Risale Haber-Haber Merkezi
Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Musa K. Yılmaz’ın “Bediüzzaman’a göre milliyet fikri” yazısı
Kur’an’ın Hucurat Suresine baktığımız 10. ayette müminlerin kardeşliğine vurgu yapıldığını görüyoruz. Bu ayette yer alan “müminler sadece kardeştir” ifadesi, müminlerin kardeşliği dışındaki her türlü ihtimali kaldırmaktadır. Yani müminler birbirilerine düşman ve hasım olamazlar, birbirlerine küs duramazlar, kavga edemezler v.s. Ayrıca bu kardeşliğin tek çimentosunun da iman olduğu anlaşılmaktadır. Yani iman çözülmeden kardeşlik çözülmez.(1) Eğer müminler arasında bir kavga sürdürülüyorsa imanda bir çözülme var demektir.
Diğer taraftan aynı surenin 13. ayetine baktığımız zaman milliyet fikrinin ve ırkçılığa varan milliyetçiliğin mucizevî bir üslupla yasaklandığını görüyoruz. Allah şöyle buyuruyor: “Ey insanlık Ailesi, Elbet sizi bir erkekle bir dişiden yaratan biziz; derken sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki, tanışabilesiniz. Elbet Allah katında en üstününüz, O’na karşı sorumluluk bilinci en güçlü olanınızdır; şüphe yok ki, Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.”(2)
Hucurat Suresinin 10. ayetinde imanda kardeşlik vurgusu yapılmış burada ise, bütün insanların doğuştan eşit oldukları, kimsenin imtiyazlı ya da herhangi bir haktan ve meziyetten mahrum olarak yaratılmadığı ifade edilmiştir. Kur’an bu ayetle, toplumsal hayatta insan için çok önemli olan noktalara dikkat çekiyor:
a) Her şeyden önce insanlar arasında var olan farklılıklar bir tahakküm etme, üstünlük sağlama ya da egemenlik kurma vasıtası değil, bir tanışma ve dayanışma vasıtası olmalıdır.
b) Hiçbir insan doğuştan imtiyazlı ya da doğuştan eksik değildir.
c) Bir insanın A ırkından ya da B ırkından olması kendi elinde değildir. Dolayısıyla insanın kendi seçmediği şeylerle övünmesi mantıklı olmadığı gibi, bu sebeple kınanması ya da hor görülmesi de insanca değildir.
d) Bir insanın kadın ya da erkek olması önemli bir imtiyaz olmadığı gibi, A milletinden ya da B milletinden olması da önemli değildir.
e) İnsanın asıl üstünlüğü, asıl büyüklüğü ve asıl şerefi, yaratıcısına karşı duyduğu sorumlulukla doğru orantılıdır. Kim ne kadar kendisini Allah’a karşı sorumlu hissediyor ve gereğini yapıyorsa üstünlük ve şereften en büyük payı o alıyor.
f) Bir insan kendi ırkını ve ırkdaşlarını sevebilir; ancak bu sevgi başka ırklardan olanlara karşı bir nefrete dönüşmemelidir.
Bediüzzaman Hucurat Suresinin 13. ayetini tefsir ederken, “Şu ayet-i kerimenin ifade ettiği yüksek hakikat hayat-i ictimaiyeye ait olduğu için, hayat-i ictimaiyeden çekilmek isteyen Yeni Said lisanıyla değil, belki İslamın hayat-i ictmaiyesiyle alakadar olan Eski Said lisanıyla, Kur’an-i Azimü’ş-Şana bir hizmet maksadıyla ve haksız hücumlara bir siper teşkil etmek fikriyle yazmaya mecbur oldum”(3) diyerek Hucurat Suresi 13. ayetinin, tüm insanlığın ve özellikle Müslümanların toplumsal hayatına baktığını ve Müslümanları bir araya getirmenin temel şartlarına işaret ettiğini ifade ediyor. Ona göre Kur’an’a ait olan her şey çok değerlidir. İnsanların bir kadınla bir erkekten yaratıldıklarını, sonra kavim ve kabilelere ayrıldığını gösteren bu ayetin, İslam birliğinin şartlarını ifade etmesi bakımından yüksek bir hakikat ihtiva etmektedir.
Bediüzzaman ayette geçen “Tearüf” (tanışma) kelimesinin ifade ettiği mana üzerinde durarak “ayet-i kerimenin ifade ettiği tearüf ve teavün düsturunun beyanı için” özetle şöyle diyor:
“Bilindiği gibi bir ordu tugaylara, tugaylar alaylara, alaylar taburlara, taburlar bölüklere, bölükler takımlara ayrılıyor. Bunun amacı, askerlerin değişik yönlerini ve yeteneklerini ortaya koymak ve o yeteneklere göre görev dağılımını yapmaktır. Böylece o ordunun fertleri yardımlaşma prensibiyle gerçek bir görev yerine getirmiş olacaklar ve toplumun sosyal hayatı düşmanın saldırısından korunmuş olacak. Hiç şüphesiz ordunun muhtelif kısımlara ayrılmasından maksat, tugay ve taburların birbirilerine karşı husumet beslemeleri ve kavga etmeleri değildir. Tıpkı bunun gibi, İslam toplumu da kabile, kavim ve gruplara ayrılmış büyük bir ordu hükmündedir. Fakat bu toplumun çok sayıda birliğini gerektiren yönler vardır. Her şeyden önce Yaratıcıları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir… Bu kadar birlikler elbette ki kardeşliği, muhabbeti ve birliği gerektiriyor. Anlaşılıyor ki, kabile ve gruplara bölünmüş olmak, şu ayetin ifade ettiği gibi, tanışmak, yardımlaşmak ve dayanışmak içindir, birbirini inkâr etmek ya da birbirileriyle kavga etmek için değildir.”(4)
Kur’an’ın ifade ettiği milliyet fikri hakkındaki görüşlerini bir paragrafta izah eden Bediüzzaman, özellikle zalim Avrupa yöneticilerinin tahrikiyle gelişme gösteren günümüz milliyetçilik hareketlerine dikkat çekerek şöyle diyor: “Milliyet fikri bu asırda çok ileri gitmiş, özellikle de dessas Avrupa zalimleri, parçalayıp yutsunlar diye bu fikri Müslümanlar içinde menfi bir şekilde uyandırıyorlar.”(5)
Bediüzzaman’a göre milliyet fikri içinde nefsanî bir zevk, gafletkarane bir lezzet ve uğursuzca bir güç vardır. Onun için bu zamanda sosyal hayatın içinde olanları bu zevkten vazgeçirmek mümkün görünmediği için onlara “milliyetçilik yapmayınız”” denilmez. Yani insanlar, başkalarını inkâr etmeyen müspet milliyetçilik yapabilirler. Fakat insanları, başkalarını inkar eden ve onları yutmakla beslenen menfi milliyetten alıkoymak gerekir.
DİPNOTLAR:
1-Hayat Kitabı Kur’an (M. İslamoğlu), Hucurat, 49/10.
2-Hucurat, 49/13.
3-Mektubat, s. 364, Zehra yayıncılık, İst., 1998.
4-a.g. e., a .y.
5-a.g.e., s. 365.