RİSALE HABER
Son Şahitlerden Ahmed Fuad Güven ağabeyi vefat yıldönümünde rahmetle anıyoruz.
Merhum Ahmed Fuat Güven 1897 Eflani doğumludur. Gençliğinde önce imamlık yapan ve talebe okutan Ahmed Fuat hoca, daha sonra Kastamonu’da eğitim alarak muallim olur. Bu arada Risale-i Nur’u tanır ve Bediüzzaman Said Nursi hazretlerine talebe olarak intisap eder. Üstad’a, 1943 senesinde, Kastamonu yıllarının son zamanlarında iken ilk ziyaretini gerçekleştirir. Lâhika mektuplarında ismi çokça geçmektedir.
Eflani'de çeşitli okullarda öğretmenlik yaptıktan sonra, 1943 yılında tekaüt (emekli) olan Ahmed Fuat efendi, 13 Temmuz 1985 tarihinde vefat etmiştir. Mustafa Sungur ağabeyin Risale-i Nur’u tanımasına vesile olan en birinci saik Emekli Muâllim Ahmed Fuat Güven’dir. Bu hususta çok ilginç bir hatırası vardır… Ömer Özcan'ın Ağabeyler Anlatıyor kitaplarında şöyle konuşmuştu.
SUNGUR, “HALKI ZEHİRLİYOR” DİYE ALEYHİMDE KONUŞURMUŞ
Mustafa Sungur ağabeyi nasıl kazandınız?
1945’li yıllardı. Ben bir köyde muâllim, Sungur başka bir köyde muâllim. O zamanlarda ben bazen köy köy dolaşır camilerde vaaz verirdim. Sungur, benim için “halkı zehirliyor” diye aleyhimde konuşurmuş. Sungur “Köy Enstitüsü” mezunu idi. Bir gün beni Sungur’un muâlimlik yaptığı köye derse davet ettiler. Fakat bir hâdise çıkmasın diye de Sungurla beni karşılaştırmak istemiyorlardı. Neyse muâllimlik yaptığı köyünde camide ders verirken, Sungur da gelmiş beni dinlemiş. Herkes dağılıp gittikten sonra, biz de misafirliğe gidiyorduk.
Arkadan Sungur bir lüks yakıp geliyor. Ev sahibine kendisinin de gelmek istediğini söylüyordu, ben de duyuyordum. Ev sahibi hâdise çıkmasından çekindiğinden gelmesini istemiyordu. Ama ben “gelsin” dedim. Sabaha kadar oturduk, dersler yaptık. Artık her nereye gitsem karşımda Sungur’u görmeye başladım.
Daha sonra ona Risale-i Nur’lardan vermeye başladım. O çok terakki etmişti. Üstad’ı ziyarete gitmeye karar verdi. Ben hizmet burada diye karşı çıktımsa da o gitti... Sonra Babası “oğlumu zehirledin” diye bana çatmaya başladı. Bir gece de onunla konuştuk, o da hatasını anlayıp memnun oldu.
“Ahmed Fuad” (R.H), “Selahaddin Akyıl” ve “Mustafa Sungur” Ağabeyler. Mülâyim Köyü – 1962
SUNGUR AĞABEY NE DİYOR
Mustafa Sungur ağabey Köy Enstitüsü’nde okurken bazı muâllimlerin dinsizlik dersleri verdiğini ve kendisinin “...o muzır fikirlere kapılarak ve (hâşâ!..) inanarak etrafına neşretmeğe başlamış bir bîçare insan” olarak bulunduğu sırada “birdenbire Risale-i Nur gibi Kur'anın feyzinden fışkıran, iman ve İslâmiyet hakikatlarını gayet parlak bürhanlar ve hârika deliller ile isbat eden...” Nurları tanımasını kendi kalemi ile Afyon Mahkemesine karşı, şu şekilde haykırmaktadır:
“Ben şahidim ki: Ben Kastamonu Gölköy Enstitüsü'nde okurken bazı muallimler tarafından bize dinsizlik dersi verilmişti. Hâşâ!.. Hazret-i Kur'anı Hazret-i Peygamber'in yazdığını ve İslâmiyet'in artık mülga olunacağını, medeniyetin ilerlediğini, bu asırda Kur'ana ittiba etmek büyük bir hata ve gerilik olduğunu, hattâ bir gün bir muallimin yaptığı gibi; İslâmlar namaz kıldıkları ve âhireti düşündükleri için daima muzdarib bir halde, ömürleri elem içinde geçtiğini ve İslâm câmilerinde daima bir ölgünlük havası estiğini, Hristiyanların kiliselerinde ise daima neş'e ve canlı hayat bulunduğunu ve Hristiyanlar çalgı ve saire gibi eğlencelerle hayatın tadını alıp ömürlerini neş'e içinde geçirdiklerini söylüyorlar.. kalblerimizdeki iman ve İslâmiyet bağlarını koparmağa ve onun yerinde inkâr ve küfür yerleştirmeğe çalışıyorlardı.
İşte böyle zehirli fikirlerle aşılanmış ve böyle tehlikeli muzır dinsizlerin dersleriyle maneviyatı öldürülmek istenmiş ve hattâ o muzır fikirlere kapılarak ve (hâşâ!..) inanarak etrafına neşretmeğe başlamış bir bîçare insanın, birdenbire Risale-i Nur gibi Kur'anın feyzinden fışkıran, iman ve İslâmiyet hakikatlarını gayet parlak bürhanlar ve hârika deliller ile isbat eden ve din-i İslâmın daima insanların saadet ve selâmetine vesile, sönmez ve söndürülmez bir manevî güneş olduğunu izah eden eşsiz bir Nur-u Kur'anın birkaç risalesini okumakla bütün o zehirli fikirlerini atıp imanı elde ederek duyduğu sonsuz sevinç ve bahtiyarlığı te'lif ettiği mübarek Nur risaleleriyle ona kazandıran müşfik ve vefakâr ve hakikî kahraman Üstad Bediüzzaman hazretlerine arz etmesi, eski gaflet ve dalalet hayatından kurtulup, iman ve nura kavuştuğunu ve hakikî imanı kazandıran Risale-i Nur'un bu asrın bütün insanları için bir şems-i hidayet ve vesile-i saadet ve onun müellifliğiyle tavzif edilen üstad-ı muhteremin bu pek büyük ve yüce imanî hizmetiyle onun bu beşeriyete, hususan ehl-i imana bir lütf-u İlahî olduğunu hayranlıkla arzetmesi...” Mustafa Sungur (Şuâlar 557)
BEDİÜZZAMAN: SEN BİZE SUNGUR’U HEDİYE ETTİN
Üstad Hazretlerini ilk ziyaretinizde Üstadımız size neler söyledi?
İlk ziyaretim: (Kastamonu’da) Üstad’ın elini öptüm. Bana: “Seni geri dönmüş diye duymuş ve üzülmüştüm, hatta mektup yazın demiştim” dedi. “Bu zamanda, cereyanlara kapılmadan imanını kurtararak muhafaza eden birisi, eski zamandaki yedi evliyanın Cenab-ı Hakk indindeki makbuliyeti kadar kıymeti vardır. Sen bize Sungur’u hediye ettin, Sungur en az bin kişinin imanını kurtardı. Şimdi Sungur’un makamını anla ve hepsinden aynı misil sevap sana da veriliyor. Bunun için seni dönmüş diye duyunca çok üzülmüştüm” dedi.
NEFİS VE MALINI CENAB-I HAKK’A SATTI
Ahmed Fuad Ağabey (R.H.), Emirdağ Lâhikasındaki bir mektuptan anlaşıldığı üzere, tıpkı “Hâfız Ali” (R.H.) ve “Hasan Feyzi” (R.H.) gibi “bâki kalan ömrünü Üstadına bağışlayanlardan”, Bu meseleyle alâkalı Üstadımızın iki mektubundan birisi şöyle:
“O beş Ahmed'den Safranbolu'da Hasan Feyzi'nin tam yerine geçen tam vârisi Safranbolulu Ahmed Fuad'ın, gayet samimî ve fedakârane mektubunda, benim bedelime, aynen Hasan Feyzi, Hâfız Ali gibi; bâki kalan hayatını bana verip, benden evvel berzaha gitmek için dua ediyor.” (Emirda Lahikası 212)
Yine Emirdağ Lâhikasında ikinci bir mektuptan anlaşılacağı gibi “âdeta sermâyesinin kısm-ı a’zamını” Nur hizmeti için nefsi gibi malını da feda ediyor:
“Safranbolu Eflani nahiyesi Mülayim Köyü'nde mütekaid muallim bir kardeşimiz ve Nur'un has şakirdi, Nurların neşri ve tab'ı için âdeta sermayesinin kısm-ı a'zamını teberru etmek istiyor, kabulünü rica ediyor. Ben bu hâlis ve has kardeşimizin fedakârane ve hâlisane ricasını reddedemiyorum ve dünya malları kaide-i şahsiyeme girmediği ve muavenetleri kendime kabul etmediğim için bu işdeki maslahatı da bilemiyorum. İki Isparta'nın kahramanlarına ve Hüsrev ve Tahirî ve arkadaşlarına ve Nazif ve refiklerine bu mes'eleyi havale ediyorum. Nur'un neşri için böyle çok büyük bir hayır ve sevaba mani' olamam. Sizler ya bütün niyet ettiği mikdarı veyahut bir kısmını iki hisse ile, biri büyük Isparta'nın, biri küçük Isparta'nın makinelerine verilsin. Onun istediği gibi ya teberru veya ileride başka muavenet edenler gibi bir mukabele nev'inde, ya Nurlardan veya başka bir istediği ne varsa vermek suretiyle o has kardeşimizi memnun edersiniz.” (Emirdağ Lahikası182)
Üstadımız Emirdağ Lâhikalarının çok yerlerinde Ahmed Fuat ağabeyden daima sitayişle bahsetmektedir.