Risale Haber-Haber Merkezi
BEDİÜZZAMAN’IN SON 60 GÜNÜ
Üstad’ın Emirdağ’dan Isparta’ya gidişi:
“Üstad sabaha karşı doğrulmuş, hastalığı yokmuş gibi giyinmiş, abdest alıp sabah namazını eda etmişti. Namazdan sonra Emirdağ’daki diğer talebelerini de çağırtmış, ayrı ayrı müteveccih olup iltifat etmiş, sonra tek tek kucaklayıp vedalaşmıştı. “Allaha ısmarladık kardeşlerim gidiyorum” demiş ve Isparta’ya gitmişti. Üstad bu ayrılışında sair zamanlar gibi değildi. Farklı bir hali vardı. Mahzun idi. Önceleri gibi ayrılırken hep; “Merak etmeyiniz kardeşlerim inşallah gene gelir görüşürüz” demiyordu. Gözleri yaşlı idi. Son ayrılığını hissettiriyordu sanki. Üstad Isparta’ya ikindiden sonra varmıştı. Çok hasta idi. Arabadan çıkmaya mecali yoktu. Talebeleri onu arabadan kucaklayarak çıkarttılar. Merdivenlerden çıkarken Üstadı sırtlarına almak isteyen talebelerine işaretle mani olmuş, Tahiri Mutlu ağabeyle Bayram Yüksel’in kollarına geçerek merdivenlerden çok zor yukarı çıkarmışlar ve yatağına yatırmışlardı. Üstad ateşler içerisinde kıvranıyordu. Çok bitabdı. Talebeleri başında nöbet tutmaya başlamışlardı.
“Zübeyir Gündüzalp; ‘Üstadımız vefatından 15-20 gün öncesinden, sudan başka gıda namına hiçbir şey almadı, yemedi. Ben yine her zamanki gibi çorbasını yapar, yemek saati olan iftarda götürür önüne kordum. Fakat Üstadımız Ramazanın başlarından itibaren sadece biraz su içer, “Kaldır!” derdi. Böylece vefatına kadar hiçbir şey yemedi. Üstadımız adeta bu son Ramazanında tasaffi ederek ruhanileşmiş, melekleşmişti’ demektedir.
“Bugün aynı zamanda Ramazanın 21. akşamı idi. Üstadın ateşi çok yükselmişti. Namazlarını -yalnız farzları- zor kılabiliyordu. Dalıp dalıp uyanmakta idi. Gece seher vakti saat iki, iki buçuk civarında idi. Yanında hizmetkâr talebelerinden Tahiri Mutlu, Zübeyir Gündüzalp, Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayram vardı. Nöbetleşerek Üstadlarının başında bekliyorlardı.
“Bayram Yüksel ağabey diyordu, ‘Üstadın başında bekleme nöbeti bana ve Zübeyir ağabeye gelmişti. Başında bekliyorduk. Zübeyir ağabey Üstadımızın kollarını, ben de ayaklarını oğuyorduk. Saat iki veya iki buçuk sıralarında Üstadımız bir ara birden diskinir gibi yaparak gözlerini açtı. Bana baktı ve ‘Gideceğiz!’ dedi.”
“Evet gideceğiz Üstadım! Nereye gideceğiz dedim.
“Urfa-Diyarbekir!” dedi.
“Az bir müddet sonra, tekrar: “Gideceğiz!” dedi. Nereye Üstadım? dedim.
“Urfa’ya gideceğiz!” dedi.
“Zübeyir ağabey: ‘Üstadımızın ateşi fazladır. İhtimal ki baygınlık halinde böyle söylüyor olabilir’ dedi.
“Fakat sonra baktık ki Üstadımız o emrini sık sık tekrarlıyor ve ‘Sabah olsun hemen Urfa’ya gideceğiz’ diyordu.
“Bu arda Tahiri ağabeyle Hüsnü kardeşimiz gelip nöbeti bizden devir aldılar. Biz ikimiz sahur yemeğini yemeye gittik. Üstad Hz. tekrar ve ısrarla Hüsnü kardeşimize; ‘Hazırlanın Urfa’ya gideceğiz’ demiş.
“Hüsnü kardeşimiz ‘Lastikler arızalı’ falan demişse de Üstad; ‘Başka bir araba da olabilir. İki yüz lira da olsa vereceğiz hatta cübbemi bile satar araba ücretini verip gideceğiz’ demiş.
“Hüsnü geldi durumu anlattı. Artık kararın kesin olduğunu anladık. Hemen arabayı hazırlamaya başladık. Arabanın hakikaten bazı lastikleri eski ve patlaktı. Fakat pazar günü o saatte lastik bulmak da mümkün değildi. İster istemez arabanın bakımını yapmaya koyulduk.
“Biz hepimiz arabanın hazırlığı ile uğraşırken Üstad Tahiri ağabeye birkaç defa; ‘Sen de git yardım et’ demiş, yanımıza göndermişti.
“Tahiri ağabey geldi; ‘Kardeşim! Üstad çok acele ediyor çabuk olun! Ben de yardım edeyim’ diyordu. (1)
Bayram Yüksel Ağabey anlatıyor:
"Hazret-i Üstad, 19 Mart 1960 Cumartesi günü, ikindi namazından sonra geldi. İkindiden evvel de bir polis gelmişti. 'Hoca Emirdağ'dan hareket etmiş' dedi. 'Gelmedi' dedik. Hakikaten bir saat sonra geldi. Eve gelmeden korna çalardı. Üstadın arabasının kornasını bilirdik. Korna çaldı. Tahirî Ağabey ile beraber hemen aşağıya indik. Kapıyı açtık, araba içeri girdi.
…
“Burada şunları da yazmak isterim:
"Bizler çok gafletteyiz. 1951'de Üstadımız bütün hususî kitaplarını Urfa'ya göndermişti. Mevlânâ Halit Hazretlerinden kendisine kalan cübbeyi de göndermişti. Köyümüzden Emirdağ'a Üstadı ziyarete gitmiştim. O sırada Eskişehir'den Astsubay Ahmet Özyazar ve Urfa'dan Vahdettin Gayberi, daha başkaları astsubaylar da vardı. Üstadımız, 'Tam tam, siz Eskişehir'de meşveret edin. Eğer münasip görürseniz, Bayram, benim Albay Reşat Beyde muhafaza olan hususî kitaplarımı, hem Mevlânâ Halit'ten kalan cübbeyi götürsün' demişti. 'Hem Bayram Urfa'da kalsın' demişti. Eskişehir'de meşveret ettiler. 'Trenle gönderelim. Bayram Eskişehir'de kalsın' dendi ve askere gidinceye kadar Eskişehir'de kaldık. Bazen Urfalılardın Üstadı ziyarete gelenlere, 'Ahir ömrümde Urfa'ya gideceğim. Ben Urfa'ya dua ediyorum. Urfa'nın taşı da, toprağı da mübarektir' derdi. Urfa'dan da kardeşler sık sık mektup yazıyorlardı. Üstadımızı Urfa'ya davet ediyorlardı. Üstad da, 'Geleceğim' derdi. Abdullah Ağabeyle Hüsnü Kardeşimiz o zamanlar, yani 1951-1957 arası Urfa dershanesinde kaldılar. Devamlı Üstadımızla muhabere ederlerdi.
"Bizlerin hiç hatırına gelmezdi ki; Üstadımız artık Urfa'ya gidecekler. Bizler Üstadımızın öleceğine hiç ihtimal vermiyorduk. Çünkü Üstadımızı çok seviyorduk. Annemizden, babamızdan görmediğimiz şefkat ve merhameti, terbiye ve nezaketi, ilmi, irfanı, şecaati, cesareti, ihlası, uhuvveti, kahramanlığı, tevazu ve mahviyeti hep onda görüyorduk. Acîb bir mahviyet. Üç dört sene evvelinden vasiyet etmeye başladı:
"Kardeşlerim, evlâtlarım, artık ben gideceğim. Cenab-ı Allah'tan biraz ömür istedim. Tâ ki, bu günleri göreyim, Risale-i Nurlar matbaalarda basılsın, ehl-i dünyanın nazarı bende, benimle meşgul olsun ki, Risale-i Nur Külliyatı matbaalarda tamamlansın.'
"Hakikaten mühim mecmualar tamamlanmıştı.
"Saat iki buçuk civarında, sık sık tekrarlamaya başladı, 'Sabah olsun hemen Urfa'ya gideceğiz' diyordu. Diyarbakır, bir sefer ağzından çıktı. Daima Urfa diyordu. Tahirî Ağabeyle Hüsnü kardeşimiz nöbete geldi. Biz Zübeyir Ağabeyle sahur yemeği yemeye gittik. Üstadımız yine, 'Urfa'ya gideceğiz hazırlanın' diyor, Hüsnü kardeşimize. Hüsnü de 'Lastikler arızalı' diyor. Üstad, 'Urfa'ya gideceğiz, başka araba da olabilir ve iki yüz elli lira olsa veririz. Hattâ cübbemi bile satabilirim' diyordu. Hüsnü geldi, hemen arabayı hazırlamaya başladık. Hakikaten lastikler patlaktı. O zaman yeni lastik bulmak zordu. O sırada Üstadımız, Tahirî Ağabeyi, 'Git, sen de yardım et' diye bir kaç sefer gönderdi. 'Kardeşim, ben de yardım edeyim, Üstad acele ediyor, çabuk olun' dedi.
"Arabayı hazırladık. Üstadımız da hazırlandı, Zübeyir Ağabey de akşamdan beri, 'Keşke Bayram da beraber gitse, bize çok yardım eder, yalnız başımıza çok zor oluyor' diyordu.
"Çünkü Üstadımız Ankara veya İstanbul'a giderken kimseyi götürmüyordu. Yalnız Zübeyir Ağabey ile Hüsnü kardeşimiz gidiyorlardı. Zübeyir Ağabey de, 'Nazar-ı dikkati fazla celbetmesin diye, Üstadımız yanında fazla kimseyi götürmüyor' demişti. Üstadım da hazırlandı, kapıdan çıkacağı zaman, 'Efendim Bayram da gidecek mi?' diye Zübeyir Ağabey Tahirî Ağabeye sordurdu. Üstadımız da, 'Gidecek' dedi. Zaten ben de hazırlanmıştım. Üstadımızı arabanın arkasına yatak koyarak yatırdık. Zübeyir Ağabeyle biz şoför mahalline oturduk. (2)
Aynı gün Hürriyet gazetesi “Gençlerle Nurcular dün kavga etti” haberini veriyordu:
“Hadise Nurculardan Abidin Kavurmacı’nın camide vaiz verirken alenen satışları yapılan Said-i Nursi’nin yazdığı Risale-i Nur Külliyatını okumak istemesi ve cemaati de bunları dinlemeğe davet etmesinden çıkmıştır. Kavga sırasında orada bulunan bir jandarma başçavuşu silahını çekerek hadisenin büyümesini önlemiştir.”
Kaynaklar:
1-Abdulkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, s: 2128
2-Necmettin Şahiner, Son Şahitler, 3.Cild s. 31