Gelecekte Ruslar Bediüzzaman’ı kendilerinden kabul edecekler ve herkesten çok sahip çıkacaklardır.
‘Bediüzzaman'ın Kosturma’daki yaşanmışlıkları Siirt'ten, Van'dan az değildir’ diye başlayacaklardır.
Bir gün, Petersburg’ta Said'in romanı yazılacaktır mesela...
Ya da Tiflis'in Said Nursi’nin hayatındaki öneminin Bitlis'ten az olmadığı anlatılacaktır.
Selanik’teki ateşli konuşmasını bilen bir Selanikli tarafından Üstad tekrardan yaşatılacaktır. Oradaki yazıları, görüşmeleri, dostları O’nu kendilerinden kabul eden birileri tarafından tekrar destanlaştırılacaktır.
Herkesin sustuğu bir zamanda işgaline karşı canı pahasına çalıştığı, fethinin yıldönümünde gözü yaşlı olarak törenlerini izlediği İstanbul’u Yuşa tepesinden tekrar seslenecektir, bütün Said’lere...
Eskişehir, Almanya, doğu Avrupa, Varşova, Sofya, Kastamonu Bediüzzaman'ı tekrar sahiplenecek ve kendi mekanlarında Tarihçe-i Hayatını yeniden yazacaklardır.
“İlk meyve verdiği yer değil midir insanın memleketi?” diyecek Burdur ve tekrar bir Said anlatacaktır.
Konya; iki kardeşini, asırlar öncesinden Celaleddin'i ve Abdülmecid’i sakladığı için hem şehri değil midir? Adına bir mezar taşını saklamaktadır.
Isparta kahramanlarından biri de Said değil midir? Aslen Ispartalı olmasındır?
Denizli, en sevdikleri hatta uğruna ölenleri barındıran, yerine geçenlerin memleketi değil midir?
En çok Barla’yı özlemiştir... Ağacını, suyunu, denizini, gözyaşlarıyla suladığı tepebaşını...
Urfa’da ölmeyi istemiştir, yıkılmış bir mezarı ki... Urfa’dır.
Büyük inkılap başlarında misafir ettikleri Üstad’larını kendilerinden sayıp en kara haleti ruhiyede bir teselli bulmuştur, Ankara’da bir Said Nursi’dir.
Bediüzzaman Said Nursi de, Veysel Karani, Yunus Emre ve peder-i manevisi İmamı Ali gibi, mezarı dahi belli olmadığından her yerde her gönülde misafirdir, gömülüdür; herkes sahip çıkabilir. Her yer kendinden bilebilir.
Kısacası Bediüzzaman'ı Bitlis'li Said Nursi olarak görürseniz çok yanılırsınız.