Risale Haber-Haber Merkezi
Yeni Şafak gazetesi yazarı Ali Murat Güven, Bediüzzaman Said Nursi ile ilgili film organizasyonu yapılmaması, muhafazakar kesimin sanata gerekli önemi göstermemesini eleştirdi.
Başından geçen bir olayı da aktaran Güven, daha sonra akamete uğrayan "Bediüzzaman Said Nursi 1'inci Ulusal Kısa Film Festivali" projesinin kendisini nasıl heyecanlandırdığını işte böyle yazdı:
Hem 'tarih yazma', hem de 'tarihe geçme' fırsatını kaçırdın yaşlı adam…
Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün 29 Kasım 2009 Pazar günü yayımlanan "G 18'de Bediüzzaman oturuyor" başlıklı yazısını okuduğumda kalbimin derinliklerinde hissettiğim ilk şey, (Özkök'ün o yazıda şahsıma yönelik bir atıfta bulunmasından böbürlenmiş olduğum hezeyanına kapılan kimilerinin aksine) yoğun bir "acı" oldu. Hürriyet'in kaptanı, kısa süre önce yaptığı bazı internet araştırmalarında Bediüzzaman Said Nursî'nin sinema sanatına yönelik ilgisini öğrenince çok şaşırdığını belirtiyor ve bu sıra dışı mâlûmatı edinmesine yol açan kaynaklar arasında benim de iki yıl önceki bir köşe yazım olduğunu vurguluyordu.
Normalde, "yeniçağ İslâmcıları" için Hürriyet'te, özellikle de Ertuğrul Özkök'ün köşesinde herhangi bir bahse konu olmak, (kendileri açıkça ifade edemeseler bile) içinde yüzdüğümüz şu kimlik buhranı sürecinde bayağı bayağı "rütbe kazanmak" anlamına geliyor. Böyle bir "şans"ı bir kez yakalayabilmek için çıldıran yığınla kadın ve erkek tanıyorum bizim mücahit ve mücahideler cephesinde…
Fakat, dediğim gibi, ben o gün fena hâlde üzüldüm. Üzülmek ne kelime, düpedüz kahrımdan çatladım. Bunun sebebi ise kesinlikle Özkök değildi; yalnızca yakın zamanda yaşamış olduğum son derece talihsiz bir olayı yeniden hatırlatmıştı bana o iyi niyetli pazar makalesi…
* * *
Yaklaşık dört ay kadar önce, ülkemizde "Nur hareketi" ile yakından ilişkili, hattâ bu konuda simgeye dönüşmüş olan bir "kurum"dan, hiç beklemediğim bir telefon aldım. Bana bundan daha fazla ayrıntı sormayın sakın, çünkü ötesini söyleyemem. Kendimden utandığımdan falan değil, anlatacaklarımı okuduğunuzda diğer tarafın utanacak olmasından dolayı çok fazla dağılıp dökülemem kamuoyu önünde…
Velhasıl, arayan kişi dost bir sesti. Bediüzzaman'ın görüşlerine kalben bağlı bir "Nurcu" olduğunu ve benim de sinema alanındaki çalışmalarımı yıllardır dikkatle takip ettiğini belirttikten sonra, "Sizinle bir araya gelip çok önemli bir projeyi istişare etmek istiyorum" dedi bu arkadaşımız…
Oldukça meraklandım ve hemen bir-iki gün sonrasında da verdiği randevuya icabet ettim. Bu devâsâ kurumsal yapı içinde önemli sayılabilecek bir pozisyonda bulunan muhatabım beni aynen telefondakine benzer bir dostluk duygusu içinde kucakladı ve karşılıklı oturup çaylarımızı yudumlarken aklından geçenleri içtenlikle anlatmaya başladı.
Bundan yaklaşık iki yıl önce, 26 Ocak 2007 tarihinde Yeni Şafak'ta yayımlanan "Bediüzzaman ile Sinemaya Gitmek" başlıklı makalem, dediğine göre, pek çok kesim gibi Nur cemaati içinde de ciddi bir yankı bulmuştu. Bu büyük İslâm bilgesinin hayatının hiç bilinmeyen bir cephesini, onun güzel olan her şey gibi "sanat"a da düşkünlüğünü vurgulamam hem bir Nur talebesi olarak yüreğine su serpmiş, hem de daha o tarihten itibaren kafasında muhteşem bir projenin biçimlenmesine vesile olmuştu.
Onun heyecanı giderek beni de sarmaya başladı ve konuya ilişkin yaptığım tahmini daha fazla sabredemeden, bodoslama biçimde ortaya savurdum:
"Yoksa, Bediüzzaman adına bir kısa film festivali falan mı düşünüyorsunuz?"
"Üstüne bastınız, ayağınızı kaldırın" dedi arkadaş gülerek, "Aylardır bu fikirle yatıp bu fikirle kalkıyorum. Önceleri Türkiye çapında başlayıp, bir kaç yıl içinde de dünyanın dört bir köşesinden katılımlara sahne olacak, alanında en saygın kişilerin jüri üyeliği yapacakları, finalistlerine cazip ödüller verecek, böylelikle de Türk sinemasına zaman içinde yepyeni yetenekler kazandıracak çok kaliteli bir kısa film ve belgesel yarışması… Siz de bu sanata yıllardır emek verdiğiniz, şimdiye kadar bir sürü yarışma düzenlediğiniz için, projemi ilk olarak sizinle paylaşmak istedim. Ne dersiniz, altından kalkabilir miyiz böyle bir işin?"
Size bütün içtenliğimle ifade ediyorum ki bu cümleleri duyduğumda saçımın tellerimden ayak tırnaklarıma kadar mutlulukla ürperdi bütün bedenim… Mütedeyyin kitlenin sinema sanatıyla barışması ve söz konusu alanda yetkin eserler ortaya koyması için ömrünü vermiş bir adam olarak, o ofis odasında duyduklarım ilk anda bana hayâl gibi gelmişti. Ancak, karşımda Nur Cemaati'nde yıllarını geçirmiş bir din kardeşim vardı ve o da ambleminde "Bediüzzaman" ve "sinema" sözcüklerinin bir arada yer alacağı böylesi bir organizasyonun Türkiye'deki İslâmî hareket için ne anlama geleceğinin en az benim kadar farkındaydı.
Tek kelimeyle çılgına dönmüştüm. Dayanamayıp yerimden kalktım ve fikrin sahibine coşkuyla sarıldım:
"Altından kalkmak ne kelime, böyle bir projeyi 2009'un en büyük kültür-sanat bombasına dönüştürürüz!"
Bu noktadan sonra bana düşen bazı önemli görevler vardı. Herhangi bir eksiği-gediği olmayan esaslı bir organizasyon planı hazırlamak ve bunun kesin maliyetini çıkartmak gibi… Sonraki bir kaç gün boyunca da başka hiç bir şeyle uğraşmayıp, evimde geniş kapsamlı bir sunum dosyası hazırladım.
Ertesi hafta, üzerinde "Bediüzzaman Said Nursi / Birinci Ulusal Kısa Film Yarışması" ibaresi bulunan kalınca bir fizibilite raporuyla birlikte bu idealist yoldaşın kapısını yeniden çalacaktım.
Götürdüğüm dosyayı sevinçle inceledi, sayfalarda ilerlerken kafasına takılan bir kaç ayrıntıyı sordu. Sonunda da yeterince tatmin olmuş bir yüz ifadesiyle, "Şimdi artık top bende Ali Murat bey" dedi, "Siz bu dosyayı hazırlarken, ben de konuyu üst makamlara öylesine bir açtım. Edindiğim ilk izlenim olumluydu. Fakat, benim bu hiyerarşik yapı içinde benden yukarıdakiler adına karar verme yetkim yok. Sizinle görüştüğüm ilk günden beri bu işin gerçekleşmesi için Yaradan'a her gün dua ediyorum. Böyle bir festival, Türkiye'de sinema-İslâm ilişkilerinde gerçek bir devrim olacaktır. Bu organizasyon üzerinden güzel işler başarıp, yepyeni bir sinemacı kuşağının doğuşuna vesile olacağız. Bunun sevabı size de yeter, bana da!"
Her ikimiz de bir "kültürel devrim"in eşiğinde olduğumuzu çok iyi biliyor ve bunun tatlı gerilimini yaşıyorduk. "Aynen öyle" dedim, "Ben, göreve hazır bir vaziyette beklemede olacağım. Siz yeter ki tepe yönetiminize bu müthiş projeyi kabul ettirin."
"Hiç merak etmeyin, ben büyüklerimizin vizyonuna inanıyorum" diye cevap verdi. Yeniden birbirimize sarıldık ve ayrıldık.
Sonraki bir kaç gün boyunca, gelişmelerin sonucunu beklerken resmen dokuz doğurdum. Ne işle uğraşırsam uğraşayım, aklım hep o taraftan gelecek haberdeydi.
Ertesi haftanın ortalarında cep telefonum çaldı. Arayan, mâlûm "kurum"daki gönüldaşımdı ve sesi ölmek üzere olan bir adamınki kadar dermansız geliyordu. "Çok üzgünüm dost" diyerek girdi söze, "Sunduğumuz projenin bu ülkede kültür ve sanat hayatı açısından ne kadar stratejik bir öneme sahip olduğunu ifade edebilmek için var gücümle uğraştım, tahmin edemeyeceğiniz kadar dil döktüm. Fakat, ne dediysem olmadı. 'Bizim böyle projelere ihtiyacımız yok' denildi ve konu toplantıda kısa sürede kapatıldı. Benim de söyleyebilecek daha fazla sözüm kalmadı. Vaktinizi aldığım ve bir sürü iş çıkarttığım için size karşı çok mahcubum. Hakkınızı helâl edin lütfen. Kısmet değilmiş!"
Konuşmanın sonlarında benim sesim de en az onunki kadar solgundu. Buna karşın, mabadı haddinden fazla kırbaç şaklaması görmüş eski bir hüzün kölesi olarak işi yine de pişkinliğe vurup "Canımız sağolsun be kardeşim" dedim, "Bunun böyle olacağını tahmin etmekle birlikte, sizdeki heyecan ve umuttan dolayı benim kalbimde de küçük bir umut kırıntısı belirmişti. Ancak, bizim kesimden bir halt olmayacağını yine de öngörmeliydim. Tıpkı sizin gibi ben de son günlerde çocukça bir heyecana kapılıp kendimi heder ettim."
Sonra da daha başka vesilelerle yeniden görüşmek üzere sözleştik ve telefonu kapattım.
Ben, bu câmiâda geçirdiğim çeyrek yüzyıl boyunca ağır yaralar almaya oldukça alışmış biriyim. Fakat, çok yara almış olmak, aldığınız her yaranın acısını ayrı ayrı hissetmenize engel olamıyor ne yazık ki… Özellikle de bu olay, ilk anda düşündüğümden çok daha derin bir hançer darbesine dönüşmüştü benim için. Aradan geçen dört ay boyunca konuyu her hatırladığımda "Alacağınız olsun" diyerek dişlerimi gıcırdatırken, Ertuğrul Özkök'ün yazısı zaten tam olarak geçmeyen bu yarayı bir kez daha kanatıp tuz biber olmuştu.
Alacağın olsun senin saygıdeğer yaşlı adam, alacağınız olsun sizin saygıdeğer yaşlılar konseyi…
Eminim ki kendi kalenize attığınız golün farkında bile değilsiniz; fakat benim –şimdiye kadar ilgisizlik ve desteksizlikten dolayı her biri elimde patlayan, mütedeyyin kesime adanmış onlarca güzelim projede olduğu gibi- yaşadığım bu hezimet sonrasında da hâlâ içim yanıyor. İnançlı gençliğe sanat alanında sunacağımız olağanüstü bir motivasyon platformunu ayaklarınızın altında ezerek, hem tarih yazma, hem de tarihe geçme fırsatını kaçırdınız.
Ahirette mutlaka sizlerin yakasında olacağım.
Not: "Bediüzzaman Said Nursi 1'inci Ulusal Kısa Film Festivali" projesinin toplam bütçesini mi soruyorsunuz? 20.000 TL, yani orta karar bir otomobilin fiyatından daha azdı. Bir başka deyişle de Efes Pilsen'in her yıl düzenlenen bir caz festivaline yaptığı sponsorluk katkısının ortalama kırkta biri… Ve ben de bu organizasyonun yürütücülüğünü tek kuruş bedel talep etmeden üstleniyordum.