Gazetenin Yayın Politikası:
1-Siyaset-i Şer’iye (İslama uygun siyaset)
Bediüzzaman’a göre şeriat; “âlem-i asgar (küçük âlem) olan insanın ef’âlini (fiillerini) ve ahvâlini (hallerini) tanzim eden ve sıfat-ı kelâmdan gelen” emirlerdir. [1] Bu emirler, insanın kişisel ve sosyal hayatını tanzim, iç ve dış huzurunu temin eder.
Kısaca “yönetim stratejileri” olarak tarif edebileceğimiz ve politika kelimesi ile de aynı anlamı taşıyan siyaseti bilim adamları; “Toplumun bütünlüğünü sağlamak, kişisel çıkarlara karşı cemiyetin çıkarlarını korumak, genel yararı ve insanların ortak iyiliğini sağlamak.” olarak tarif etmekte, aynı zamanda toplum içindeki değerlerin (maddi kaynakların) paylaşımıyla ve bu paylaşımı sırasındaki çatışma ile de ilgili olduğunu belirtmektedirler. [2] Felsefenin olumsuz tesiri altında kalan kesimler hayatı bir mücadele olarak gördüklerinden çoğunlukla çatışma merkezli bir hayatın ortasında olurlar.
Bediüzzaman’da ilk zamanlar dine hizmetin siyasetle olacağına inancı vardır. Bu da tabi ki, yalanlardan ve kötülüklerden arınmış, temiz ve şer’i bir siyasettir. Ama durum hiç de inandığı gibi değildir. Çünkü siyaset çok kirlenmiştir.
Bediüzzaman mevcut siyaseti; içine çok yalan, hile ve şeytanlıklar girmiş olan “şeytânî bir vesvese” olarak görür. [3] Yalanlarla doğruların bir dükkânda beraber satılmaya başlamasıyla, toplum ahlâkının bozulduğunu, siyasi propagandanın yalana fazla revaç verdiğini bu nedenle de yalanın müthiş çirkinliğinin gizlenip, doğruluğun parlak güzelliğinin görünmemeye başladığını [4[ belirtir.
Menfaati esas tutan siyaseti canavar [5] olarak nitelendiren Bediüzzaman; medeni siyaseti, çoğunluğun rahatı için azınlığı feda ve kurban etmesinden dolayı reddeder. [6[ Gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı ve en geniş perdesi olan siyâsetin “pek çirkin ve gaddarâne hakiki sûretini” gören [7[ Bediüzzaman’ı siyasetten ürküten ve ‘Eüzübillahimineşşeytani vessiyaseti’ (Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım.) dedirterek siyasetten el çektiren de; garazkârâne bir tarafgirlik neticesi olarak, dindar bir ilim adamının, siyasî fikrine muhâlif bir salihi âlimi, kâfirlikle suçlaması ve kendi fikrinde olan bir münafığı da, hürmetkârâne medhetmesi olayıdır. [8[
Şer’i siyasette yalan, aldatmak, hile ve hurda yoktur. Şer’i siyaset; başkalarını yok saymadan veya yok etmeden yapılan ahlaklı, hakkaniyetli, edepli ve dürüst bir siyasettir.
Bediüzzaman şer’i kanunları millet hâkimiyetinin alameti olarak görür. Şeriat dairesinde; ittihad-ı kulubün (kalplerin birliğinin), muhabbet-i milliyenin, maarifin, sa’y-i insanînin (insanın çalışmasının) ve terk-i sefahetin (sefahatin terkinin) var olduğunu, hürriyetin de, müraat-ı ahkam ve adab-ı Şeriat (şeriatın adabına ve hükümlerine uymakla) ve ahlak-ı hasene (güzel ahlak) ile tahakkuk edeceğini ve neşv ü nema bulacağını (gelişeceğini) söyler. [9]
Şer’i siyasetin önemli hedeflerinden birisi İslam birliğidir. Bunu da; müsbet hareket etmek, insaflı olmak, ittifak etmek, ehl-i hakla ittifakın tevfik-i İlâhînin (Allah’ın yardımının) bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı (kaynağı) olduğunu düşünmek, şahs-ı mânevîye dâhil olup dalâletin müthiş şahs-ı mânevîsine karşı hakkaniyeti muhafaza etmek, hakkı bâtılın savletinden (hücumundan) kurtarmak, nefsini, enâniyetini, yanlış düşündüğü izzetini, ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk etmekle temin edilecektir. [10]
Bediüzzaman bütün bunlarla birlikte bir de ihmalden bahseder. O da Şudur:
“Haccın bahusus taarrüfle (tanışmakla) tevhid-i efkârı (fikir birliğini), teavünle (yardımlaşmayla) teşrik-i mesaiyi (ortak çalışmayı) tazammun eden (içeren) içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye (İslamın yüksek siyasetinin) ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin (sosyal hayatın çok geniş ve faydalı işlerinin) ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti (hazırlattı).” [11]
Bu nedenle Bediüzzaman, “mazlum ihvan-ı vatan”ı Şeriat dairesindeki “ittihad-ı kulub”a (kalplerin birliğine), dâhil olmaya davet eder. [12] Hürriyeti, üç yüz yetmiş milyon İslamı esaretten kurtarmaya yegâne bir çare olarak görür. “Bizdeki unsurlar, ırklar, hava gibi muhtelittir (karışıktır); su gibi memzûc olmamışlar (birbirlerinde erimemişler). İnşaallah, elektrik-i hakaik-ı İslamiyetle imtizaç ederek (İslam hakikatlerinin elektriği ile uyum sağlayarak), ziya-i maarif-i İslamiye (İslam maarifinin ışığı) hararetiyle kuvvet tevlid ederek (doğarak), bir mîzac-ı mûtedile-i adalet (âdil ve dengeli bir mizaç) vücuda gelecektir.” İnancını taşır. “Yaşasın meşrûtiyet-i meşrua, sağ olsun hakîkat-i Şeriat terbiyesinden tam ders alan neyyir-i hürriyet! (hürriyet nurları)” [13] diyerek duyduğu heyecan ve arzuyu dile getirir.
Selametimizi, İslamiyete dayanmakta ve onun sağlam ipine sımsıkı sarılmakta gören Bediüzzaman, “Dünya için din feda olunmaz.” ikazında bulunur ve milletin “kalb hastalığı” olan “zaaf-ı diyanetin” ancak takviye ile sıhhat bulabileceğini söyler. “Mesleğimiz ise ahlak-ı Ahmediye (a.s.m.) ile tahallûk (ahlaklanmak) ve sünnet-i Peygamberîyi ihya etmektir; ve rehberimiz Şeriat-ı Garra ve kılıncımız da berahin-i katıa (kesin deliller) ve maksadımız Î’la-yı Kelimetullahtır (Allah’ın kelamını yüceltmektir).” der. (14)
Gazete çıkarmak için müracaatta bulunduğu 1 Şubat 1909’dan hemen sonraki günlerde “Hakikat” adlı makalesinde; “Biz ‘kalû bela’dan cemiyet-i Muhammedîde dâhiliz; cihetü’l-vahdet-i ittihadımız (birlik cihetimiz) Tevhiddir, peyman ve yemînimiz îmandır. Mademki muvahhidiz (biriz); müttehidiz. Her bir mü’min, Î’la-yı Kelimetullah ile mükelleftir.” diyen Bediüzzaman’ın asıl maksadının ne olduğu açıkça anlaşılmaktadır. [15]
Bediüzzaman’ın bütün meselesi İslamdır ve İslam siyasetidir. Tiflis’te, Şeyh San’an Tepesinde Rus Polisinin; "İslâm parça parça olmuş?" sözüne hiç moralini bozmadan büyük bir ümit ve heyecanla; "Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslamın müstaid (kabiliyetli) bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde (lisesinde) çalışıyor. Mısır İslamın zekî bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden (siyaset okulundan) ders alıyor. Kafkas ve Türkistan İslamın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar, ila ahir... Yahu, şu asilzade evlat, şehadetnamelerini (diplomalarını) aldıktan sonra, her biri bir kıta başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslamiyetin bayrağını afak-ı kemalatta (mükemmelliğin ufuklarında) temevvüc ettirecekler (dalgalandıracaklar).” cevabını vermiştir.
Sonuç olarak Bediüzzaman’ın yegâne azim ve gayesinin, İslamiyet nûrunun ve Kur’an hakîkatlerinin dünyaya yayılması olduğu ve kendisinin de Kur’an’ın dellallığı vazifesini hayatı boyunca îfa ettiği görülmektedir. Dolayısı ile çıkarmak istediği gazetenin de aynı amaçlara hizmet için kullanacağı her haliyle bellidir. [16]
(Devam edecek)
Kaynaklar:
1- Nursi, Bediüzzaman Said, Mektubat, s: 463, Y.A.N. İstanbul
2- Münci Kapani: Politika Bilimine Giriş 13. baskı, s: 18 ve 19
3- Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, s: 445, Y.A.N. İstanbul
4- A.g.e. s: 452
5- A.g.e. s: 648
6- A.g.e. s: 658
7- A.g.e. s: 140
8- Nursi, Bediüzzaman Said, Mektubat, s: 258, Y.A.N. İstanbul
9- Nursi, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, Hürriyete Hitab, s. 48, Y.A.N. İstanbul
10- Nursi, Bediüzzaman Said, Lem'alar, s: 155, Y.A.N. İstanbul
11- Nursi, Bediüzzaman Said, Sünuhat, Rüyanın Zeyli, s: 71, Y.A.N. İstanbul
12- Nursi, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, Hürriyete Hitab, s: 47, Y.A.N. İstanbul
13- A.g.e. s: 68, 05 Mart 1325/18 Mart 1909 “Yaşasın Şeriat-ı Muhammedî (a.s.m.)” Dîni Cerîde: 77, Y.A.N. İstanbul
14- Nursi, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 51, Y.A.N. İstanbul
15- Nursi, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 52 Hakikat Dinî Ceride: 7026 Şubat 1324 Mart 1909, Y.A.N. İstanbul
16- Nursi, Bediüzzaman Said, Tarihçe-i Hayat, Sayfa 69,70, Y.A.N. İstanbul