Bir ehl-i sünnet âliminin sözlerini, içinde yetiştiği geleneğin mirasıyla değil de 'modern' ve 'hâkim' söylem eşliğinde tevil etmeye başlarsanız, tedrisine takla attırırsınız. En çok karşı çıktığı şeyleri bile savunuyor(!) hale getirirsiniz. Neden böyle olur? Çünkü bazı kelimeler çok yüzlüdür. Sûreten benzese de, içeriği, daha önce kullanıldığı cümlelerde ne kastediliği ile değişir. Bir onkoloji servisinde 'Ölüyorum!' diyen insanla, size sevdiğine duyduğu hislerin şiddetini tarif ederken 'Ölüyorum!' diyen insana tepkiniz aynı olmaz. Anladığınız şey aynı değildir çünkü.
Bu noktada, yüzünüzün müellifin metinlerinin bütünlüğüne dönük olması, hatta bir adım ötesinde, o müellifin beslendiği geleneğe dönük olması, sözün kendisi kadar bağlamıyla da irtibatınızı sağlar. Bağlamı bilmek fehme istikamet verir. Lemeat'ta Bediüzzaman'ın da dikkatlerimizi çektiği gibi, modern zamanlar, kelimelerin karşılıklarının dahi kararında kalamadığı zamanlardır. Demagoji de zaten en çok 'aynı kelimelerle farklı şeyleri kastedilerek' yapılır:
"Zaman olur ki zıd, zıddını saklarmış. Lisan-ı siyasette lâfz mânânın zıddıdır. Adalet külâhını zulüm başına geçirmiş. Hamiyet libasını, hıyanet ucuz giymiş. Cihad ve hem gazâya, bağy ismi takılmış. Esaret-i hayvanî, istibdad-ı şeytanî, hürriyet nam verilmiş. Zıdlarda emsal olmuş, suretlerde tebâdül, isimlerde tekabül, makamlarda becâyiş-i mekânî."
Mürşidimin metinlerinin de kimi zaman böylesi bir bağlam tahrişine maruz kaldığına şahit oluyorum. Bu şahitliğim bir anlamda benim de ezberlerimden kurtulmam ve 'bütüne uyum aramam'la mümkün olabiliyor. Zira cemaat grupları içinde yeralan 'hâkim söylem' dahi (tıpkı modern hâkim söylemin beyinlerimize/kelimelerimize taktığı pranga gibi) prangalayabilme gücüne sahip.
Evet. Bir metin, ehl-i sünnet geleneğine vâkıf olunmadan, dolayısıyla bağlama vâkıf olunmadan, sırf Bediüzzaman'ı hâkim söyleme yamamak ve oradan bir 'demirciler çarşısı itibarı' devşirmek amacıyla şerh edilirse, yapılan şey tefekkür değil 'ilmî istibdat' olur. Hatta sahipleri bu istibdatlarını 'hürriyet' diye satarlar. Bu yazıda mezkûr endişemi örneklemeye çalışacağım:
17. Lem'a'nın 8. Nota'sı şöyle başlar: "Ey sa'y ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tembel insan! Bil ki, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, hizmetin mükâfâtını hizmet içinde derc etmiştir. Amelin ücretini nefs-i amel içine koymuştur..." Peki, böylece devam edip giden ve işlemenin/eylemenin bir fıtrat gereği olduğuna bizi ikna eden metin boyunca anlatılmak istenen nedir?
Müslümanların seküler anlamda daha çok çalışması gerektiğini mi söylemek istemektedir Bediüzzaman? Avrupa gibi sanayileşmemiz, onlar gibi fabrikalar kurmamız, üretmemiz/tüketmemiz ve gelişmemiz(!) gerektiğini mi nasihat vermektedir bize 8. Nota? Acaba müellif-i muhterem sa'y zemininde müslümanlarda bir eksik olduğunu mu düşünmektedir? Yani (merhum bir hadis profesörü hocamızın kitabında yazdığı gibi) Calvinist-Protestan çalışma ahlakına mı bizi çağırmaktadır mürşidimiz? 8. Nota ve onun sa'ye yaptığı vurgu böyle mi anlaşılmalıdır?
Sorularımın sizi şaşırtmadığına kaniyim. Zira ben de yıllar yılı bu metnin 'kapitalistçe çalışmak' ekseninde okunduğuna şahit oldum. Hatta 8. Nota'nın ders yapıldığı yerlerde/zamanlarda mutlaka şu hadis-i şerif de yanına katık edilirdi: "Hiç ölmeyecekmişsin gibi dünya için, yarın ölecekmişsin gibi de ahiret için çalış..." Bu derslerde âlem-i İslam'ın mevcut gerikalmış (!) pozisyonu vurgulanır, bundan çıkışın ancak Avrupalılar kadar çalışıp/üretmekle mümkün olabileceğinin altı çizilirdi. 8. Nota okumalarına dair hatırımda kalan notlar genelde böyle.
Kapitalistçe çalışmak bir hâkim/sorgulanmaz söylem durumundayken kim bu tarz tevillere karşı koyabilirdi ki? Karşı koyabilmeniz için kendinizi ve Bediüzzaman'ı demirciler çarşısına/seküler söyleme beğendirmeye çalışmıyor olmanız gerekirdi. Âlem tersine doğru gidiyor görünse de doğru olanın 'aslında söylenen' olduğuna kanaat etmeliydiniz. Bu da, bu derece şiddetle teveccüh-i nas ararken, zordu.
Peki, Bediüzzaman bu metinlerde seküler bir çalışma ahlakından bahsediyorsa ve müslümanların bu yönde eksikleri olduğunu düşünüyorsa, 17. Lem'a'da yer alan diğer notalarda neden aksini söylüyordu? Hatta 8. Nota'dan alıntıladığımız kısmın hemen öncesinde, 7. Nota'nın finalindeki şu ifade de neyin nesiydi mesela: "(...) ehl-i İslâm dünyaya ve hırsa sevk etmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler. Terakkiyat ve âsâyişler bununla temin edilmez. Belki mesailerinin tanzimine ve mâbeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da, dinin evâmir-i kudsiyesiyle ve takvâ ve salâbet-i diniye ile olur."
Peki, ya daha öncesindeki şu ifadeler: "(...) zanneder misin, bu milletin fakr-ı hali dinden gelen bir zühd ve terk-i dünyadan gelen bir tembellikten neş'et ediyor? Bu zanda hata ediyorsun." Peki ya şunlar: "Zanneder misin ki, Müslümanlar dünyayı sevmiyorlar veyahut düşünmüyorlar ki fakr-ı hale düşmüşler; ve ikaza muhtaçtırlar, tâ ki dünyadan hissesini unutmasınlar? Zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlenmiş; onun için fakr-ı hale düşüyorlar. Çünkü mü'minde hırs sebeb-i hasârettir ve sefalettir." Peki, mesela şu: "Ey Müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve san'at ve terakkiyât-ı ecnebiyeye cebirle sevk eden bedbaht hamiyetfuruş!" Bediüzzaman, böyle bir cümleyi kurduktan sonra, bir sonraki notada kendisi mi insanları terakkiyat-ı ecnebiyeye sevketmekteydi? Böyle mi açıklanmalıydı bu metin?
8. Nota örneği bana ilginç geliyor. Zira bir metin, bir önceki metinle beraber düşünülmezse, yani bağlamından koparılırsa (adacığa dönüştürülürse) nasıl yörüngesinden çıkarılabilir, 8. Nota buna yeterli bir misal. Halbuki 8. Nota'nın mukaddimesini/girişini 7. Nota'dan arasak, şerhini de 9. Nota'dan sorsak, Bediüzzaman'ın yüzünü 'ibadetlere/namaza' döndüğünü görürüz. Yani onun amel/sa'yden ne kastettiği 9. Nota'ya yüzümüz dönük olduğunda anlaşılır ancak. "Bilbedâhe, hak ve hakikat, nübüvvet içindedir ve nebîler elindedir. Dalâlet, şer ve hasâret, onun muhalifindedir..."
Farkederiz ki: Bu notaların genelinde ve özellikle 8. Nota'da bize anlatılmak istenen seküler bir çalışma ahlakı değil, Allah'a ibadet etmenin mantığıdır. Yani ibadetlere dair eylemelerin/gayretlerin amacını derketmekte zorlanan modern insana, Bediüzzaman, kulluğun ve amel-i salihe dair sa'yin, fıtratın ve kainatla uyumun bir parçası olduğunu öğretmektedir. Modern insan ibadet ve çalışmak arasında kurulan (ve dayatılan) sıkı bağlantı nedeniyle en çok bu noktada afallar çünkü. Çalışmanın 'kazandırma' noktasında hemen ele geçen nefisçe somut bir yanı vardır, peki ya ibadetin?
"Çalışmak ibadettir!" mottosunu pek seven seküler söylem, "İbadet de çalışmaktır!" cümlesiyle neden barışık değildir? (Neden seküler işyerlerinde ibadetlerini yapmak 'işini yapmak' kadar kolay olmamıştır hiçbir zaman?) İşte, 8. Nota'da ders verilen, amel-i salihteki lezzet, bu asrın nefisperest insanına nefsini ikna için bir yol sunar: "Ey sa'y ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tembel insan! Bil ki, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, hizmetin mükâfâtını hizmet içinde derc etmiştir. Amelin ücretini nefs-i amel içine koymuştur..."
Ameldeki lezzet bahsinin külliyatının geneline dağılmış bir ahengin parçası olduğunu görürüz, dikkatle bütüne nazar ettiğimizde. Mesela Üçüncü Söz'ün temsilî hikayeciğine yüzümüzü çevirdiğimizde... Orada, sol yolun yolcusu neye kanmıştır? "Zahirî bir hiffet, yalancı bir rahatlık görür." Sağ yolun yolcusunun ödemesi gereken bedel nedir? "(...) mugaddî hülâsalardan dolu dört okkalık bir çanta ve her adüvvü alt ve mağlûp edecek iki kıyyelik bir mükemmel mîrî silâhı taşımaya mecburdur."
İşte 8. Nota da bize bu iki yolcunun yaşadıklarının mantığını anlatıyor bir bakıma. İbadetteki lezzeti farkeden; "Bir batman ağırlığı omuzuna ve beline yükler. Fakat kalbi ve ruhu, binler batman minnetlerden ve korkulardan kurtulur." Ancak, seküler bir kafayla, çalışmanın ancak hemen elde edilecek maddî/somut sonuçlara endeksli birşey olduğunu düşünen ise, ibadeti terkeder. "Cismi bir batman ağırlıktan kurtulur; fakat kalbi binler batman minnetler altında ve ruhu hadsiz korkular altında ezilir." En nihayet, demek istediğim şu ki: Bediüzzaman bize çok şeyler söyledi. Fakat işitmemiz bütüne dair dikkatimize bağlı. Doğruyu başka adreslerden alıp delilini Bediüzzaman'a söyletirsek Sözler'ini çarpıtmaktan başka birşey yapmayız. Bizler değerimizi modern asrın 'kullanabileceği herşeyi eriten' demircilerinde değil ehl-i sünnet ve'l-cemaatin antikacılar çarşısında aramalıyız.