Risale Haber’de “Bediüzzaman filminin yapılacağını” okumuştum. Minyeli Abdullah, Çizme gibi filmlerinin yapımcısı Mehmet Tanrısever bu işe soyunmuş. Mehmet Tanrısever’i biliyordum ama tanımıyordum. Ona nasıl ulaşacağımı düşündüm. Aklıma kadim dost, Risale Haber yazarı Hüseyin Yılmaz düştü. Hüseyin Bey’i aradım ve ona “sen Mehmet Tanrısever’i tanıyorsun. Bana bir randevu al” dedim. “Ne yapacaksın” dedi. Risale Haber için bir röportaj yapacağımı söyledim. “Olmaz” dedi. “Neden” diye sordum. “Sen deli, o deli kavga çıkarırsınız” dedi. “Nasıl deli? Deliliği benimkine benziyor mu” diye sordum. “Evet aynı senin gibi deli” dedi. Ben de “tamam randevu al dedim.” 15 dk sonra Hüseyin Bey bana geri döndü ve “yarın saat 9’da işyerinde bekliyor” dedi.
Ertesi gün saat 9’da Mehmet Tanrısever’in işyerindeydik. Orası fabrikalar bölgesi. Sanayi bölgelerini herkes bilir. Fabrikalar, toz dumanlar, ağır sanayi araçlarının gidip gelişinden bozulan yollar… Ancak biz fabrikadan içeriye giriş yaptık. O da ne? Dolmabahçe Sarayına girmişçesine bir halet-i ruhiyeye büründüm. Palmiye ağaçları, Afrika’dan getirtilen sazlık kamışlar, suni görüntülere sahip onlarca çeşit ve ismini bilmediğim ağaçlar. Biraz ilerde olimpik bir havuz, futbol, voleybol, basketbol sahaları, piknik alanları, yürüyüş parkurları, yapay şelaleler, yapay dereler ve üzerinde köprüler… Büyülenmiştim. Hüseyin Bey’e döndüm ve dedim ki ”burası gerçekten böyle bir yer mi, yoksa gözlerim mi yanılıyor?” Yanılmadığımı, doğru gördüğümü söyleyince ağzımdan gayr-ı ihtiyari “ne bu ya hu Karun mu? Yoksa cenneti dünyada yaşamaya çalışan Firavun mu?” sözleri döküldü. Benim bu sözlerime karşı Hüseyin Bey tepkisizdi. Çünkü o Mehmet Tanrısever’i çok eskiden bilirdi.
Sol tarafta büyük bir fabrika binası vardı. Karşısında da görüntüsüyle harika bir mimariye sahip 3-4 katlı idare binası. İdare binasından içeriye girdik. Bizi karşılayan Hanımefendiye Mehmet Bey’in misafirleri olduğumuzu söyledik ve bekleme alanına alındık. Orada su-i zanlarımı biraz daha geliştirdim. Çünkü bekleme salonlarını herkes bilir. Cumhurbaşkanlığı bekleme salonları bile iyi döşenmiş bir-iki takım koltuktan ibarettir. Ama burası öyle değildi. İhtişam çığlık çığlığa bağırıyordu. Antika masalar, antika koltuklar, deri takımlar ve onları süsleyen çok değerli aksesuarlar. “Hüseyin yanılmıyorsun bu Karun değil, değil mi?” diye sordum. Sadece tebessüm etti.
Dışarı çıkıp biraz dolaşalım, dedik. 10 dakika sonra fabrika giriş kapısından bir araç girdi. BMW diyeceğim ama aklınıza öyle lüks bir araç gelmesin. 98 model eski bir araç. Hüseyin Bey “geldi” dedi. Nerede diye etrafıma bakındım ama o arabanın olabileceğini düşünemedim. O lüksün ve ihtişamın sahibini gözümde çok farklı canlandırmıştım. Ama araçtan kılık-kıyafeti benimkinden çok farklı olmayan Mehmet Bey indi ve bize yaklaştı. Dost başa, düşman ayağa bakarmış ya. Ben zihnimde menfi canlandırdığımdan olsa gerek dizinden aşağıya bakıyordum. O da ne? Pantolonu yamalıydı. Allah hayra çıkarsın bir şeyler oluyor, diye geçirdim içimden. Hoşbeşten sonra birlikte ofisine çıktık. İhtişam devam ediyor.
Tanışma faslından sonra kahvaltı yapıp yapmadığımızı sordu. Hüseyin Bey yapmamıştı. Hüseyin Bey kahvaltı isteyince Mehmet Bey bana ”insan arkadaşını yalnız bırakır mı hiç. Senin de canın ister şimdi” dedi ve bana da kahvaltı söyledi. Biraz sonra konuya girdik. İlk olarak “sizin için deli diyorlar Mehmet Bey” dedim. “Evet deliyim” dedi. “Peki pantolonunuzdaki yırtık ne?” dedim. “Sana anlatırım ama yazma” dedi. (Bunları röportajda bulabilirsiniz.)
Konya’nın Bozkır’ından çocuk yaşında İstanbul’a gelip ağır işlerde çalışıyor Mehmet Tanrısever. Ama idealist ve azimli idealist diyorsam aklınıza ilahi bir dava gelmesin. Zengin olmayı ve zengin olduktan sonra sinemacılık yapmayı hedeflemiş. Zengin oluyor da. Kısa zamanda çok çabalıyor, bazı günler 20 saat çalıştığını söylüyor. Sonrasında merdiven altında küçük bir işyeri açıyor. Ve hayalinde şu var; evlendikten sonra annesi babası gibi bir aile olmak. Yani namaz kılmaya başlamak. Öyle de yapıyor. Evlendikten sonra namaza başlıyor ve kendini işine veriyor.
Abisinin de yardımıyla işini kısa zamanda iyi seviyelere yükselten Tanrısever artık sinemayı düşünmeye başlıyor.
Mehmet Tanrısever Feza Film imzasıyla Minyeli Abdullah filmiyle sinemaya ilk adımını atar. Başka filmleri de var Feza Filmin. Her filmin bir rolü varsa şimdi Mehmet Tanrısever ve Feza Film başrole hazırlanıyorlar. “Bediüzzaman filmi Feza filmin başrolü olacak” diyor Mehmet Tanrısever. İnce eleyip sık dokuyorlar. Mehmet Bey büyük bir ekip kurdu ve bu ekiple hummalı bir çalışma içerisinde. “Çok büyük olacak, en büyük olacak” diyor, “Ömer Muhtardan daha önemli olacak”, “mana olarak değil ama film olarak Çağrı’dan da büyük olacak” diyor. Kısacası çok büyük iddialarla Bediüzzaman filmine soyunmuş Tanrısever. “Ben bu filmin icazeti Bediüzzaman’dan aldım” diyor (bunu röportajda okuyacaksınız.). Bütçeyi soruyorum, çok önemli olmadığını, söylüyor.
Dedim ya Mehmet Tanrısever deli diye. Evet, ben de kararımı verdi. Mehmet Tanrısever deli, hem de zır deli, davasının delisi. İman ve Kur’an davasının. Ve keşke ben de o kadar deli olabilseydim. Sağlıkla ve mutlulukla kalın.