İlahiyatçı Dr. Sadık Tanrıkulu, Bediüzzaman ünvanına yapılan itirazlara verdiği cevabın 2. Bölümünü yayınlıyoruz:
Risale-i Nur’un diline bakın ki bizimkiler tenkit ederler. Araplar ise överler, yere göğe sığdıramazlar. Bediüzzaman’ın yazı dili de çok orijinaldir. Şöyle bir örnek vereyim; ben Sudan’dayken, yanımda kalan ve Uluslararası Afrika İslam Üniversitesinde okuyan Mahmud isminde bir kardeşimiz vardı. Şu an kendisi Nevşehir’de. Bir gün geldi. Kampa gitmişti onlar. Üniversite yazın talebeleri alıyor, başlarına birkaç hoca koyuyor. Yaz kampına götürüyor. Kamptan maksat, İmani-İslami faaliyetler, bu arada tefekkür. Gece tefekkürleri yaptırıyorlar. Araziye çıkartıyorlar, tefekkür ayetlerini okuyorlar.
DUR DUR DUR DUR! BU SÖZ SENİN OLAMAZ!
Başlarında da bir ziraat mühendisi varmış. Bir tarlada gezerken o “Rabbim şöyle yarattı, bunlar Allah’ın ayetleri” filan derken, Mahmud kardeşimiz, Üstad Bediüzzaman’dan –tabi, Arapça olarak- bir cümle okuyor; “Evet bir şeyden her şeyi yapmak ve herşeyi bir tek şey yapmak, her şeyin hâlıkına has bir iştir.” (Sözler, s. 61). Bunun üzerine Ziraat hocası birden “dur dur dur dur!” demiş. “Bu söz senin olamaz, bir daha söyle bakayım.” demiş. Mahmud kardeş tekrar söyleyince hocası, “bir dakika, bunu kim söylüyor yahu, bu nasıl bir cümle!” demiş.
Ben bunu Sudan’da defalarca yaşadım. Arapçamı geliştirmek için, Sudanlı, Suudi Arabistan’da 22 yıl hocalık yapmış, Arapçası üst düzey bir hocaya gittim. Arapçamı geliştirmek için kendisine bir süre kitap okudum. Okuduğum eser Risale-i Nur’un Arapça tercümesiydi. Onuncu Söz, Haşir Risalesini okuyordum. Bir gün kendisi kitaptan beni takip ederken “Allah Allah Allah! Dur dur dur, tekrar oku!” dedi. Üç defa o cümleyi okuttu ve gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. Bunun benzeri durumları o hoca ile birkaç defa yaşadım.
Bunun çok örnekleri var bizde. Hiç Said Nursi’yi bilmeyen, hiç Risale-i Nur’u bilmeyen insanlara biz Arap dünyasında bu metinleri okuduğumuzda, bu orijinallikleri görüyorlar.
SUDAN’DA RİSALE-İ NUR ARAŞTIRMA MERKEZİ AÇILDI
Sudan’ın en önde gelen, bir numaralı üniversitesi, Hartum Üniversitesinde İslam Felsefesi bölümünde doktora yapan bir hoca arkadaşımız vardı. Şimdi doçent. Halen kendisiyle irtibatımız devam ediyor; İsmet Mahmut. Kendisi o sırada “Farabi’de Mutluluk Felsefesi” konusunu doktora tezi olarak çalışıyordu. Tabii Üstad Bediüzzaman’ın ismini bir şekilde duyarak meraklanmış. Bir gün kurban bayramı arifesinde ailecek benim evime geldi. Sohbet ederken “Sadık” dedi, “Said Nursi’nin en önemli kitabı hangisidir?” Aslında en önemli diye bir şey yok, Bediüzzaman’ın tabiriyle; “Risalet-ün Nur'un kitabları birbirine tercih edilmez. Her birinin, kendi makamında riyaseti var.” (Kastamonu Lahikası, s. 10)
Ben hocaya bunu anlattım ama o hâlâ bana ‘en önemli kitabı nedir?’ diye soruyor. Ben bu ısrarının sebebini sorunca dedi ki, “Sadık, şu an bayram tatili birleştirildi, dokuz gün oldu. Ben Said Nursi’nin en önemli, en temel düşüncelerinin olduğu kitabını alıp onu bu dokuz günlük tatilde okumak istiyorum.” O zaman meseleyi anladım. Ben kendisine bizim tercümelerden evvel yapılmış olan Arapça Sözler kitabını verdim. Aldı gitti. Bayram sonrası geldi. Adam dokuz gün içinde 900 sayfalık kitabı okumuş.
“Sadık siz bu kitabın tercümesinde bir sıkıntı görüyor musunuz? Ben bunun tercümesinde sıkıntı görüyorum” dedi. Türkçesini bilmiyor, daha önce hiç dinlememiş.
“Niye” dedim.
“Çünkü bu Bediüzzaman’ın anlattığı konular, İmam Gazali’nin, Fahreddin-i Razi’nin, Muhyiddin-i Arabi’nin ve benzerlerinin anlattığı şeyler. Burada Kelam konuları var, İslam felsefesi konuları var, İslam tasavvufu konuları var. Bunlar bu şekilde anlatılmaz. Daha az, öz, veciz ve çok anlamlı cümleler olmalı” dedi.
“Doğru hocam, bizim de tespitimiz o” dedim. Biz de zaten ondan sonra oturduk, İstanbul’da bulunan Hayrat Vakfı adına bütün Risale-i Nur Külliyatını baştan sona Arapçaya yeniden tercüme ettik.
İsmet Mahmut hoca bu konuşmamızın cereyan ettiği 2003 senesinden bu yana Hartum Üniversitesinde çok yoğun bir Risale-i Nur faaliyeti yapıyor. Hartum Üniversitesi demek Sudan’ın beyni demek. Oranın siyasetçileri, ekonomistleri, bürokratları çoğunlukla ve yoğunlukla oradan çıkar. Sudan’ın en üst düzey devlet üniversitesidir. En zeki beyinleri alır orası. İsmet hoca orada Risale-i Nur Araştırma Merkezi açtı. Ve orada binlerce kişiye eserleri tanıttı. Paket programlar yapıp katılanlara sertifikalar verdi.
İSLAM TARİHİNDE SAİD NURSİ’DEN ÖNCE BEDİÜZZAMAN LAKABLI ŞAHISLAR
Benim İslam tarihinde bildiğim Bediüzzaman lakablı 3-4 kişi var. Bunlardan en meşhur olanı Bediüzzaman-ı Hemedani. Onun Makamat-ı Bediüzzaman isminde bir kitabı var. Makamat, Arap edebiyatında bir tarzdır. Ben de olanları söyleyeyim, Zemahşeri’nin Makamatı var, Suyuti’nin Makamatı var, Hariri’nin- ki en meşhurudur- Makamatı var. Makamat şiirsel nesir demek. Bir okuyorsun, düz yazı ama şiir gibi kafiyeli ifadelerle gidiyor, okurken Arapçanız iyiyse mest olarak, zevk alarak okuyorsunuz.
Not: Fakirin tesbit edebildiği altı Bediüzzaman var;
1- Bedîüzzaman-ı Hemedanî;
2- Bedîüzzaman Ebu'l İzz el Cezeri; Ünlü İslam mekanikçilerinden.
3-Bediüzzaman Ebu'l Kasım Hibetullah Hüseyin el Bağdadi; Felsefe, Matematik ve Astronomi dallarında zamanının eşsiziydi.
4-Meşhur Timurlenk'in oğlu Ömer Şeyh'in sülalesinden Hüseyin Baykara'nın oğlu Mirza Bediüzzaman.
5-İmam-ı Rabbani hazretleri zamanında yaşamış bir Mirza Bediüzzaman var ki, İmam iki mektubunu bu Bediüzzaman'a hitab ederek yazmış.
6-Geçen asırda İran'da yaşamış ve Hz. Mevlana ve eserleri ile ilgili çalışmaları ile tanınan edebiyatçı Bediüzzaman Firuzanfer (v. 1970). (Salih Okur)
HİÇ BİR ARAP “BEDİÜZZAMAN’A DA BU İSMİ NİYE VERDİNİZ, NE OLUYOR?!” DEMİYOR
Peki, kardeşim Bediüzzaman meselesi senin dediğin gibi bu kadar ağır itikadi bir problemse, bu Arap dünyası senin kadar Arapça bilmiyor mu? Senin kadar itikatları yok mu? Senin kadar itikadı savunma dertleri yok mu? Hiç bir Arap “Bediüzzaman’a da bu ismi niye verdiniz, ne oluyor?!” filan demiyor. Baş tacı ederek, Bediüzzaman’ı takdir ederek, severek, kitaplarına şerhler yazarak, nesilden nesile aktarıyor.
Demek ki neymiş? Bediüzzaman demek “zamanın orijinali” demekmiş. Bu anlamda Mimar Sinan da Bediüzzaman’dır. Batıya gidelim, Mozart da Bediüzzaman’dır, Picasso da Bediüzzaman’dır. Bunlar hep Bediüzzaman’dır. Hatta Oktay Sinanoğlu da Bediüzzaman’dır. Ama onlara bu lakap verilmemiş de bu zata verilmiş. Olabilir. Ona denk gelmiş. Kendi zamanının Bediüzzamanıdır o. Aynı İmam-ı Gazali’ye Hüccetül İslam denilmesi gibi, İmamul Haremeyn gibi, Muhyi’s sünne, Şeyhülislam, Kadıü’l kudat lakaplarını çeşitli zatlara verilmesi gibi.
“SAİD NURSİ ŞU ŞU AÇILARDAN FERİDDİR”
Günümüze gelelim. Son 35 senedir Üstad Bediüzzaman’ın kitapları Arap dünyasında çok yaygın. Benim, bu konuda Arap dünyasında 14 yıl bilfiil yaşayarak, görerek edindiğim uzun tecrübelerim var.
Merhum Yusuf Karadavi’nin Üstad Bediüzzaman hakkında -çok kısadır- yazdıklarını okudum. Merhum Ebul Hasan en Nedvi’nin yazdıklarını okudum. Suriyeli allame merhum Said Ramazan el Buti’nin Üstad hakkındaki yazıları çok fazla. O zaten Üstadı Arap dünyasına ilk tanıtan kişidir. Kendisi bununla iftihar ediyor; “Ben ilk defa Bediüzzaman’ı Arap dünyasına tanıtmakla bahtiyarım” diyor. O, üstad hakkında “ferid” kelimesini kullanıyor. Ferid ne demek? “Eşsiz, benzersiz” demek. O zaman “abi, Ferd Allah’ın ismidir. Ferid dedin, Said Nursi’yi ilahlaştırdın mı?” itirazı mı yapılacak? Böyle bir aptallığı kimseden bekleyemezsiniz! Said Ramazan el Buti benim kanaatime göre son dönemde İslam âleminde yaşayan en büyük beş âlimden birisi idi. Buti’nin Said Nursi yazılarının hepsini teker teker okudum. “Said Nursi şu şu açılardan feriddir” diyerek defalarca ferid nitelemesini sıralamaktadır. İfadeleri şöyledir:
“Bediüzzaman Said Nursi’ye olan ilgim 1961 yılına uzanmaktadır. Elime ilk defa Bediüzzaman’ın hayatını anlatan Türkçe bir kitap geçti. Bu kitap beni büyüledi. Kitapta kendi türünde ferid/benzersiz bir insanın hayatıyla birlikte yaşıyordum. Yetişme ve eğitiminde ferid/benzersizdi. Deha ve zekasında ferid/benzersizdi. Hakka davet ve onu savunmada nadir görülen, ferid/benzersiz bir cür’eti vardı. Çeşit çeşit işkencelere katlanmada, ağır zorluklara ve şiddetli yaşam şartlarına sabırda ferid/benzersizdi. Peş peşe gelen zalim, tâğûtî mahkemeler önünde hakkı ve kendisini savunma konusunda ferid/benzersizdi. Yine, çok geniş ilmin muhtelif riyazet, evrad ve ezkarla, kesintisiz bir murakabe ile iç içe geçtiği rabbânîlik, ibadet ve vicdâniyatta ferid/benzersiz bir insan.” (Şahsiyyâtun İstevkafetnî, Dımeşk, 2014, Dokuzuncu baskı, s. 183 vd.).
KÖTÜ NİYETLE RİSALELERİ OKUMAYA GİRERSEN HAK VE HAKİKATİ BULAMAZSIN
Çok çarpıcı başka bir misal vereyim. Prof. Dr. Cafer Sülemi. Faslı akademisyen. İstanbul’da uluslararası Bediüzzaman sempozyumunda konuşuyor. Diyor ki; “Ben Paris Sorbon Üniversitesinde doktora yapıyordum. Elime kocaman bir kitap geçti. İsmi el-Kelimat. (Arapça Sözler). Müellifi Bediüzzaman Said Nursi. İçimden şu geçti; “Bizim Şark toplumları çocuklarına böyle abartılı isimler verirler. Şemsüddin (Dinin güneşi), Alauddin (Dinin yücesi) Nureddin (Dinin nuru) gibi isimler verirler. Bu Said Nursi’ye de ana babası abartmış, Bediüzzaman demişler, diye düşündüm.
Sülemi, Rasale-i Nur kitaplarının isimlerini teker teker sayıp hepsini okuduğunu söylüyor. Peşinden ‘Hepsini okuduktan sonra şimdi huzurlarınızda diyorum ki o gerçekten bir Bediüzzaman’dı” diyor.
O zaman sonuç? Oturacaksın, Sözler, Lem’alar, Asa-yı Musa, Zülfikar vs. on dört tane eseri birer birer sayacaksın. Hepsini okuyacaksın demiyorum. Önce okuyacaksın demiyorum. Önce bir doğru oturacaksın. İsmet Özel diyor ki; “doğru oturalım, doğru konuşalım”. Hani bizde bir söz var ya; “eğri oturalım, doğru konuşalım. Öyle değil, doğru oturalım, doğru konuşalım. Önce bir pozisyonunu Müslümanca alacaksın. Müslümanca ne demek? Bir İslam âlimini okurken, iyi niyetle, Allah için, ihlasla, sıdkla ve hatta hüsnü zan ederek, samimi olarak anlamaya çalışarak okuyacaksın.
Ben şunu söylerim her zaman; oryantalistler var. Oryantalistler kimdir? İslam’ı bozmak için İslam’ı öğrenen Avrupa kâfirleri. Ben bunu net böyle söylüyorum. Akademik cümle kurmuyorum. Bunu zaten ıskaladığımız için biz Oryantalizmin ve oryantalistlerin bir sürü kazığını yedik ve hâlâ yemeye devam ediyoruz. Adam 40-50 yılını İslami ilimleri, Kur’an’ı anlamaya veriyor. Ömrü, en yüce kitabı, en kutsal hitabı, Allah’ın (cc) kitabını, Peygamberin (sav) hadislerini okumakla geçiyor. Ama sonunda Müslüman oluyor mu? Hayır, olmuyor. Niye? Çünkü en baştan niyeti bozuk. Baştan, anlamak ve dinlemek gibi bir niyeti yok, baştan amuda kalkarak bakıyor, baştan şaşı bakıyor zaten. Baştan, kara gözlükle, kirli gözlükle bakıyor.
Bu misal gibi, sen de “şaşkın ördek kıçtan dalar” misali, önyargı ile, kötü niyetle Risaleleri okumaya girersen, elbette buradan doğruyu, hak ve hakikati bulamazsın. Senin anlamaya niyetin yoksa sen anlamazsın zaten. Hem bu niyetle sen okuma zaten!
Tüm Ehl-i Sünnet ulemaya göre Kur’an-ı Kerim’den sonraki ilk ve en muteber, bir numaralı kitabımız Sahih-i Buhari’dir. Onun ilk Hadisi iman hadisi değil niyet hadisidir. Bunu şerh eden ulema İmam Buhari’nin imandan değil de niyetten başlamasının çok özel ve önemli bir anlamının olduğunu söylerler: İlim talebesi ilim yoluna başlamadan evvel, ilk olarak niyetini düzeltsin, bu yola sıdk ile, ihlasla girsin içindir. (Fethu’l-Bârî, ilgili yer.)
SAİD NURSİ DEDİĞİNİZ AN OTOMATİK REFLEKSLER BAŞLIYOR
Bizim ülkemizde şöyle bir refleks var; İmam Gazali’den bahis açın, sizi çok takdir ederler. İmam Raziden, Matürididen, İbn Rüşdden, İbn Sinadan vesaireden, bin bir ulemadan cümle kurun, fikir söyleyin, okuyun, yere göğe sığdırılamazsınız. Sadece dini sahadan değil diğer sahalardan da –mesela bin bir çeşit Avrupalı yazardan bahsedin- aynı şekilde takdir görürsünüz, entellektüel kabul edilirsiniz, yüceltilirsiniz. Bunun tek bir tane istisnası var; Said Nursi. Benim ülkem adına son derece üzücü bir durum. Bunu İslam’a mesafeli kesim için söylemiyorum, onlar zaten belli. Ama bizim dindar camiamızda Bediüzzaman dediğiniz an, Said Nursi dediğiniz an, onun kitaplarından birini söylediğiniz an, ortalık karışıyor, otomatik refleksler başlıyor, tüm alarmlar ötüyor, siz başka bir tasnife konuluyorsunuz, siz başka türlü yorumlanıyorsunuz, hatlar karışıyor. Objektiflik bitiyor, ilmilik bitiyor, tarafsızlık bitiyor, nesnellik bitiyor, tüm samimi okuma yöntemleri rafa kaldırılıyor.
Bir zamanlar bir ilahiyat fakültesinde bir hocaya; “Ya hocam, Said Nursi bir oryantalist olsaydı, şimdi bizim ilahiyat fakülteleri didik didik incelerdi” dedim. Bu nedir yahu! Kimi amuda kalkmış bakıyor, kimi şaşı bakıyor, kimi gözlerini tamamen kapatıyor, hiç görmek istemiyor. Hakikaten, İlahiyat fakültelerinde muhtelif Avrupa kafirlerinin fikirleri üzerine yapılmış –ki yapılması gayet normal ve gereklidir- makale, yüksek lisans, doktora ve doçentlik çalışmalarının haddi hesabı yoktur. Lakin Sıra Nursi’ye gelince, akademik bakış rafa kaldırılır, mesele tersine döner.
Bakın, Türkiye’de bir insan, ömrünü verse Gazali uzmanı olsa, Farabi uzmanı olsa, İbn-i Rüşt, İbn Haldun, Farabi, Muhyiddin ibn Arabi, Mevlana, Yunus Emre vb. hatta Sezai Karakoç, Fuat Sezgin, Necip Fazıl uzmanı olsa, en ufak bir sıkıntı yoktur. Hatta büyük takdir görür -ki öyle de olmalıdır-. Ama ben veya bir başkası Said Nursi’nin 14 ciltlik kitaplarını, adam akıllı, baştan sona okumuş olalım, hafızı olalım. Muhatabının size baktığında “Said Nursi uzmanı” olarak görmüyor. “Nurcu” (!) olarak görüyor. Not olarak belirtelim ki burada ‘nurcu’ olmak veya böyle tesmiye edilmek bir şereftir. Lakin biz bakış açısına dikkat çekiyoruz ki bu anlamda ‘nurcu’ olmak bir tahfif ve istihfaf anlamında tedavüle sokulmaktadır.
İSLAM TARİHİNDE BU İKİSİNİ YAN YANA GETİRİP BİRLİKTE YAPAN YOKTUR
Burada hatırıma Bediüzzaman’ın bir ferid yönü daha geldi. Onu da Arap uleması söylüyor. Diyorlar ki; “İslam tarihinde kitap yazan âlimimiz çok fazla. İslam tarihinde cemaat oluşturan zatlar da çokça var. Ama bu ikisini yan yana getirip birlikte yapan yoktur” diyorlar.
Burada aklıma gelen bir ferid yönünü daha söyleyeceğim. Üstad Bediüzzaman hazretleri elli yaşından seksen dört yaşına kadar geçen ömrünün tamamını hapiste veya sürgünde geçirdi. Ben söylemiyorum, Arap âlimlerinin yazılarından okudum. Diyorlar ki; “İslam tarihinde böyle ikinci bir adam yok. Elli yaşından sonra hem de aklın, beynin almayacağı şartlarda, ölsün diye yapılan çok ağır işler ve işkenceler var. Yirmi üç defa zehirlenme var. Tam otuz dört sene hapis ve sürgün hayatı var. Kendisi, 1948 yılında Afyon hapishanesinde, talebeleriyle birlikte imha planı ile işkenceye tabi tutulduklarını ifade eder. En son polis baskısı altında vefat ediyor. Bu yönüyle de tarihte feriddir, bedîdir” diyor.
Ulema diyor, ben demiyorum. Sudanda Arap Birliğine bağlı olarak faaliyet gösteren Uluslararası Terceme Enstitüsü vardı. Tercüme üzerine yüksek lisans ve doktora seviyesinde ders verip tez yazdıran bir enstitü. Burada ders veren bir dinler tarihi hocası vardı. Dr. Ömer Mes’ud. Enstitü müdürünün ifadesine göre Hoca âlim bir zat idi. Üstad Nursi’nin Tarihçe-i Hayatını okumuş, adeta çarpılmıştı. Kitabı okuduktan hemen sonra, sıcağı sıcağına beni aradı telefonla. ‘Bu zat şehiddir kardeşim. Polis baskısı altında son nefesini vermiş. Biz bu zatı niçin bugüne kadar tanıyamamışız?’ demişti. Şahsen hiçbir Risale-i Nur talebesinden duymadığım bu ‘şehit’ nitelemesini duyduğumda ben de irkilmiş, ürpermiştim. Bu hadisenin tamamen aynısını Tunus Nahda hareketi lideri Raşid el-Gannuşi’nin Sudan’da bulunan Muhammed isminde ilim ehli bir talebesi de ifade etmiş, ‘odamda kitabı okuyup bitirdiğimde hüngür hüngür ağladım’ demişti.
SAİD NURSİ VE NURCULUK HAKKINDA ARAP ULEMASININ SÖYLEDİKLERİ
Said Nursi ve nurculuk hareketi hakkında Arap ulemasının neler söylediklerini bundan 25 sene önce okudum, özetledim. 1999 senesinde A 4 kâğıdı olarak 500 sayfadan fazla bir metin çıkardım. Şimdi inşallah onları bir kitap olarak telif etmeyi planlıyorum. Muvaffakiyyet dualarınıza talibim.
Mesela müfessir ve fıkıhçı Vehbe Zuhayli (1932-2015). Onun Üstad hakkında pek çok beyanları bulunmakta. Uluslararası bir sempozyumda takdim ettiği bir makalesinde Üstad Nursi hakkında ‘emirul beyan fi tefsiril Kur’an’ der. Anlamı ‘Kur’an tefsirinde söz sultanı’ demektir.
Başka bir misal vereyim. İki yüz elli civarında muhtelif hacimlerde telif ve derleme eserin müellifi, tüm İslam aleminde bilinen, tanınan, Mısırlı mütefekkir, profesör Muhammed İmara (1931-2020) ile şahsen tanışırdım. Kahire Uluslararası Kitap Fuarında gelip bizi ziyaret etmişti. Biz kendisinin evine iki defa gittik, görüştük. Onun Bediüzzaman hazretleri hakkında peş peşe yayınladığı ikişer sayfadan oluşan 15 adet yazısı var. Daha sonra bunları el-İslamu vet-Tahaddiyyatul Muasıra isimli kitabı içerisinde neşretti. (Nahdatu Mısır yayınevi, Kahire, 2005.)
Muhammed İmara büyük mütefekkirdir, rahmetullahi aleyh. Bu satırları okuyacak olan Risale-i Nur talebelerinin bile çok şaşıracağı bir biçimde “Said Nursi bu asırda siyaset ilminin de müceddididir” diyor. Benim bu konuyu ayrıca bir video yapıp ayrıntılı anlatmam lazım. Bu konu, Üstadın siyaseti konusu, Türkiye İslamcıları tarafından anlaşıl/a/mamıştır. Bunu iddialı olarak, bilerek, akademik ve ilmi mantıkla söylüyorum.
Hasan el-Emrânî var. Faslı, Profesör. Dünya Müslüman Arap Edebiyatçıları Birliği (Râbıtatul Edebil Arabi) başkanıydı. Hasan el-Emrani merhumun uzun bir makalesini okudum. Kendisi Mevlana’nın Mesnevisi ile Bediüzzaman’ın Mesnevisini kıyaslıyor. Bu arada Hindistanlı edebiyatçı, düşünür Tagor’u ve ismini hatırlayamadığım Batılı bir düşünürü de mukayeseye dahil ediyor. Diyor ki; “Mesnevi tarzı ilk olarak Fars edebiyatında ortaya çıktı. İkişerli kafiyeli kıtalar halinde yazılır. Fakat Said Nursi’nin Mesnevisi hem anlamları yoğun, hem de düz yazı. Makamatlara benziyor, hem çok derin hikmet dolu. Kafiyeleri yakıştırma amacıyla anlamlarda bir kaydırma yok. Aynı zamanda ikişerli satırlar halinde gelmemiş, düz yazı olarak gelmiş. Bu, orijinal, bedi, benzersiz bir haldir. Bu, Bediüzzaman’ın asırlarca yaşamasına sebep olacak, harikulade bir güzellik, bir yeni Mesnevi tarzıdır. Bediüzzaman burada da orijinaldir” diyor.
Kuzey Iraklı, İslami edebiyatçı yazar Abidin Reşid, Bediüzzaman ile ilgili üç tane kitap yazmış. Bir kitabının girişinde uzun bir, önsöz yazmış. Diyor ki; “Aziz okuyucu, Said Nursi’yi ilk tanıdığımda bazı Türkler benim kafamı çok karıştırdılar. Onlar yüzünden Said Nursi’den beş sene uzak durdum. Ama daha sonra yirmi yıl boyunca Said Nursi’nin tüm kitaplarını Arapçasından, Türkçesinden ve Kürtçesinden üç dilde okudum. Sonra Türkiye’ye gittim. Said Nursi’nin mekânlarını gezdim. Talebeleri ile görüştüm. Ondan sonra bu kitabı yazdım.” Kitabı baştan sona adeta bir Said Nursi methiyesi. Girişte şöyle diyor: “Belki beni yadırgayabilirsiniz. Lütfen beni yanlış anlamayın. Ben bu kitapları okudum. Kitapların bende uyandırdığı, görüş, duygu ve fikirleri ben buraya yazdım” diyor.
İngiliz profesör Colin Turner var. Halen hayatta. Bu zat İngiltere’de bir vesile ile Müslüman olmuş. Daha sonra, Londra sokaklarında o zaman Sovyetlerin Afganistan’ı işgali ile ilgili yapılan bir protesto yürüyüşünde o da diğer göstericilerle birlikte La İlahe İllallah diye slogan atarken bir İngiliz kendisine La İlahe İllallah’ın manasını soruyor. O da kelime-i tevhidin kelime manasını söyleyince, muhatabı onu sormadığını, sormak istediğinin, tek bir zatın, bir tane olduğu halde bütün kâinata aynı anda nasıl tasarruf edebildiği olduğunu dile getiriyor. Colin Turner bu soruya cevap verememiş. Nihayet konuyu araştırırken Risale-i Nurlarla tanışmış. Yirmi yıldan fazla süren Risale mütalaalarının sonunda kocaman bir kitap yazmış, Türkçesi 876 sayfa. Adı; “Kur’an’ı Said Nursi İle Okumak.” Kendisinin Risale-i Nurla nasıl tanıştığını anlattığı ‘Bir İman İnkılabı: Risale-i Nur’ başlıklı makalesi bu konuda ilginç anekdotlar içermektedir. İnternette mevcuttur. Tavsiye edilir.
Sudan’da çok üst düzey, hükümet tarafından da desteklenen, Türkiye’deki Seta tarzı bir araştırma merkezi var. Oranın müdürü ile tanışırdık. “Sadık Hocam, bize gel de, Said Nursi’yi bir anlat” dediler. Ben de hazırlandım. Bediüzzaman’ın Düşünce Sistemi hakkında A4 ebadında 60-70 sayfalık bir çalışma hazırladım. Ve bir de “Kalu Ani’n Nursi” adında bir kitapçık derlemesi yaptım. Orada mevcut faal bir akademisyen hoca kitapçığı eline aldı, inceledi ve “seni anladım kardeş. Sen bu kitapçıkta Said Nursi ile ilgili Arap âlimleri neler demiş, onları toplamışsın. Bak kardeş (ammice, halk dilinde Şuf ya ahi”) dedi, “Ben kendim otururum, Said Nursi’nin bütün kitaplarını baştan sona dikkatle okurum. Eğer beğenirsem, bin kişi de aleyhinde konuşsa beni etkilemez. Ama okudum, beğenmezsem, bin kişi de lehinde konuşsa bu da beni etkilemez.” dedi. Olması gereken, takdir edilen, beklenen, imi ve objektif tavır budur.
En son 2023 yılı Aralık ayında İstanbul’da Arapça kitap fuarında satın aldığım kitaplardan birisi, Ezher Üniversitesi’nin düzenlediği ve dünyanın pek çok ülkesinden 55 Profesörün, iştirak ettiği uluslararası bir sempozyumun metinlerini içeren kitap. Toplamda, büyük boy 850 sayfa. İsmi; “Fikrü’l İmam Bediüzzaman Said Nursi ve Eseruhu Fi Vahdet-i Ümmet-i İslamiye”(İmam Bediüzzaman ve İslam Ümmetinin Birliğine Etkisi). Bu, onunla ilgili yirmi civarında ülkede icra edilmiş olan kırk civarında uluslararası sempozyumdan sadece bir tanesi. Bu çalışma, Ezher’in Bediüzzaman hazretlerinin fikir ve düşünceleri hakkındaki üçüncü sempozyumu.
Bu çalışmada olduğu gibi Üstad Bediuzzaman hakkında müspet görüşler beyan eden zevat sayamayacağım kadar çok. Peki değerli dostum! Şu 35 senedir Arap dünyasında hiçbir âlim kalkıp “arkadaş bu Bediüzzaman da ne demektir. Bir bid’at icad ettiniz” diyor mu? Tabii ki hayır. Şu anda sadece benim kütüphanemde Arap âlimleri tarafından Bediüzzaman ve eserleri ile alakalı yüz adet civarında eser var.
Yani bugün yaşayanlar olsun, vefat edenler olsun, ulema arasında Bedi ismi ile Bediüzzaman ismi ile problemi olan kimse yok. Çünkü oradan öyle bir problem çıkmaz. Ama benim güzel vatanımdaki bazı insanlar maalesef çelme takmak için, çamur atmak için, kişisel kaprisleri, belki bazıları kişisel travmaları, takıntıları için –artık her ne ise- “kırmızı kitap da kırmızı kitap!” diyorlar. İşin gerçeği bu kardeşlerim.
Devam edecek