RisaleHaber-Haber Merkezi
Ağabeyler Anlatıyor kitaplarının yazarı Ömer Özcan, vefatının yıldönümünde Re’fet Barutçu’yu ve hatıralarını RisaleHaber okuyucuları ile paylaştı.
Re’fet Barutçu kimdir?
Bediüzzaman Hazretlerine sorduğu ilmi suallerle maruf ve mümtaz, saffı evvel Nur Talebesi Emekli Yüzbaşı Re’fet Barutçu, 1886 yılında İstanbul Beykoz’da dünyaya teşrif etmiştir… 1906 senesinde Harbiye’yi İstanbul’da bitirir ve “İşkodra”ya (Arnavutluk) teğmen olarak tayin edilir. Re’fet Bey, dilekçe vererek gönüllü olarak 1911’de başlayan yemen savaşlarına katılır ve savaşta İngilizlere esir düşer.
Esaretten döndükten sonra “İstanbul Merkez Komutanlığı” emrine yüzbaşı rütbesiyle atanan Re’fet Bey, Cumhuriyetin ilanından sonra da, zamanın hükümeti tarafından, yüzbaşı rütbesiyle 34 yaşında iken emekli edilir. Emekliliğinden sonra, Çankırı inhisar müdürlüğüne tayin edilen Re’fet Bey, Ankara’nın Başşehir yapılmasından sonra, mimar olan dayısı ile birlikte Türk Ocakları Binasının inşaatında çalışır.
Re’fet Bey, 1932 senesinde kalem reisi olan eniştesi ile Isparta’ya gelir ve Isparta eşrafından Hacı Mülâzım Efendinin kızı Kadriye Hanımla evlenir. Re’fet Bey, artık bir cihette Ispartalı olmuştur…
Evlendiği 1933 senesinde Bediüzzaman’ın Barla’da olduğunu duyar... Aslında Re’fet Bey, Bediüzzaman’ı İstanbul Harbiye’de okurken “Eski Said” olarak Beyazıd Camii’nde görmüş ve hayran kalmıştır. Fakat yanına yaklaşıp konuşamaz; onu bir türlü de unutamaz. Şimdi çok yakınında, Barla’da olduğunu duyunca heyecanla ziyaretine gitmeyi arzular ve hemen karar verir…
Bediüzzaman’ın sıkı takip altında olduğunu, görüşmenin riskli olduğunu söyledilerse de O, Kayınpederi Mülâzım Efendi ve Üvey oğlu Bedreddin’le beraber Üstad’ın ziyaretine eder ve bundan sonra hep gitmeye devam eder. Derken, Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1934 senesinde Barla’dan Isparta’ya Şükrü Efendinin şehir dışındaki bağ evine taşınır. Artık her gün “Hüsrev, Re’fet, Rüşdü” üçlüsü olarak “tesvid ve tebyiz” yani müsvedde ve temiz yazı için bu köşke Üstad’larının yanına gelmeye başlarlar. O senelerde Re’fet Ağabey “26.Lem’a İhtiyarlar Risalesi” gibi bazı Risalelerin ilk müsevvidi olmakla şereflenmiştir. Re’fet ağabeyin bir hususiyeti de ilmî sualleri ile çok meselelerin izah ve tashihine vesile olmasıdır. Hocaların “Dünya öküzle balık üstündedir” gibi suallerinin sahibidir.
Bediüzzaman’ın vefatından sonra, altmışlı yıllarda İstanbul Beşiktaş Vişnezâde Camiinde fahrî İmamlık yapan Re’fet Bey, ömrünün son senelerini, Ankara Cebeci Semtindeki oğlunun evinde geçirmiştir.
İşte bu senelerde tanıştığımız Re’fet ağabeyi, hemen her hafta sonu, kaldığımız dersane-i Nuriye’ye getirir, Üstad’la ilgili tatlı hatıralarını dinlerdik. (Re'fet Barutçu Ömer Özcan'a Kur'an öğretiyor-1969)
O da bizi hiç boş bırakmaz; ya Kur’an okutarak hatalarımızı düzeltir veya Risale okutur hayranlıkla dinlerdi. Bu beraberliğimiz dört sene devam etti… Aşağıda okunacak hatıraları bu yıllarda kaydettim. Ben de, ilk defa hatıra kaydetmeyi Re’fet ağabeyle bu şekilde başlamış oldum. Diyebilirim ki o vesile oldu bu “Ağabeyler Anlatıyor” çalışmalarımın ortaya çıkmasına.
2 Şubat 1975 tarihinde Ankara’da vefat eden Re’fet Ağabey 90 yaşına yaklaşmıştı. Ankara Karşıyaka Kabristanında medfundur. Allah şefaatine nâil eylesin. Âmin... (ÖMER ÖZCAN)
RE’FET BARUTÇU’NUN HATIRALARI
Şu tevazu’a bakın, bu tevazu’un azami mertebesidir
Bir arkadaşımla Barla’ya Üstad’ı ziyarete gitmiştik. Biraz oturduktan sonra bizim yayan geldiğimizi, yorulduğumuzu anladı. “Mademki siz benim için yoruldunuz buraya kadar geldiniz, ben de sizi Karacaahmetsultan’a kadar yolcu etme mecburiyetindeyim.” diye ısrar etmeye başladı. Düşünün ki Karaca Ahmet Sultan Barla-Eğridir arasında iki saatlik bir yol. Şu tevazu’a bakın bu tevazu’un azami mertebesidir. Çok ısrarla bu fikrinden vazgeçirebildik.
Te’lif anında Üstad kıbleye döner, diz çöker, o anda...
Üstad Risaleler yazılırken yanında Kur’andan başka kitap bulundurmazdı. Ama biz yanında devamlı kâğıt kalem bulundururduk. Te’life başlarken O, Risalenin nihayet hududunu gösterir, önce belirtirdi. Mesela “ 26. Lem’a 26 ricayı hâvidir” gibi. Te’lif anında kıbleye döner diz çöker, ben karşısında yazardım. O anda Ona sinek bile yaklaşmaz, biz gözümüzle sineklerin vızzz diye döndüğünü görürdük. Bir gün ihtiyarlar Risalesi 26. Lem’aya böyle başladık. Altıncı ricaya gelince “bugünlük tamam kardaşım” dedi. Birkaç hafta ara verdikten sonra kaldığı yeri bile sormadan gerisini tamamladık. Biz bundan anlıyorduk ki Risaleler ihtiyarla yazılmıyor, kalbe gelen Sünühat hâlinde aynen yazdırılıyordu.
Üstad’ın tevazu’u kalpleri fethediyordu
Isparta da bir bahçe içindeki köşkte tebyiz etmek üzere verdiği bir risalenin tashihi sırasında, iltifat olmak üzere, iki katlı evin alt katında masa başında Hüsrev Kardeşle yazı işleri ile meşgulken, odamızın kapısı açılmasıyla şu manzara ile karşılaştım:
Üstad Hazretleri üst katta kendi eliyle hazırladığı iki çay bardağını tepsi üzerine koymuş ve bize ikram etmek üzere geldiğini gördük. Derhal koştum elindeki tepsiyi almak istedim. Dedim “Üstadım biz size ikram edecekken aksi olarak siz bize lûtfediyorsunuz.” Dedim ve tepsiyi almak istedim. “Yoook! Mademki siz nurlara hizmet ediyorsunuz, ben de size ikram etmeğe mecburum” dedi. Ben elinden tepsiyi aldım ve odamızdan ayrıldık.
Üstadım kurtulur mu?
Üstad, Hüsrev ve Ben Pınarbaşına gezmeye çıkmıştık. Bir ara uzaktan birisi göründü, bize doğru geliyordu. Ben önüne geçip Üstad’ı rahatsız etmemesini söyledim. Fakat Üstad müsaade etti. Genç Üstad Hazretlerinin elini öperek “efendim, ben esrara müptelayım dua edin de bu kötü içkiden nefret edeyim” dedi.
O zaman Üstad: “Kardeşim sen farz namazını kılsan ben sana dua edeceğim” dedi ve delikanlı gitti. Ben fırsatı kaçırmadan sordum “Üstadım kurtulur mu acaba?” Bugünkü gibi hatırlıyorum kaşlarını çatarak “Beli!! Beli!!” (Evet! Evet!) Diye cevap verdi.
Hocalarla münakaşa etmeyiniz
Üstadımız her zaman “hocalarla münakaşa etmeyin” diye tembih eder dururdu. Fakat her nasılsa ben bir gün bir hocayla şöyle bir münakaşa etmiştim. O “Cenab-ı Hak hiçbir kâfiri ebedî cehennemde tutmaz, O’nun şefkati buna müsaade etmez” diye iddia ediyordu. Ben de “sarih âyet olduğunu, kâfirlerin ebedî cehennemde kalacaklarını” iddia ediyordum.
Neticede Hoca Efendiye sormaya karar verdik ve gidip meseleyi anlattık. O zaman Üstad, “bu kardeşimiz de onların ebedî cehennemde kalacaklarını biliyor ya, fakat şefkatinden öyle diyor” dedi ve meseleyi kapattı. Ben hayret ettim, zira Hocanın damarına hiç dokunmadan vaziyeti idare etti Üstad.
Üstad’ın namaz kılışı
Üstad hazretlerinin arkasında namaz kılmanın hazzı bambaşka idi. Tekbir almadan evvel “İlâhi Yâ Rabbi! İlâhi Yâ Rabbi! İlâhi Yâ Rabbi!..” sonra birden “Allah-u Ekber!!!” diye tekbir alır, ellerini sımsıkı bağlar birden sabitleşirdi. Tekbir alırken âdeta yer-gök inlerdi. Aman Yâ Rabbi! O ne huşû, o ne munis sadâ tarif edilmez. Ahh!! Onsuz bu dünya tatsız, Onsuz bu dünya çekilmiyor. (Re’fet ağabey Üstadı taklid ederek gösteriyordu Ö.Özcan)
Üstad temizliğe çok ehemmiyet verirdi
Üstad çamaşırları yıkandıktan sonra üzerinden bolca su akıtmadan giymezdi. Kirli-temiz çamaşırları ayırt edilemez, kirlenmeden üstünü değiştirirdi.
Hâkim, Üstada “Ne iş yaparsın ?” diye sorunca...
Eskişehir Mahkemesinde Hâkim teker teker herkese ne iş yaptıklarını soruyordu. Sıra Üstad’a geldiğinde ayağa kalkıp, şahadet parmağını uzatarak “İMANA HİZMET!” diye cevap verdi.
Kardeşler Hanım hâkim karşısına çıkmak istemeyince...
Denizli Mahkemesinde Hanım hâkim vardı, bazı takva kardeşler “biz karşısına çıkamayız...” gibi haller gösterdiler. Üstad onları derhal ikaz ederek “lüzumsuz taassup yapmayın” gibi ikazlarda bulundu.
Yazıda tembel soruda kuvvetli Re’fet
Yine bir gün Re’fet Abiye gülerek sordum. Abi, Üstad sizin için “yazıda tembel soruda kuvvetli Re’fet” demiş?” Re’fet Abi uzun uzun gülerek “Eee sormadan olmuyor ki, ah Üstad sağ olsaydı ben daha neler soracaktım” diye cevap verdi. (Ö.Özcan)