VATAN ŞARKISI
Amalimiz efkarımız ikbal-i vatandır
Serhaddimizde kala bizim hak-i bedendir
Osmanlılarız ziynetimiz kanlı kefendir
Gavgada şehadetle bütün kam alırız biz
Osmanlıların can veririz nam alırız biz
Kan ile kılıçdır görünen bayrağımızda
Cân korkusu gezmez ovamızda, dağımızda
Her gûşede bir şîr yatar toprağımızda
Gavgâda şehâdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız, cân veririz, nâm alırız biz.
Osmanlı adı her duyana lerze-resândır;
Ecdâdımızın heybeti ma'rûf-ı cihândır
Fıtrat değişir sanma! Bu kan yine o kandır
Gavgâda şehâdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız, cân veririz, nâm alırız biz.
Top patlasın, âteşleri etrâfa saçılsın
Cennet kapısı cân veren ihvâna açılsın
Dünyâda ne bulduk ki ölümden de kaçılsın
Gavgâda şehâdetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız, cân veririz, nâm alırız biz.
Namık Kemal (1840-1888)
***
Bu şiir yüzyıllarca büyük bir imparatorluğun içinde insanlara ideal bir insan tipi sunmuştur. Namık Kemal‘in bu şiiri ile anlattığı Bediüzzaman’ın talebelerinin de özelliğidir. Gayeleri, işleri vatanın sürekliliğini sağlamaktır. İyi insan yetiştirmedikten sonra teorik müfredatlarla bir sonuç elde edilmez. Şehadet, kefen, beden silahlar bunlar. Dünya bir metadır, hayat bir başka hayata mukaddimedir, bu yüzden ideal bir insanın özetidir Vatan Şarkısı. Bediüzzaman da her türlü siyasi ve mali iddiaların dışında iyi düşünen, Allah’a kul olmasını bilen insanlar yetiştirmiştir. Bir sürü kalabalık söze mukabil okul, kitap ve okumak en ideal insan yetiştirme tarzı.
Psikanalitik bakarsak bu şiir bir kahramanlık mitidir. Asırlarca bizi insanlığın aksal gayesi olan varlık ve yaratılışın en makul izahı ve bu yaratılışa karşı en musib duruşu gerçekleştiren kahramanların ruh hali ve kahramanlığın bir kişinin psikolojisini nasıl imrenilen bir hale çevirdiğini gösterir.
Bu şiir şairinin nasıl tarihi iyi etüd ettiğini ortaya koyar. Osmanlılar hakkı ve hakikati insanlara ulaştırmak için çok büyük gayret etmiştir. Golç Paşa’nın tesbiti ile bu millet hem milel-i müsellehadır, hem de milel-i müslihedir. Hem ıslah eder, hem de ıslah olmayanı silahla susturur. Osmanlının hükmettiği alanlardaki ümem-i müslime bedeviye yakındılar. Osmanlı onlara insan olmayı, insanlara faydalı olmayı, bir devletin gerekli olduğunu ve o devletin bekası için çalışmanın zorunluluğunu anlatır. Osmanlının insanlığa getirdiği büyük degerlerden dolayı onun yıkılması Avrupanın 150 sene bütün fesad çalışmaları ile sabit olmuştur. İngilizler “biz Afrika bedevilerine milyonlarca sterlin dökerken, Osmanlı halfiesinin bir emri ile o insanlar yere kapanıp saygı gösteriyordu. Bu yüzden onları bu ikili iletişimden uzaklaştırmak gerekiyoirdu” demişler.
Namık Kemal Osmanıyı kurtarmak için çabaladı, büyük gayret sarfetti. Kendilerine Yeni Osmanlılar adını veren topluluk, İttifâk-ı Hamiyyet adı ile ortaya çıktı. Altı kişi tarafından kuruldu Mehmet Nuri, Reşat, Namık Kemal, Ayetullah ve Refik Beylerdir. Bu kişilerin ortak noktası Tercüme odasında çalışmış olmalarıdır.
Bu hareket genel anlamıyla liberal bir siyasal hakeketti. Toplumun şekillenmesi içindi. Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin temelindeki ivmenin aslında ikinci kuşak Tanzimatçılardan kesin bir şekilde ayırır. Onlar asıl Tanzimatçıların kendileri olduğunu söylüyorlardı. Bunlar çeşitli devlet kuruluşlarından gelmişlerdi. Onların hedefi padişahlığın kaldırılması değil padişahın adalet getirmesidir. Liberalizmin esaslarına bir referanstı.
31 Ağustos 1867’de Londra’da Mustafa Fâzıl Paşa’nın parasal desteğiyle Ali Suâvi tarafından çıkarılan Muhbir gazetesi kendilerine Yeni Osmanlılar tanımlaması yakıştırılan muhaliflerin sesi olmuştur. Aslında XIX. yüzyıl boyunca Avrupa’da monarşik idarelere karşı çıkanlar için kullanılmış bir tabir olan yeni/jön (jeuns) nitelemesi, daha sonraki dönemlerde genelde monarşi karşıtlığı kastedilmemekle beraber Osmanlı aydın muhalefetinin tanımlanmasının ayrılmaz bir sıfatı haline gelmiştir. Bu genç muhalifler kendilerini, bazan da Türkistan’ın erbâb-ı şebâbı veya o zamanlar “vatan” karşılığında kullanılan hamiyet kelimesiyle ifade edilen İttifâk-ı Hamiyyet gibi adlarla da tanıtmışlardır ki bu kelime “patriotic alliance” şeklinde tercüme edilmiştir (Mardin, The Genesis of Young Ottoman Thought, s. 10).
Yeni Osmanlılar’ın bir cemiyet halinde kurulmadığına ve nizamnâmesine dair herhangi bir belgenin mevcut olmadığına dair yapılan açıklamaların yeni araştırmalar karşısında artık dayanağı kalmamıştır. Avrupa seyahati esnasında (1867) Sultan Abdülaziz’e yanaşan ve kendini affettirerek geri dönme izni alan Mustafa Fâzıl Paşa’nın bu gençleri kendi siyasî hesaplaşması için kullanmaya ve el altında tutmaya çalıştığı bilinmektedir. Paşa, Sultan Abdülaziz’in arkasından İstanbul’a dönmeden önce Baden Baden’de Ziyâ Bey, Nâmık Kemal ve Çapanzâde Âgâh Efendi’den başka içlerinde bazı yabancıların da bulunduğu muhaliflerden teşekkül eden küçük bir heyetle 30 Ağustos 1867 tarihinde yaptığı toplantıda on üç maddelik nizamnâmesiyle beraber Genç Türkiye (Jeune Turquie) cemiyetini kurmuştur (Çelik, TT, XVIII/108 [1992], s. 327).
Terim kargaşasını önlemek ve II. Abdülhamid devri muhalefet hareketini simgeleyen Jön Türkler (Juenes Turcs) tanımlamasından ayırmak üzere ismi Yeni veya Genç Osmanlılar diye tercüme edilmesi gereken (Davison, s. 173; ayrıca bk. Sungu, s. 777) bu cemiyetin nizamnâmesinde, Mustafa Fâzıl Paşa’nın Sultan Abdülaziz’e hitaben neşrettiği açık mektupta öngördüğü reformların yapılması ve baskıcı bir idare sürdürmekte olan siyasî sistemin ortadan kaldırılması esas amaç olarak gösterilmekteydi. Bu hareket Belgrad Ormanlarında kurulmuş, bir ihtilal cemiyeti idi, devletin haber alması ile tutuklandılar ve çeşitli cezalar aldılar.
Bediüzzaman da devletin özellikle Osmanlı'nın kurtulması için büyük gayretler sarfetmiştir. Otuz bir Martta ihtilalcilerin karşısına çıkar ama hareketin durdurulmasının imkansızlığı karşısında kenara çekilmek zorunda kalır. O devletin ve Osmanlının bekası söz konusu olduğu yerlerde vardır. Fakat bütün bunların akabinde imparatorluğun yıkılışı yeni Türk devletinin ortaya çıkması ile o yine ne yapılması gerektiği konusunda kendince kararlar alır.
Siyasi ve idealist kişilerin bir sürü birliktelikleri ve havalı hedefleri karşısında Bediüzzaman yıkılmış bir imparatorluğun arkasından sürgün edildiği Barla‘da bir evde bir kitap ve muayyen zamanlarda okumak, ibadet etmek şeklinde cami cemaatinin boyutunu aşmayan bir enfüsi eğitim yolu kurar. Açılan dershaneler bir bilim, sanat ve edebiyat harikası olan kainat ve insanın varoluş gayesini insan ile Allah arasındaki kutsal ilişkileri anlatan Risale-i Nurlar ile genişler, dersaneler büyür. Hiç şamatasız ve devletin dikkatini çekmeyen bu hareket Allah’a kul olmayı ve devletin akışına zarar vermemeyi gaye edinir.
Raslantı bir hareket değildir, birçok siyasi nitelikli büyük kafaların çalışmalarını hiç nazarı itibara almaz. Peygamber mektebinin nübüvvet dershanesinin açılması ile hedefine yürür. Devlete çeki düzen vermek değil sağlam müminler ve akıncı tipler yetiştirmektir. Basit ama en ideal bir duruştur. Bu yüzden Bediüzzaman büyük adamdır, o yapılanları görür, etüd eder ve bir dershane, bir kitap, bir fiil, okur, ibadet eder. Tıpkı Allah’ın bir kitap, bir öğretmen ve bir fiil ile kainat mektebi irfanını açması gibi.