Betül Edip'in haberi:
E. Muhsin Özalp Miladi Takvim’e göre 13 Nisan 1909’da gerçekleşen ve meşrutiyet karşıtı bir ayaklanma olarak bilinen 31 Mart vakasının bir gününü anlatıyor. Yazar romanında belgelere sadık kalmış.
31 Mart Olayı, adeta farklı bir devrin başlangıcı olmuştu. Her zaman ‘hassas bir dönem’ olarak adlandırılan ve birçok sebepten ötürü, sübjektif bir yaklaşımla eleştirilen bu olay, bazen de sadece bir irtica hareketi gibi algılandı. E. Muhsin Özalp, belgelerin aslına sadık kalarak objektif bir yaklaşımla hazırladığı 31 Mart’ın Romanı’nda olayların ilk yirmi beş saatini ele alıyor. Romandaki olayların çelişik ifadeler içermesinin bizi ‘Bu olay bu şartlarda nasıl mümkün olabilir?’ sorusunda yönelteceğini ifade eden yazar, bu soruya bir cevap bulmamızı temenni ederken, iktidarda olan İttihad ve Terakki Cemiyeti yöneticilerinin bıraktıkları belgelere dair kötü bir haber de veriyor: “Bulacağımız cevaplar belgelerin neyi ne kadar gizlediğini; neyine kadar açtığını; isyanın perde arkasını ve kimlerin tezgâhı olduğunu anlatır. Hatta Osmanlı’nın Duraklama Devri’nde başlayıp halen sık sık tekrarlanan faciaların şifresini de verir.”
Ayaklanma haberi ilk olarak “Şeriat isteyen eratın bir kısmı Ayasofya Meydanı’na toplandı, diğerleri yolda. Dualarınızı bekler, eteğinizden öperim. Sadık kulunuz Baki Sadık” notlu telgrafla Yıldız Sarayı’nda yankı bulur. Padişah 2. Abdülhamid, bu yürüyüşün aslını başkâtibe sorunca, “Bu ismi daha önce duymadım” cevabını alır. Bir adamın hem yolda hem de meydanda olmasının mümkün olmayacağı düşüncesi olaya karşı ilk şaşkın tepkidir aslında. Devamında, eratın subaysız ayaklanamayacağı, olayın sadece huzursuzluk çıkarmak isteyen bir kişinin tezgâhı olacağı fikrine varılsa da padişah haberi yabana atmaz, başkâtibin birine danıştıktan sonra sonuç çıkarma önerisine karşılık “Asker yürümüşse konu anlaşılmaz mı?” diyerek olaya kendisi bir ad koyar ve “Ortalığı vâveylaya vermeden bekleyelim” kararına varır.
Nasihat tesir etmiyor
Romandaki seyre bakacak olursak, yazarın ifade ettiği gibi olaylar bir hayli çelişkiyi de bünyesinde taşır aslında. Bir yanda subaysız ayaklanan eratın şeriat isteği, diğer yandan akıllarda eylemin bir tuzak olabileceği düşüncesi, “İttihatçılar niçin isyan çıkartsın” sorusu kol geziniyordur. Harbiye Nezareti’nde, sarayda ve meydandaki hareketlilik tedirgin bir hal bırakır herkeste. Saray etrafında öten boruların ‘yürü’ emrinin bir neticesi olup olmadığı tartışılırken korkan küçük sultana padişahın cevabı hayli ironiktir; “Koltuk kavgası kızım. Eve dön, ben çalışacağım.”
Olayı takip eden saatlerde ayaklananların erat olduğu ve onların da şeriat istedikleri düşünülse de bir yandan iç savaşın yaklaştığı söylentileri paşaları da endişelendirir. İlerleyen saatlerde, ayaklanan eratın teklifleri meclise sunulur. Bunun yanında hocalar ayaklanmaya karşı nasihat etmekle görevlendirilir. Ayaklanma sonrasında alınan en büyük tedbirin hep nasihat mahiyetinde olması dikkat çekicidir. Hocalara söylenen “Nasihat edin”dir, padişahın bu olaylara karşı tavrının da yine nasihat etmeden yana olduğu görülür. Ancak nasihatle olayların yatışmadığı er geç anlaşılır.
Bu olayda şüphesiz Prens Sabahaddin, Mizancı Murat ve o sıralarda İstanbul’da bulunan dönemin siyasi, sosyal ve kültürel olaylarıyla ilgilenen alimi Bediüzzaman Said Nursi’nin tavırları da önemli. 31 Mart’la ilgili birçok kaynakta 31 Mart Olayı’na katıldığı iddia edilen Bediüzzaman’ın, romanda daha farklı yer alıyor. Önce isyanı nasihatle önlemek isteyen tarafta bulunan Bediüzzaman, sonrasında olayın boyutlarının farkına vararak, nasihatin tesirsiz olacağını anlıyor ve ortamdan uzaklaşarak, Bakırköy’e gidiyor.
Star