‘İnsan, bilmediğinin düşmanıdır’, derler. Bu anlamda insan algı veya eskilerin ifadesiyle telakkinin dostu ama hakikatin da düşmanıdır. Dolayısıyla bilgi düşmanlığı giderir ve cehalet ise düşmanlık celp eder. Bediüzzaman düşmanlığını da bu zaviyeden okuyabiliriz. Geçenlerde Sevan Nişanyan, Bediüzzaman’ı anlamadığını lakin muhalifliğini selamladığını söylüyordu. Muhtemelen tersinden de Rıza Zelyut’un tavrı öyledir. Kurulu düzene muvafık ve dost olmasından ve anlamadığı halde Bediüzzaman’ı da zıt kategoride görmesinden dolayı onu Bediüzzaman yerine Belaüzzaman olarak anmaktadır.
Şimdi Rıza Zelyut fenomenini biraz yakından tahlil etmemiz, açmamız ve onun üzerinden Bediüzzaman düşmanlığının nedenlerine, kalıplarına ve kaynaklarına ulaşmamız gerekir. Bazı yazarlar veya muhalifler Bediüzzaman’a Belaüzzaman diyorlar. Esasen bu tanımlama ve ifade bir dereceye kadar irrite edici ve ürkütücü gelse de esasında anlaşılabilir bir durum veya tasnif özelliği taşımaktadır. Böyle bakmalarının üç temel nedeni var. Bu nedenlerden birisi, def’ullah veya tedafüü ve bir başka ifade ile tasallut kanunudur. Bu kanunla birlikte, Cenab-ı Hak hayır ve şerri yarıştırır. Tasallut kanununa göre, Cenab-ı Hakkın görünür ve görünmez askerleri vardır ve birini yekdiğerine musallat eder. Dolayısıyla bunları birbirine musallat ederek dünyada ve hayır ve şer arasında dönüşüm üzerinden bir denge vücuda getirir ve böylece dünya dünya olarak yoluna devam eder. Bu hikmet kanunu olmasa dünya şüphesiz dünya olmaktan çıkar ya cennet ya da cehenneme dönüşürdü. Özelliğini kaybederdi. Dünya fesada uğrar ve yapısı bozulurdu. İşte Allah’ın görünür ve görünmez askerlerine salit veya salitullah denebilir.
*
Bu anlamda, Kur’an-ı Kerim’de de ifade edildiği gibi her Peygambere bir Nemrut veya bir Firavun musallat edilmiştir. Bu anlamda, Hazreti Musa’ya Firavun ve Hazreti İbrahim’e Nemrut musallat edilmiştir. Lakin bu tek taraflı bir tasallut değildir ve her Firavun’un bir Musa’sı vardır. ‘Likülli Firavn’un Musa’ denmiştir. Yahudilerin ifadesiyle de her Calut’un bir Davud’u vardır. Hatta Cenab-ı Hak Musa Aeyhisselam’ı Firavun’a kendi hanesinde musallat etmiş ve evlatlığı onun can düşmanı olmuştur. Nemrut’un din adamı ve keşisi Azer’in oğlu İbrahim de Nemrut’a can evinde musallat edilmiştir. Hazreti Peygamber’e (A.S.M.) de Ebu Leheb ve Ebu Cehil gibi kimi yakınları musallat edilmiştir. Dolayısıyla, bu anlamda deprem gibi uyarıcılara musibet dendiği gibi mübeşşir ve nezir olan peygamberlere de kimileri ‘bela’ diyebilir. Onların uyarıcı ve ikaz edici varislerine de bazıları mecazen ‘belaüzzaman’ diyebilir. Rıza Zelyut’un Bediüzzaman’a cündüllah yerine belaüzzaman demesi bu vazifesini akla getirmektedir. Esasen Rıza Zelyut’un Bediüzzaman düşmanlığının gerisinde birkaç temel neden var. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
-Taifiyye veya meşrep gözüyle bakmak ve meşrep taraftarlığı ve taassubu.
-Gerçeğe istinat etmeyen algı.
-Konjonktür.
Rıza Zelyut’un Bediüzzaman’a ters köşeden ve zaviyeden bakmasının temel nedenlerinden birisi meşrep zıtlığı veya Bediüzzaman’ı, meşrebinin ve dini taifesinin zıddı bir konuma yerleştirmesidir. Dolayısıyla bu bakış açısında meşrep kaygısı ve taraftarlığı başrol oynamaktadır. Halbuki, Bediüzzaman Alevilik meselesine yıkıcı ve ayırıcı değil, yapıcı ve bütünleştirici bir gözle batmaktadır. Belki burada Alevilere tek hoş gelmeyecek nokta Hazreti Muaviye ve genel olarak sahabelere saygılı bir dille hitap etmesidir. Onun dışında çizgisini Hazreti Hasan’a nispet etmekte ve onun bir devamı olarak görmektedir. Ehl-i Beyt atıfları ise malumdur. Öyleyse Rıza Zelyut meseleye Fransız kalmakta veya Fransızların prejedure dedikleri gibi peşin hükümle bakmaktadır. Peşin hükümden sıyrılarak bakarsa Bediüzzaman’ı sevecektir.
*
Rıza Zelyut’un bu bakış açısı hakikat değil algı yüklü ve onun ürünüdür. Onu hakikatiyle değil algısıyla tanımakta ve bu suretiyle de ondan nefret etmektedir. Dolayısıyla yanlış tanıdığı birisinden nefret etmektedir. Sözgelimi, Rıza Zelyut bazı yazılarında Abdulkadir Geylani’yi Alevi meşrep görürken tam tersine Can Yayınları arasında neşredilen ‘Ve Hidayete Erdim’ kitabının yazarı Muhammed Et-Ticani Es-semavi, Abdulkadir Geylani’yi sahte Ehl-i Beyt mensubu olarak nitelendirmektedir. Dolayısıyla Zelyut algısı nedeniyle Abdulkadir Geylani’yi sevmesine rağmen aynı nedenle de Bediüzzaman’dan nefret edebilmektedir. Bu bir çelişkidir. Esasen ikisi de bilgi üzerine kurulu ve hakikat yüklü değildir. Bu yanlış algı nedeniyle onu kendi zaviyesine karşı konumlandırmaktadır. İmam Şafii’nin dediği gibi, sevgi gözü bütün hataları örter, nefret gözü ise bütün kusurların aynasıdır. Sufiler sevgi ve nefretin insanı kör ve sağır ettiğini söylerler. Bazıları da buna heva der. Nefret sevginin bozulmuş ve kimyasının değişmiş halidir. Bazen sağlam dostluklar kavga ile başlar. Nefret gözü de peşin bir tavra neden olmakta ve gerçeklerin çarpıtılmasını beraberinde getirmektedir.
Bir diğer açıdan Rıza Zelyut’un Bediüzzaman düşmanlığı tamamen konjonktüreldir. Faraza Bediüzzaman asrımızda değil önceki asırlarda yaşamış olsaydı ya Rıza Zelyut Geylani gibi onu da sevecekti ya da en azından ilgilenmeyecekti. İdeoloji yüklü konjonktür dayatmasıyla Bediüzzaman’la menfi suretle ilgilenmiştir. Aksi takdirde, belaüzzaman gibi sıfatlar kullanmayacaktı. Konjonktürel olarak Kemalist bir çizgiye ve bakış açısına mensup olan Zelyut o çizginin dışında gördüğü herkese ve her şeye cephe almaktadır. Öyleyse, Bediüzzaman’a bakışı da bu illetle maluldur. Tamamen konjonktüreldir. Halbuki, Geylani günümüzde yaşamış olsaydı Bediüzzaman’dan farklı olmayacak ve Zelyut ona da muhabbet gözüyle değil belki nefret gözüyle bakarak ona da belaüzzaman diyecekti. Bu nedenle ideolojisine zıt gördükleriyle zıtlaşmaktadır. Dolayısıyla, Zelyut’un değerlendirmesi ilmi değil hissidir. Bu da normaldir. Lakin iddia ediyorum ki, Zelyut nasıl Abdulkadir Geylani’yi seviyorsa ve onu kendinden görüyorsa biraz kendini zorlasa Bediüzzaman’ın da ondan farklı olmadığını görecek ve asrımızdaki yansımalarından biri olduğunu fark edecek ve onunla da barışacak ve muhabbet gösterecektir.