Tillo Bediüzzaman’ın ilk gençlik yıllarının mekanlarından biri diyelim. Çünkü Bediüzzaman’ın hayatında yaş meselesi klasik insanın yaştan yıllardan anladığından çok farklı. Onun henüz 15-16 yaşlarında iken medrese ulumunu gözden geçirip ayıklaması yaşla, zeka ve zihinle anlaşılacak bir şey değil. Yüzyılların birikimi olan medresenin ilminin çağın eğitim telakkisiyle uyumsuzluğunu görüp o kitapları gözden geçirip değer taraflarını hafızasına alması ancak Allah’ın ona bahşettiği fevkalade, adet üstü bir hafıza, zeka, yorum ve muhakeme gücüdür. İşte Tillo geleceğin fikir, felsefe, bilim ve din sahasında kelimelerden ve kitaplardan oluşan kılıçları ile savaşan bu büyük cengaverin hayatında bir ihzariye, bir idadiye mesabesindedir.
Tillo bir yönü ile Urfa’ya benziyor. Orada dolaşırken uhrevi bir aleme bir süreliğine gitmiş gibi hava var. Fantastik binaları, özellikle sayısız evliyaların tavattun ettiği berzahi mekanları Türkiye’deki İslam romantizminin ana kaynaklarının birini bize gösteriyor. Büyük evliyanın mezarları etrafında şeyhinin etrafında halkalanmış müridan gibi sırtını ebediyete yaslamış dünyevi, uhrevi alud seyirler var buralarda.
Allah bu küçük beldelerin düşünceyi geliştiren uzlet ve sükunetinde Gavs-ı Azam İsmail Fakirullah gibi ve onların dünyevi, uhrevi uyum içindeki öğretilerini birleştirmiş, buradan Osmanlı ülkesine, İslam dünyasına, bütün dünyaya bir büyük pencere açmışlar. İbrahim Hakkı Hazretleri o pencereden hem seyredilmiş hem de seyretmiş. Bütün alemleri cetvelle dolaşarak ölçmüş, mülahazatını yazmış. Dünyayı gözlemlerle, rasathanelerle yapılamayan şeyleri semavi rasathanelerle, rüzgarın asansörleriyle müşahade etmiş. Bütün ulema, laboratuvar ve rasathane hayret içinde parmağını ısırmış. O seyran içinde geceleri havanın ve rüzgarın kanatları arasında seyrettiğinde demiş; “Ey dide nedir uyku gel uyan gecelerde/Kevkeblerin et seyrini seyran gecelerde.”
Bu mısralar bu mutasavvıf ve şair ve gökyüzüne rasathane gibi gözler ve basiretlerle merdiven dayamış kişinin sanki doğum şarkısı. Bütün gecelerinde alemi seyredip büyük seyir suhufu meydana getirmiş. Tillo’daki bu meşahiri geceleyin gotik bir sinema seyreder gibi Tillo’nun ehli dile ayan beyan gecelerinde görmek bize de nasib olsaydı… Tillo Osmanlı’dan günümüze büyük tasavvufi sinema ve tiyatronun perde arkası, sahne arkası gibi. Her şey orada varlık ile maveranın perdeleri arasında dolaşan bu şahısların müşahedeleri ile atılmış.
Tillo bir kemale erme mekanı. Bu kadar insanı velayet vadisine armağan eden bir şehrin sabır ile alışverişi yüksek boyutta. Çünkü velayet ve kemal sabır ile bağlı bir kelime ancak sabır ile velayet elde edilir. Tillo’da sabrın bir başka örneği de şehrin mimarisi sıradan bir evin giriş kapısına verilen emek yılların göz nuru ve gayreti ile olabilir. Bir kapı bir saray kapısı gibi çok ince estetik ve geometrik hesaplarla yapılmış. Acaba bunu tasarlayan ve gerçekleştiren insanlar insan ruhu ile kalbi arasındaki ve imanı ile müşahedesi arasındaki geometriye sığmayan hesapları nasıl yapmışlar?
Şeyh Cemil Konağının kapısına bakarken İbrahim Hakkı ve Şeyh Fakirullah’ın kimler olduğunu anlıyorsunuz. Bu sabır, tahta ve taşa bu estetik dekoru veriyorsa ruhlara neler verir? İşte Tillo ve gece gündüz bilmediğimiz alemlerde meleklerle koşan insanlar… Büyük evliyanın gözlemlerinde kimi 12 bin evliya, kimi de 40 bin evliya olduğunu söylerler. Oralarda edeben yalın ayak dolaşırlar. Tillo’da her şey büyük bir hendesenin mahsülü, Tillo Ulu Cami’nin oymalı tarihi şahaser minberi hem tarihe hem dine hem dünyaya açılan izler ve simgeler yığını.
Tillo’da büyük veliler “Rabbüssemavati vel ard” ayetindeki arz ve semanın birbirini takib eden akışı içinde iki alem arasında suhuletle dolaşmışlar. Kah gökyüzünün planını ve astronomik şarkılarını dinlemişler, kah yere inip matematik, geometri, cebir, fizik, kimya, astronomiyi okumuş, okutmuşlar. Dar bir devlet anlayışı ile batının Atina ve Roma’sı gibi milleti besleyen şehirleri, kasabaları ıssız, sessiz yerlere hem de müttehem yapanlar utansın. İslamın büyük rönesansı bu şehirlerin yapısında, insanlarında, mezarlarında, kitaplarında gizli. Onu bekleyen büyük sentezci dehalar nerdesiniz?
Bir mezarda birbirine baş başa vermiş iki mezar taşı gördüm, o mezar taşları ancak bir yıl taş ile geometrik ve hendesi savaş ile yapılabilirler. Terk edilmiş, kirli ve pis duruşları ile onları görmeyen bir mantığın hala buralara hükmettiğini izlersiniz. Picasso’nun bir levhası için binlerce doları gözden çıkaranlar bu mezar taşlarını görseler sanatına şapka çıkarırlar. Ama uhrevi diyarın sahipsizliği içini burkuyor insanın.
Deneyler nasıl belli şartlarda oluşturulur ve beklenirse, Anadolu toprağında da inziva bir ruhsal terakki atmosferidir. Bediüzzaman Tillo’da inzivaya çekilmiştir, demek bizim bilmediğimiz bir ruhani besleyici atmosfer ruhun hidrojen ve oksijeni bu şehirde var. Bediüzzaman buraya gelerek o inzivanın ruhuna vereceği bizim tarifinden aciz olduğumuz şeyleri almıştır. Onun yaşadıkları bizim gibi sıradan insanların anlayacağı bir şey değil. İdraki maali bu küçük akla gerekmez-zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.
Bediüzzaman, Tillolu Said -ki onun eserlerini büyük gayretlerde bastıracak ve onların çilesini çekip hapislerde yatacaktır- Bediüzzaman‘ın eserlerinin ortaya çıkmasında çok çile çekmiştir. Fırıncı Abi “ben iki defa yirmi beş gün yattım, Said Ağabey ise eşiğini öperek lutfen girdiği hapislerde on defa Bediüzzaman adına yatmış çıkmış işine devam etmiş. Sıraya koysak, çetele tutsak onun kadar hapse giren yok” dedi. Üstad Said Ağabeye “kardeşim bu kitabı götür, bastır, getir” demiş. O da götürüp bastırıp getirmiş. Bediüzzaman mutluluktan sonsuz köşe. İşi biten adamın mekan terki gibi hemen öteye gitmek ister. Kitap yazmak ve bastırmak ve dağıtmak Bediüzzaman’ın en büyük sevdası.
Kamusu Okyanusu sin harfine kadar yine Tillo’da Kubbei Hasiye’de hafızasına almış. Kelimelerin serdarı Bediüzzaman. Tarihte büyük cihangirler kılıçlı insanları yönetmişler, Bediüzzaman bu ilim, irfan ve marifet ocağı Tillo’da kılıç kuşanmış, kelimeleri ezberlemiş, dünyaya hakikatleri ile pes ettirecek nihilizmi, ateizmi, tabiatperestliği çöpe atacak bu büyük adam burada kelimelerle kılıç kuşanmış ve dünya arenasına çıkmış. Tillo bir kılıç kabza kuşanma mekanı, ruhen uzlet ve inziva, ilmen terakki ve kelimeler… Neden Tillo? Onu da maverayı dolaşanlar izah etsin.
Tillo’da bir de Mustafa Paşa ile macerası vardır. Tillo’da iken, bir gece Şeyh Abdülkàdir-i Geylanî Hazretlerini (k.s.) rüyasında görür. Geylanî Hazretleri (k.s.) kendisine hitaben:
"Molla Said! Mîran aşîreti reisi Mustafa Paşaya gidiniz ve kendisini tarîk-ı hidayete davet ediniz; yaptığı zulümden vazgeçerek, namaza ve emr-i marufa müdavim olmasını tavsiye ediniz. Aksi takdirde öldürünüz."
Molla Said, bu rüyayı görür görmez, hemen tedarikini yaparak Mîran aşîretine doğru Tillo’dan hareket eder; doğruca Mustafa Paşanın çadırına girer. Paşa orada bulunmadığından, biraz istirahat eder.
Sonra Mustafa Paşa içeri girer. Orada hazır olanların hepsi kıyam ettikleri halde, Molla Said yerinden bile kımıldanmaz. Paşanın nazar-ı dikkatini celb edince, aşîret binbaşılarından Fettah Beyden kim olduğunu sorar. Fettah Bey, meşhur Molla Said olduğunu bildirir. Halbuki, Paşa ulemadan hiç hoşlanmazdı. Şüphesiz, bunun üzerine daha fazla kızmış ise de izhar etmemişti. Molla Said’e ne için buraya geldiğini sorunca, Molla Said cevaben, "Seni hidayete getirmeye geldim. Ya zulmü terk edip namazını kılacaksın veyahut seni öldüreceğim" demesinden, Paşa hiddetlenerek dışarı çıkar. Biraz dolaştıktan sonra yine çadıra girer ve Molla Said’e ne için geldiğini tekrar sorar.
Molla Said, "Sana söyledim ya, onun için geldim" der.
Mustafa Paşa, çadırın direğinde asılı bulunan Said’in kılıncına işaret ederek,
"Bu pis kılınçla mı?"
Bediüzzaman, "Kılınç kesmez, el keser" cevabında bulunur. (Tarihçe)
Tillo, Osmanlı ve İslam dünyasının rönesansının çekirdeklerini de değil ağaçlarını taşıyan bir yer. Burada hem fen bilimleri hem de manevi ve tasavvufi bilimler okunmuş. Dekart’ın fizikten metafiziğe geçerken uğradığı yolları burada İbrahim Hakkı ve mutasavvıfe, Bediüzzaman ondan çok önce uygulamışlar. İslam dünyasındaki fikir rönesansı buralardan İslam dünyasına ve anadoluya yayılmış. Bizimkiler Fransız aydınlanmasını hedef alıp taklid ederken başaramadılar. Bediüzzaman yeniliğin kaynağının buralarda olduğunu göstermek için kaderin sevki ile gençliğini ve önceki yıllarını bir ihzariye gibi kullanıp fen ve din ilimlerini birlikte öğrendi ve öğretti. Bize düşen vakit geçmeden bu rönesansı ve aydınlanma hareketini uygulamaya koymak. İşte Medresetüz Zehra’nın evrensel kurgusu budur. Bediüzzaman büyük bir gayret ve cehdin sonucu ortaya çıkmış, uzlet ve kelimeler, ondan sonra çileler ve telif yılları… Bir başarının alfabesi, bir başarının merdiveni durak durak yaşanmış ve işte Bediüzzaman.
KUBBE-İ HASİYE VEYA KUBBE-İ HASSA
Tillo’da bir sıra dışı evliya… Özellikle evliyaların erkek olduğu tasavvuf geleneğinde bazen kadınlardan da evliyalar çıkar. Bunlardan biri de Fakirullah Hazretlerinin torunu Zemzemil Hassa hanımefendi hazretleridir. Kendini Allah ile vuslata vermiş bu ermiş hanım Tuvayle tepesinde bir aziz mekan inşa ettirir. Küçük, önünde iki onların arkasında onları ortasına almış bir üçüncü kubbeli bina inşa ettirir ve orada dünyanın gam ve kesretinden kurtulmak için ibadete, taata, keşfe, keramat ile tevaggul eder.
Bediüzzaman zamanın alışılmamış boyutta hayret verici şaşırtıcı bir zatıdır. Onun Bedii olması ta çocukluğundaki ilim ahvali ve harekatında da görünür. “Hayatım gaybi bir el tarafından isteğim dışında tanzim edildi” yollu söyleyen Bediüzzaman onun bir manevi tezahürü olarak bu üç kubbeli aziz mekanda lügat ezberler. Bediüzzaman’ın her ahvalinin simgelerini anlamak bizim gibi zahiri bakışlı kimselere malum olmaz. 1890‘da Tillo’ya gelen Bediüzzaman bu aziz mekanda kamusu Okyanus isimli lügati babüssine kadar ezberler. Ve Orada başından bir olay geçer, kendisine getirilen çorbanın tanelerini karıncalara verir, nedenini soranlara da “karıncaların içtimai hayatlarında malikiyet, çalışkanlık yardımlaşma ve vazifeşinaslık vardır. Ben bunu gördüğüm için bunların Cumhuriyetçi oluşlarına mükafaten kendilerine yardım etmek istiyorum” der.
1890 yılı henüz cumhuriyetin telaffuz edilmediği yıllardır, bizim aslında bu olayı levhalara yazıp Ankara’nın bilhassa şu cumhuriyeti rahatları uğruna sarfeden ve bütün değerleri alabora edip, maziden insanları koparan, dilleri ve dinleri ile kitapları ve harfleri ile savaşı modernlik addeden insanlara göstermemiz lazım.
Tillo, Siirt, Urfa, Van bu bölgeler batının düşünce kaynakları olan Atina, Roma, Londra ve diğer şehirler gibi bizim kültürümüzün kaynaklarını barındırır. Tarih boyunca bütün mana erlerinin çoğu bu bölgelerden çıkmış ülkenin batısını ve Osmanlı ve İslam dünyasını aydınlatmışlardır. Bu bölgeleri çeşitli şekillerde toplumdan koparan ve insanlarını doğuştan tehlike gösterenler yaptıklarını çok iyi biliyorlardı. Buralar doğal üniversite olarak meydana getirilmişler ve dünyaya ışık salmışlardır. Buraları nisyanın karanlığına terk edenler milletin mana ve maneviyatını, dinini ve zülcenaheyn kültürünü öldürdüler, yerine Roma ve Atina’yı koydular ama aşı tutmadı. Bugünkü huzursuzlukların kaynağında bu koparma, aşılama vardır ki bir sonuç vermemiştir. Bediüzzaman Atina ve Roma’nın batı toplumunda dahi su ile yağ gibi uzlaşmadığını anlatır. Aslında bizim doğamızı bu doğu batı ülkenin batısı ve doğusunun uzlaşmasında yattığını söyler, anlamadılar ama anlamak zorundalar, çünkü zaman azaldı.
Bir küçük kasabada geleceğin en büyük kelimelerle mana okyanusları meydana getirecek bir şahıs kelime ezberliyor. Türkçe’nin tarih boyunca kullanılmadığı bir boyutta şahaserlerini meydana getirmek için kubbede kelime ezberliyor.
Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’daki Türkçesi Türk edebiyatında kimsenin gerçekleştiremediği bir büyük yüksekliktir, karşılaştıralım bakalım. İşte Hamid, işte Namık Kemal, Ziya Paşa, Necip Fazıl… Onların kelime dağarcığı ve felsefi, dini derinliği Bediüzzaman’ın yanında çukurda kalır. Neden? Çünkü kader ona büyük bir sorumluluk yükleyecek, olaylar bir yana onun entelektüel ilmi ve fikri deha anbarını dolduruyor ve hazırlıyor. Acaba Bediüzzaman onları ezberlerken Risale-i Nur’u yazacağını biliyor muydu, keşke yaşarken ona sorsaydım.
Bu yüzden Tillo bu ülke için de ta Arjantin’de İspanyolca’ya çevrilen Risale-i Nurların telif ve intişar tarihinde bir büyük irtifadır.