Bediüzzaman Said-i Nursi'nin hayatının filme alınacağını duyduğum andan itibaren, ortaya çıkacak olan bütünü merak ettim. Merakım, filmin vizyon tarihi olan 7 Ocak'ı bekleme sabrıma ağır basınca, kendimi Cevahir'deki basın gösteriminde 'davetsiz basın mensubu' olarak buldum.
Öncelikle şunu söylemek lazım: Üzerinden geçen iki günde yazılanların neredeyse tamamı; "tartışılacak sahneler" içerdiği yönünde olan film, gerçekten de tartışılacak gibi gözüküyor.
Çünkü, Bediüzzaman'ın Atatürk'le restleşme sahnesi, o dönemde din alimlerine reva görülen muamelelerin apaçık şekilde göz önüne serilmesi, Türkiye'de 80 yıldır uygulanan "hatalardan ve günahlardan münezzeh Mustafa Kemal ve O'nun kurduğu mükemmel rejim" politikası karine alındığında, filmi hayli cesur bir yapım haline getiriyor.
İnsan, Atatürk'ün yalnızlık çekebilen ya da dertlenebilen, bizim gibi bir piri fani olduğunu anlatma günahını (!) işleyen Mustafa filmi nedeniyle Can Dündar'ın uğradığı linç hareketini hatırlayınca, Bediüzzaman'ın Atatürk'le restleşme sahnesinin ne tür bir kıyamet kopartacağını az çok kestirebiliyor.
Zira, daha önce böyle göstere göstere "Cumhuriyet rejimi ve Atatürk dindarların büyük kesimine haksızlık etti", diyen bir film çekilmedi. Tamam benzeri hikayeler anlatıldı, ama hemen hepsi metafor üzerindendi, daha göstergesel şeylerdi, verilecek mesaj korkula korkula altmetne yedirilmişti.
Bu öyle değil.
"Bediüzzaman, Şeyh Sait'e destek vermekle suçlanarak sürgün edildi, ama aslında O, "bırakın desteği, biz binlerce yıldır birlikte yaşadık, kardeşe silah sıkılır mı?" mealine gelecek sözleriyle isyancıları amaçlarından çevirmeye, Kürtçülüğün önüne geçmeye bile çalıştı" demiş, diyebilmiş mesela lafını hiç eğip bükmeden.
"Cumhuriyet'in rejim tezleri Bediüzzaman Said Nursi'yle ilgili yalan söyledi, doğu'nun o dönem alimlerine iftira atarak onları sürdü!" cümlesini güm diye ortaya bırakılmış sözgelimi.
Gerçi, hem Kürt, hem de dindar olmak gibi bileşenler sayesinde rejimin gözünde iki sevilmeyenli denkleme dönüşmüş, ömrü sürgünlerde, zindanlarda geçmiş, sürekli gözetim altında tutulmuş, zaman zaman zehirlenmeye çalışılmış, birtakım karanlık uluslararası odakların bile hedefine oturtulmuş bir tarihi şahsiyetin hayatını filme almaya niyetlenip de, işin bu vechesinden bahsetmeden bir film çekilebilir miydi, çekilse bile anlatılanlar gerçeklik iddiası taşıyabilir miydi, film kısmen biyografi-belgesel kategorisine girebilir miydi, bilmiyorum.
Filmi fazla "politik" bulanların hiçbir haklılık payı yok yani kanaatimce.
Bediüzzaman'ın suya sabuna, rejime, döneme dokunmadan anlatılması mümkün olmazdı. Olsa dahi, o kişinin adı Bediüzzaman olmazdı.
Tek derdi de politika değil üstelik filmin, karakterin insani yönleri perdede öylesine önde ki...
Uğradığı haksızlığa karşı yürüttüğü mücadelesini, varoluşunu anlamlı kılan bütünlükten kopmadan gerçekleştiren biri Hür Adam'daki Bediüzzaman.
Merhametini, hayvan sevgisini yitirmeden, Medresetü-z Zehra adlı okul projesine olan inancından ve bağlılığından zerre miskal taviz vermeden, haksızlıklar karşısında kin ve nefretle kalbini karartmadan ilerleyen, ilerleyebilen vakur ve dik bir adam var karşınızda.
Kediye de, fareye de aynı derecede şefkat ve merhamet besleyebilen biri bu; bir o kadar vakur ve kararlı, Kur'an-ı düstur edinen risalelerini, açlığa, susuzluktan ölme raddesine gelmek dahil hiçbir ahval ve şeraitte yayınlamaktan vazgeçmeyen bir adanmış.
Filmle ilgili daha çok şey söylenebilir ama sözün özü şudur: Filme iyi olmuş, kötü olmuş demekten ziyade, 20. yüzyıl ve sonrası Türkiye'ye iz bırakmış, fikirleri kendinden sonra da dalga dalga büyüyerek bugüne gelmiş, sayısız takipçi edinmiş böylesi önemli bir simayı, Bediüzzaman Said Nursi'yi sinema perdesinde anlatma çabasının kesinlikle değerli bir çaba olduğunu söylemek gerekiyor.
Hatta, bu kadar gecikilmesi bile hatadır. Sistem eleştirisi olmayan bir Sait Nursi fikri ise; hayaldir, rüyadır, yalandır.
Yeni Şafak