 814 bin 871 kişi. Kutuplardan ekvatora kadar her yerde, her kıtada her dilden, her dinden ve her renkten insanlar bulunuyor ve Dünyada 6 bin 500 dil konuşuluyor. Gelenler durmuyor,  gidenin de yerine yenileri geliyor. Dünya'yı varoluşundan bu yana 24 saate sığdırmaya çalışsak insanlar bu sürenin sadece 1 dakika 17 saniyesini doldurabilir. Ama o evrenin en önemli bir varlığı, bir meyvesidir.

Bir tarafta uçsuz bucaksız kâinat, bir tarafta insan, hayvan ve bitkiler gibi canlılar dünyası var. İnsan deyince aklımıza yüzlerce soru geliyor. Ancak düşünen bir insan, varoluşun anlamını sorgular. “Biz kimiz, nereden geliyor, nereye gidiyoruz? Dünyaya niye geldik? Bu dünyada nasıl yaşamalıyız?” gibi sorular sorar ve cevabını bulmaya çalışır. İnsanın öncelikli çabası kendini ve kainatı anlamak, varoluş gayesini gerçekleştirmek ve bu süreçte edilgen değil etken olabilmeyi başarmak olmalıdır.

Aklımıza gelen bir başka soru da, dünyamız dışında başka yıldızlarda, gezegenlerde de canlılar yaşayabilir mi? Ufolar gerçek mi? Ve daha başka onlarca sorular, sorular. Acaba bu soruların aklımızı ve kalbimizi ikna edici cevaplarını, kimlerden veya hangi eserlerden alabiliriz? Materyalizm kıskacına yakalanmış, evrimcilerle aklı ve kalbi karışık, zamanı dar çağımız insanını Kur’an hakikatlerine ulaştıran bir köprüyü nasıl kuracağız?

Dini açıdan baktığımızda ise Dünyada 2 milyar Hıristiyan, 1.6 milyar Müslüman, 37 milyon Yahudi, 2 milyar civarında da diğer dinlere mensup kişiler ve ateistler var. İnsanı anlamaya nereden başlamalıyız?  İşte insan bunları düşünürken aşağıdaki şu sözler onun dikkatini çekmez ve Bediüzzaman’ın insan hakkında söyledikleri başka şeyleri de merak etmez mi?

*Ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar.

Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u Kibriyâya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendi Hâlıkı ve Mâbudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar. (Mektubat, 20.Mektup)

İnsan hakkında bugüne kadar çok şey yazıldı ve söylendi. Ve söylenmeye de devam edecektir. Acaba insan olmak ne demektir? Kimisine göre o, düşünen bir varlık, kimisine göre felsefeler ve şiirler üreten bir varlıktır. Yoksa insan konuşan bir hayvan mı veya günahkâr bir hayvan mıdır? Bu tarifler alt alta yazılırsa uzayıp da gidiyor.

Herkes baktığı pencereden, insanı nasıl görüyorsa öyle tanımlıyor. MÖ 5. yüzyılda antik Yunan dünyasında ortaya çıkmış ve günümüze uzanan bir düşünce tarzı olan felsefe ile uğraşan felsefeciler onu kendine göre, evrimciler laboratuar deneyleri ve bulgularına göre değil önyargılarına göre anlatıyor, Dinler ise yaratılış penceresinden bakarak anlatıyor.

İlk insan Hz. Adem midir, nasıl yaratılmıştır, dünyaya nasıl gelmiştir ve Hz.İsa’yı annesi Meryem babasız nasıl doğurmuştur? Evrim mi yaratılış mı? Bu konularda Bediüzzaman neler söylüyor? İnsanlar hiç merak etmez mi?

İnsana verilen uzuv ve organlar, duygular, duyular ve akıl, ruh, kalb gibi latifeler niçin verilmiştir? O; aklını, fikrini, duyularını ve duygularını nasıl kullanmalıdır? Bu dünyada insan nasıl yaşamalı, nasıl davranmalıdır? Duygularına sınır koymalı mıdır? Ruh, akıl, vicdan, kalp ve benlik nedir? Akıl her şeyi çözebilir mi? İçindeki benlik duygusu niçin verilmiştir? İnsanın içinde sınırsız duygular, kuvvetler var mıdır? Onları eğitmeli midir? Kin, nefret, kıskançlık, öfke, saldırganlık ve düşmanlık duyguları kontrol altına alınabilir mi?  Bu konuda Risale-i Nurlarda neler yazılmış, hiç araştıran olmuş mu?

Meşguliyetlerin esir ettiği, çokluğun boğduğu, ayrıntının ayarttığı bir çağda yaşayan insan için, kendi kusurlarıyla meşgul olmak, günahına üzülmek, kalbi zandan, kinden korumak ve zihni boş şeylerden temizlemek nasıl mümkün olabilir?

Nefsin arzu ve isteklerine nasıl cevap verilmelidir?  Elem ve ızdırap çekmeden nasıl yaşanabilir? İnsan içindeki ölüm korkusundan nasıl kurtulur? Musibetler, hastalıklar ve belalar gelince nasıl davranılmalıdır? Aşk ve sevginin insan hayatındaki yeri nedir? İnsan iradesi ile her şeyi yapabilir mi? Yaptığı iyilik ve kötülüklerdeki payı ve sorumluluğu nedir? Kaderini kendisi mi çizer, yoksa kaderin mahkûmu mudur? Hayvanlardan, bitkilerden, meleklerden ve cinlerden farkı nedir?

Bu konuda yazılmış binlerce makale, yüzlerce kitap ve dergi varken Bediüzzaman’ın bu konulardaki görüşlerini hiç merak etmez mi? O, insanı anlatırken kendisine rehber alarak Kur’an’ı aldığını söylüyor, bu konuları asrımızın insanlarına nasıl anlatıyor, hiç ilgisini çekmez mi?

*Malûmdur ki, insan, hasbelkader çok yollara sülûk eder. Ve o yolda çok musibet ve düşmanlara rastgelir. Bazan kurtulursa da, bazan da boğulur. Ben de kader-i İlâhînin sevkiyle pek acip bir yola girmiştim. Ve pek çok belâlara ve düşmanlara tesadüf ettim. Fakat acz ve fakrımı vesile yaparak Rabbime iltica ettim. İnayet-i ezeliye, beni Kur’ân’a teslim edip, Kur’ân’ı bana muallim yaptı. (M.NURİYE)

*Nasılki elektriğin kıymetdar metaı, ne şarktan ne de garbdan celbedilmiş bir mal değildir. Belki yukarıda, cevv-i havada rahmet hazinesinden, semavat tarafından iniyor. Her yerin malıdır. Başka yerden aramağa lüzum yoktur." der. Öyle de manevî bir elektrik olan Resail-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir. (Şualar, I.Şua)

Bediüzzaman yalnızca Kur’an’ı kendine rehber almış ve insanın bir taraftan o mükemmel maddi yapısına dikkat çekip vücuttaki nizam ve intizamı görmeye davet ederken bir taraftan da onları nasıl kullanması gerektiği üzerine yani onun manasına bakmayı esas iş kabul etmiştir. Çünkü insan bu dünyaya böyle mükemmel vaziyette gönderilirken hangi görevleri yapmak üzere tasarlanmış bir varlık olduğunu düşünmek de gerekmez mi? O, başıboş bir varlık mıdır? Yoksa ebedi bir hayat için yaratılmış ve sınav edilmek için de bu dünyaya gönderilmiş bir varlık mıdır?

“Şiddetle alâkadar ve meftun olduğum vücudumu, belki mahlûkatın vücutlarını ademe gidiyor diye elîm endişe verirken, yine bu âyet-i hasbiyeye müracaat ettim. Dedi: “Mânâma dikkat et ve iman dürbünüyle bak.”

Ben de baktım ve iman gözüyle gördüm ki, bu zerrecik vücudum, her mü’minin vücudu gibi, hadsiz bir vücudun âyinesi ve nihayetsiz bir inbisatla hadsiz vücutları kazanmasına bir vesile ve kendinden daha kıymettar, bâki, müteaddit vücutları meyve veren bir kelime-i hikmet bulunduğunu ve mensubiyet cihetiyle bir an yaşaması, ebedî bir vücut kadar kıymettar olduğunu ilmelyakin ile bildim.

Çünkü, şuur-u imanla bu vücudum Vâcibü’l-Vücudun eseri ve san’atı ve cilvesi olduğunu anlamakla, vahşî evhamdan ve hadsiz firaklardan ve hadsiz mufarakat ve firakların elemlerinden kurtulup mevcudata, hususan zîhayatlara taallûk eden ef’âl ve esmâ-i İlâhiye adedince uhuvvet rabıtalarıyla münasebet peydâ eylediğim, bütün sevdiğim mevcudata, muvakkat bir firak içinde daimî bir visal var olduğunu bildim.” (Lemalar,26.Lema)

Evet Bediüzzaman’ın eseri olan Risale-i Nurlar’da satırlarda, satır aralarında cümlelerde, sayfalarda insan ile alakalı o kadar konular var ki hepsinin tek tek araştırılıp ayrı bir kitap halinde kamuoyuna sunulması gerekmez mi?

İnsandaki akıl, hafıza, hayal, öfke, nefret, düşmanlık, vicdan, ruh, hastalık-sağlık durumları, yeme içme ve cinsellik duyguları, sabır, merak nedir ve nasıl kullanılmalıdır? Ene(ben) duygusu nedir? Nefis nedir? Sevgi, aşk, şefkat, merhamet, kıskançlık, düşmanlık, kendini beğenmişlik duyguları nasıl kullanılmalıdır? İnsan niçin gıybet eder? Ümitsizlik, tarafgirlik, aç gözlülük, önyargılı olmak gibi olumsuz duygularla nasıl baş edilir? gibi yüzlerce başlık altında Bediüzzaman’ın Kur’an’dan aldığı ilhamla yazdıkları vardır.

“İnsan ve Evren”  birbiriyle iç içe girmiş iki büyük konu, bu konuda tıp camiası ve fen bilimlerindeki akademisyen Nur talebelerine önemli görevler düşmüyor mu. Sizce bu görevler bugüne kadar yeterince yapıldı mı? ” İnsan ve Evren” Bediüzzaman’ın penceresinden anlatılabildi mi?

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.