Bir önceki yazımızda Bediüzzaman Hazretlerinin, itikadi gözlüğünden neşet eden okuma biçimi üzerine bir örnek vermiştik. Şimdi bu temel üzerine eşyanın arkasında işleyen esmayı akla yakın ve kalbe yakin hale getiren gözlüğe biraz daha yakından bakalım inşallah, sonra o gözlükten bakınca ortaya çıkan örneklerle bir prototip oluşturabiliriz belki de.
Eşari itikadı ile şafi mezhebi genelde Hindistan, Pakistan veya İran taraflarında görülse de maturudi ve maliki olanlar Afrika ülkelerinde yaygın. Oysa hem maturudi hem hanefi bir arada Türkiye'ye özgü bir profil.
Bildiğiniz gibi Maturidî ve Eş'arîEhl-i Sünnetin iki büyük itikad imamı. Bizim ontoloji dediğimiz, kozmoloji dediğimiz muazzam inşaat, Mutezilenin ve Hariciyenin tazyikleriyle bu iki büyük imam tarafından oluşturulmuş.
Bizler herhangi bir itikadî amelimizin, bakışımızın, duruşumuzun kökenlerini merak edersek, adım taşları ve izler bizi bu iki büyük imama götürüyor..
Bu anlamda kâinatın bir kitap olarak okunması teması, "âyat-ı tekviniye" adı verilen varlıkların bir âyet olarak okunması teması Bediüzzaman ile yepyeni ve çok zengin muhtevaya ve tecrübeye kavuşmuş olduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz…
Âyetü'l-Kübra risalesinin yazılabilme tahayyül ve tasavvurunu bir romantik eğlence olarak değil, çok ciddi bir kozmoloji tasavvuruna, çok ciddi bir ontoloji onarımına hamletmek zaruridir ve şarttır…
İşte Bediüzzaman aslında Eş’arî itikada ve mezhep olarak da Şafi mezhebine mensup iken, hem amelleri, hem de eserleri açısından Maturudî bir çizgide yürümüş, akıl ile kalbin birlikte yürüdüğü, Müslümanın dünyaya yüzünü büsbütün dönmediği, bilim ile iç içe bir yola kapı aralıyor.
Bir çok ehli tarik; "Ey Üstad bizim geçtiğimiz tedrisat dünyayı çirkin gösterir ve tevessül ettirmez, oysa senin eserlerin buna aykırı gibi duruyor", demiştir.
Dünyayı ahiretin semeresi olarak teşhis eden Üstad Hz.'nin cevabı çok manidar; "dünya bu cihetle belki muhabbete layıktır, nefrete değil..."
Bu okuma yöntemi ile Üstad Hz.’nin yazdığı her eserde, kainatta işleyen her kanunun arkasındaki esmayı görüp, hem sebebi nazara vermiş, hem Müsebbib-ul Esbap üzerinden aynı kanundaki hikmetleri…
Haydi Uzunca bir örnekle Bediüzzaman’ın hangi üniversitede bunları öğrendiğini sormamızı gerektiren, bir metni okuyalım beraber;
“Kanın heyet-i mecmûası ise, iki vazife-i umumiyesi var. Biri bedendeki hüceyrâtıntahribâtınıtâmir etmek; diğeri hüceyrâtın enkazlarını toplayıp, bedeni temizlemektir. Evride(toplardamar) ve şerâyin(atardamar) nâmında iki kısım damarlar var ki; biri sâfî kanı getirir, dağıtır, sâfî kanın mecrâlarıdır. Diğer kısmı, enkazı toplayan bulanık kanın mecrâsıdır ki, şu ikinci ise, kanı, "ree"(akciger) denilen nefesin geldiği yere getirirler.
Sâni-i Hakîm, havada iki unsur halk etmiştir: biri azot, biri müvellidü'l-humuza. Müvellidü'l-humuza(oksijen) ise, nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvîs eden(kirleten) karbon unsur-u kesîfini(katı elementi) kehribar gibi kendine çeker. İkisi imtizâc(birleşir) eder, buhar-ı hâmız-ı karbon denilen (semli havaî(karbondioksit)) bir maddeye inkılâb ettirir; hem hararet-i garîziyeyi(vücüdun normal ısısını) temin eder, hem kanı tasfiye eder(temizler). Çünkü,Sâni-i Hakîm, fenn-i kimyâda(kimya ilminde) aşk-ı kimyevî tâbir edilen bir münâsebet-i şedîdeyimüvellidü'l-humuza(oksijen) ile karbona vermiş ki; o iki unsur birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u İlâhî ile, o iki unsurimtizâc ederler(birleşirler). Fennen sabittir ki, imtizâcdan(birleşme - aksiyon) hararet hâsıl olur. Çünkü,imtizâc, bir nevi ihtiraktır(yanmaktır). Şu sırrın hikmeti şudur ki:
O iki unsurun, herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var. İmtizâc vaktinde her iki zerre, yani onun zerresi, bunun zerresiyle imtizâc eder(birleşir); birtek hareketle hareket eder. Bir hareket muallâk kalır. Çünkü,imtizâcdan evvel iki hareket idi; şimdi, iki zerre bir oldu. Her iki zerre, bir zerre hükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sâni-i Hakîmin bir kanunu ile, hararete inkılâb eder. Zâten, "Hareket, harareti tevlid eder(çıkarır)" bir kanun-u mukarreredir(kat'i kanundur).
İşte bu sırra binâen, beden-i insaniyedeki hararet-i garîziye, bu imtizâc-ı kimyeviye ile temin edildiği gibi; kandaki karbon alındığı için, kan dahi sâfî olur. İşte, nefes dahile(içeri) girdiği vakit, vücudun hem âb-ı hayatını temizliyor, hem nâr-ı hayatı(hayat ısısınız, Vücudun harareti) iş'âl ediyor(yayıyor). Çıktığı vakit, ağızda, mu'cizât-ı kudret-i İlâhiye olan kelime meyvelerini veriyor.”
[Sanatında akılların hayrete düştüğü Allah, her türlü kusur ve noksandan uzaktır.]” (Sözler-544)
Tam da böyle bir örnekle, TermoDinamideki hararet kanunu ile beraber işleyişi binlerce bilim adamının yüzyıl sonra bile açıklamakta zorlandığı verileri, arkasındaki hikmetlerle işleyip, sonunda hem akla hem şükre kapı açması, kendine has bir üslup ile hepimizin örnek model olarak göreceği bir hayat çizgisi ve bir kainat okuma yöntemi veriyor bizlere.
Bu çizgi elbette ferd olarak ya da toplumsal boyutta sosyal ilişkilerimize bir mihenk getirdiği gibi, siyasal anlamda günümüz koşullarında da uygulanabilecek düsturlar ve ölçüler getiriyor. Elbette bir sonraki yazıda da buna değineceğiz inşallah. Selam ve dua ile