Dünya edebiyatında ve siyasi tarihinde mektuplar çok önemli metinlerdir. Psikanalistlerin sahanın sorunlarını birbirleriyle tartıştıkları mektuplar, konuyu daha sağlam bir temele oturtmak içindir. Diğer ideolojilerde de böyledir. Namık Kemal‘in mektupları edebiyatımızın ve kendi kişiliğinin birçok meselesini aydınlığa çıkarır.
Dekart, Avrupalı devlet adamları, prens ve prenseslere yazdıkları mektuplarla onlara demokrasi ve hür düşünceyi öğretmeye çalışır. Bediüzzaman çok geniş düşünceli bir sanat, düşünce, fikir ve din adamıdır. Bu mektupların yerini bildiği için Barla‘dan başlayarak öğrencileri ile mektuplaşır, onların mektuplarını yayınlar. Mektupların arasında da davanın nasıl neşredileceğini izah eder.
Türkiye’de dini, siyasi hareketlere Bediüzzaman’ı okumuş insanlar da katılmıştır ama onlar Bediüzzaman’ın mektuplarda çizdiği yönlendirme ve ikazları dinlemedikleri, onun yerine siyasi partilerinin liderlerini dinledikleri için zamanla hareketten kopmuşlardır. Bediüzzaman da onları manen dışarı itmiştir. Çünkü Bediüzzaman “din mal-ı umumidir“ der. Dinin bir sınıfın tekelinde olmasına katiyyen yanaşmaz.
İkinci meşrutiyetten sonra partilerde, hiçbir dini nitelikli hareketin yanında olmamıştır. Çünkü toplumun vahdetini bozan hareketlerdir ve gerçekten de bu hareketler bizim siyasi tarihimize yeni bir şey ilave etmemişlerdir. Din ve millet içerikli partiler bizde iflah olmamıştır. Gelecekleri yoktur olamaz da.
Bir gün Demirel’in yanına gider cematin ileri gelenleri. O sırada masada Üstadın bir mektup mecmuası durmaktadır. Bizden biri neden risale değil de mektup okuduğunu sorar ama sanki mahiyet olarak hafif gördüğünü ima eder. Demirel “Ne söylüyorsun kardeşim. Bu mektuplar dünyayı idare edecek cümlelerle dolu” der.
İşte bugün FETÖ kendi teorisini ortaya koymuştur. Bediüzzaman, “gayri meşru tarik zıddı maksuda gider“ diyor. Hareket zıddı maksuda gitmiştir, yeni şeyler getireyim derken tarihimizde görülmemiş bir ihanet hareketine dönüşmüştür. Bunun nedeni Nebevi bir tarz-ı hareketi kişisel görüşlerle kulak ardı etmenin yüzündendir.
Bediüzzaman, başkasının dilinden metottan ayrılmamayı ısrarla vurgular.
“Ey insanlar, adâveti bırakınız, Kur’ân dersini dinleyip birleşiniz; yoksa sizi mahvedeceğiz" diye beyanıyla bu zamanın şartları ve icapları karşısında tarz-ı hizmeti yine Kur’ân’ın nuruyla göstererek hakîmâne irşadın ve tevfik-i İlâhiyeye muvafık hareketle isabetli hizmetin ifası gibi noktalardan Risale-i Nur’un lüzum ve ehemmiyeti metodlarını tebarüz ettiriyor. İşte, lâhika mektupları bu gibi hususlara da işaret ediyor. Değişen dünya hadiseleri, geniş ve küllî meseleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’âniyenin esaslarını ders veriyor.” Bu ifade Bediüzzaman’ın tensibi ile Tahirî, Zübeyir, Hüsnü, Bayram, Mustafa Sungur, Bayram Abilerin denetiminde yapılmıştır.
Bir nehir, deniz veya göl sulamada kullanılır. Ama sulama kanalları planlı değilse hem suyu kaybeder hem de ürün gerektiği gibi sulanamaz. Önemli olan metottur. İşte FETÖ hareketi suyu bulmuş ama sulama kanalları bozuk, arızalı olduğu için sayısız yanlışları, elemleri getirmiştir.
”Risale-i Nur’un telifi ve neşriyle beraber bu lâhika mektuplarının zuhuru, devamı ve neşri, bizzat Muhterem Müellifi tarafından yapılması ve tensip edilmesi ve müteaddit mektuplarda da bu lâhikaların kıymetini ifade buyurmaları ve nazara vermeleri, herhalde bu lâhikaların ehemmiyetini tebarüze kâfidir. Evet, Risale-i Nur’un telifi, zuhuru ve neşriyle beraber hizmet-i Nuriyenin ve ders-i Kur’âniyenin tâliminde ve ifasında ve meslek-i Nuriyenin taallümünde ve uzun bir zamandaki hizmetin devamında vâki olacak binler ahval ve hücuma mâruz talebelerin cereyanlar karşısında sebat, metanet ve ihlâsla hareketlerinde onlara yol gösterecek, hizmet-i Kur’âniyenin inkişafında suhulete medar olacak ikaz ve ihtarlara elbette ihtiyaç zarurîdir, kat’îdir, bedihîdir. İşte Hazret-i Üstadın bu gibi şüphe götürmez hakikatlere ve meselelere isabetle parmak basıp dikkati çekmesi, talebelerini ikazda bulunması, elbette bu hizmet-i kudsiyenin ehemmiyeti iktizasındandır.” Bediüzzaman ne demişse mektuplarda odur, kimse bunları uzatamaz kısaltamaz. Neşri, talimi, ifası, mesleğin taallümü bu mektuplarda vardır. Bunları nazara almayan iflah olmaz. Olmamış ve olamaz. Çünkü onlar fıtrat kanununa uygun şeylerdir.
Bediüzzaman, Atatürk’e “nevi beşerde bir yenilik yapacak olanın kainattaki kanunu fıtrata uygun hareket etmesi gerekir” der. Yoksa sayi, çalışması heba olur. Şu an FETÖ hareketi hüsrandadır. Baharı hızlı getiremezsiniz, o tabiattaki kurallara göre gelir, bakarsın sonbaharın sararmış otlarının arasından yeşil otlar çıkar bir süre sonra her taraf yeşillenir. Tabiat kanunları ile siyasi kanunların birlikteliğini siyasi teorisyenler söylemiştir ama doğrudur.
“Bu yirmi beş seneden beri hiçbir gazeteyi okumayıp, dinlemeyip, dünkü gün, bana hizmet eden bir adam, gazetenin bir parçasını bana okudu. İçinde, Ankara Maarif dairesi iki milyon zararla, hem yine Ankara’da otomobil garajı binası, aynı vakitte İzmir de ehemmiyetli fabrika, hem aynı vakitte Adada büyük bir binanın tamamen yandığını işittiğim vakit, pek çok teessür ve yazıklarla bu fakir millete acımakla, aynı zamanda bütün ömrümde çekmediğim bir sıkıntı içinde, hiçbir mahkemede benim gibi ihtiyar ve hasta halimde dört buçuk saat mütemadiyen ifademi sualcevaba mecbur olduğum bir zamanda, eğer bura adliyesinin insaniyeti ve bir derece şefkati olmasaydı katiyen dayanamadığım gibi, kat i karar vermiştim ki, sert bir sözle, bu soğukta, bu hastalığımda hapse girmeyi gözüme almıştım. Hatta bana hizmet edenin birini odamda yatırmak, birine bir tokat vurup benim hizmetim için hapse, yanıma gelmek için karar vermiştik. Fakat bura adliyesinin insaniyeti ve inayet-i İlahiye bana sabır verdi, tahammül ettim.
Bu acip vaziyetim ve asılsız evhamın sebebini merak ettim. Gençlik Rehberi nin resmen tab edilmesi ve intişarı pek çok mektepleri tenvir etmiş, hatta Ankara Darülfünunundaki ve İstanbul Darülfünunundaki kıymettar gençlerin Risale-i Nur’un esasatını, bu vatan milletinin saadetine bir vesile olduğunu bilmeleri ve pek çok muallimler, hamiyet-i milliye ve vataniye ve haysiyet-i ilmiye cihetiyle Risale-i Nur a kemal-i iştiyakla alakadar olmaları, Maarif dairesinin nazar-ı dikkatini celb etmiş; Nurlara karşı bir derece beğenmemek tarzında bir ilişmek istemişler.”
Yirmi beş yıl gazete okumamış. Siyasi hevesi olsa okurdu. Yaşlı bir insan gazete okuyup ne yapacaktı. Onun işi eserinin çeşitli yerlerde intişar etmesidir. Dört buçuk saat ifadeye zorlanmasını bile hoş görür, ne beddua eder, ne de tarzını yetersiz görür.
“Gizli düşmanlarımız hükumetin ehemmiyetli ve bir kaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla Menemen ve Şeyh Said hadisesi gibi bir hadise çıkarmak için bütün kuvvetiyle, en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda, her desiseyi istimal ettiler. Gördüler ki, Eski Said yok; yenisi ise herşeye tahammül ediyor. O planı sair suikastlere, ezcümle zehir vermeye tebdil ettiler. Hıfz-ı İlahi onu da akim bıraktı. Şimdi o münafıklar resmen hükumetin nüfuzunu benden halkları ürkütmek ve vazgeçirmek için burada dehşetli bir propaganda ile istimal ediyorlar. Fakat siz hiç telaş etmeyiniz. İnayet-i Rabbaniye devam eder. Gittikçe fütuhat-ı Nuriye tevessü ediyor.”
Şeyh Said ve Menemen vakası gibi bir olayı doğurmak için olmadık baskı yaparlar. Bediüzzaman sabreder ve nurların intişarından memnun olur. Bu mektuptan bugüne uygulama değişmemiştir, önemli olan eserlerinin okunması ve insanların istifadesidir. Okumak, kendi için okumak dışarıdan bir gayeye matuf okumak değil. Sanat sanat içindir diye bir teori var. Din din içindir, dini bir maksad için kullanmak dinin safiyetini bozar.
“Risale-i Nur’un "Lahika Mektupları" ismini alan bu mektuplar, Nur Talebelerinin rûhî birçok ihtiyaçlarını tatmin etmiştir; hem Risale-i Nur talebelerine Kur’an ve îman hizmetinde birer rehber hükmüne geçmiş.”
Rehberiniz yoksa bir şehri gezemez, bir aleti kullanamazsınız. İşte Bediazzaman’ın eserleri lahikalarda, mektuplardaki rehber cümlelerdir. Onları göz ardı eden hem kendine hem topluma zarar verir. Kaddafi, Müslüman Kardeşler hareketi ve benzerleri bu yüzden akamete uğramıştır.
Risaleler hiçbir şeye alet, tabi ve basamak olamaz. Garaz ve maksad ile kirletilmez. Dahili ve harici yardımcılara ehemmiyet ve kuvvetlerine Risale-i Nur önem vermiyor. Güç onun hizmetidir, o hizmetin bir garaz ve maksada alet, tabi ve basamak olmamasıdır. Basamak olursa gücünü yitirir tıpkı günümüzdeki gibi.
Risale-i Nur‘a ilişenler iflah olmaz. Bu metodik ihanettir veya hakikate ihanettir veya topluluğa ihanettir. Biz bir himayet ve inayet altındayız. Bize ilişenler, ahirette şiddetli tokat yiyecekleri gibi, dünyada dahi bir kısmı çabuk çarpılır.
“Risâle-i Nur, hürriyet, emniyet, adâlet ve âsâyişi tahkîkî îmanla temin eder Kur’ân-ı Hakîmin sırr-ı hakîkatiyle ve i’câzının tılsımıyla, benim ve Risâle-i Nur’un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gâye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün îdâm-ı ebedîsinden îmân-ı tahkîkî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübârek milleti de her nevî anarşîlikten muhâfaza etmektir.”
Risale-i Nur emniyet, adalet, asayiş ve hürriyeti temin ediyor. FETÖ hareketi bunların dördünü de sabote etmiştir. Bu yüzden bir mukayese yapmıyorum, ama bazı kasır ve maksatlı akıllar Bediüzzaman’ın anlamadıklarından veya çekemediklerinden onu mualla mevkiinden indirmek için çabalıyorlar. Bir de biçareleri kurtarmak ve anarşilikten muhafaza etmek. Babalarının ihtirası yüzünden yıkılmış ümitler, nasıl tamir edilir? Bunun sorumlusu bu harekete katılan insanlardadır. Anarşi de var, biçarelerin ızdırabı da. Batı felsefesinden doğmuş bir yıkım hareketidir, din sadece bir araç olarak kullanılmıştır. FETÖ hareketi, bir yerde batıdaki ihtilaller tarihindeki şablonu sureta bir İslamla monte etmiş ortaya acip garip bir uygulama çıkmıştır. İşin arkasında büyük siyasi organizatörler var. Bediüzzaman’ın içimizdeki batıcılar için “Avrupa orada üflüyor biz burada oynuyoruz” der. FETÖ’nün oynadığı da budur işte. Bu hareket Türkiye’deki harp okulunda, üniversitede, askeri lisede… Hepsi dar bir vadide harekettir, sanata, siyasi tarihe, edebiyata daha birçok şeye kapıları kapalı bir eğitim.
“Risale-i Nur’un gerçi siyâsetle alâkası yoktur, fakat küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşîliği ve üstü olan istibdâd-ı mutlakı esâsiyle bozar, reddeder. Emniyeti, âsâyişi, hürriyeti, adâleti temin ettiğine yüzer hüccetlerden biri, bu müdâfaanâmesi hükmünıdeki Meyve Risâlesi’dirCenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki; binler haysiyet ve şerefimi bu vatandaki bîçarelerın istirahatine ve onlardan belâlann def’ine fedâ etmek için bana bir hâlet-i rûhiyeyi ihsan eylemiş ki; ben de, onların yaptığı ve niyetinde bulunduklan tahkirât ve ihânetlere karşı tahammüle karar vermişim. Bu milletin âsâyişine, husûsan mâsum çocukların ve muhterem ihtiyarların ve bîçare hastalann ve fakirlerin dünyevî istirahatlerine ve uhrevî saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi fedâ etmeye hazırım.”
Asayişi temin, masum çocukların, muhterem ihtiyarların, biçare hastaların, fakirlerin korunması ve huzuru için binler hayatını ve binler şerefini fedaya hazır. FETÖ, asayişi bozmuş, masum çocukları psikolojik buhranlara itmiş. Babaları içerde olan çocuklar ne düşünüyor. Çocukları tutuklanmış babalar, ihtiyarlar neler hissediyor? Ya hastalar? Kaç türlü hasta oluyorlar?
FETÖ’nün tamamen yeni bir kurguda kırk yıldır çalıştığı ve kırk yıl öncesinden bir silahlı mücadeleye hazırlandığı ortaya çıkmıştır. Eğer bir hareket varsa o hareket Bediüzzaman ve talebeleriyle müşavere edilmeli idi. Halbuki tam aksi, onlar kendi dışındaki insanları aşağıladı, değerlerini hafife aldılar. Ama Bediüzzaman müşavereyi zaruri görür: “Meşveret-i şer’iye ile reylerinizi teşettütten muhafaza ediniz. İhlas Risâlesi’nin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa, az bir ihtilaf bu vakitte Risâle-i Nur’a büyük bir zarar verebilir.“ Meşveretten kopan bir hareket elbette iyi sonuçlara varmaz.
“İman mal-i umumîdir Nur şakirdleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünkü îman, mal-i umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalalete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esasdır.” (Emirdağ Lahikası-I, s. 157.)
Bediüzzaman Hz. Ali’nin meslek ve meşrebini devam ettirir, siyasetle uğraşmaz. Vazifesi başka idi. Aynen öyle de Bediüzzaman‘ın siyasetten uzak durması bu yüzdendir.
Bu konuyu bir soru ile cevaplandırır Bediüzzaman:
“Hilafet-i İslamiye noktasında İmam-ı Ali’nin fevkalade iktidarı, harikulade zekası ve yüksek liyakatiyle beraber seleflerine nisbeten muvaffakıyetsizliği nedendir?
Elcevap: O mübarek zat, siyaset ve saltanattan ziyade, daha çok mühim başka vazifelere layık idi. Eğer tam muvaffakıyet-i siyasiye ve tamam saltanat olsaydı, "Şah-ı Velayet" ünvan-ı manidarını bihakkın kazanamayacaktı. Halbuki zahirî ve siyasî hilafetin pekçok fevkınde manevî bir saltanat kazandı ve Üstad-ı Küll hükmüne geçti; hatta kıyamete kadar saltanat-ı manevîsi baki kaldı.”
Bediüzzaman, ak ehlinin maddi kuvvet ile hakkını müdafaa etmesinin şiddetli zulümlere neden olacağını söyler. Tıpkı bugün yapılan şiddetli zulümlere neden olmuştur. Bu okunsa ve amel edilseydi bugünlere gelinmezdi.
“Şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş’et eden hodgamlık ve asabiyet-i unsuriye ve Umumî Harpten gelen istibdadad-ı askeriye ve dalaletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak, hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak, o halette o da elzem olacak ve mağlûp kalacak.” Bir takım ütopistlerin yüzünden çok biçareler şu anda yanmıyor mu? Siz şiddetli zulmü millete yaparsanız cezası da daha büyük bir şiddet ile ödetilir. Arada biçareler yanacaklardır ve yanmaktadırlar.
Bediüzzaman geçici ve değişken siyaset dairelerini ne kendine ne talebelerine layık görmez: “Madem bu zamanda, herşeyin fevkinde hizmet-i îmaniye bir kudsî vazifedir; hem kemiyet keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır; hem muvakkat ve mütehavvil siyaset daireleri ebedî, daimî, sabit hizmet-i îmaniyeye nisbeten ehemiyetsizdir, mikyas olmaz. Risale-i Nur’un, talimatı dairesinde bize bahş ettiği feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddimden fazla fevkalade hüsn-ü zan ile müfritane ali makam vermek yerine, fevkalade sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lazımdır; onda terakki etmeliyiz.“
Bediüzzaman açıkça “ihtilale sebebiyet veren vaziyetler zulmü genişletir” diyor. Bütün ihtilaller tarihi bu cümlenin izahıdır. Bizdeki ihtilaller de böyledir. Bunu bildiği için bunu “İhtilale sebebiyet veren vaziyetler zulmü genişletir“ diyor.
"Risale-i Nur’un dört esasından birisi olan “şefkat etmek, zulüm ve zarar etmemektir.” Çünkü وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى yani, “Birisinin hatâsıyla, başkası veya akrabası hatakâr olmaz, cezaya müstehak olmaz” olan düstur-u irade-i İlâhiyeye karşı, bu zamanda اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ sırrıyla şedit bir zulümle mukabele eder. Tarafgirlik hissiyle, bir câninin hatâsıyla, değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adâvet eder. Elinden gelse zulmeder. Elinde hüküm varsa, bir adamın hatasıyla bir köye bomba atar. Halbuki bir mâsumun hakkı, yüz câni için feda edilmez; onların yüzünden ona zulmedilmez. Şimdiki vaziyet, yüz mâsumu birkaç câni için zararlara sokar. Mesela, hatâlı bir adama müteallik, biçare ihtiyar valide ve pederi ve mâsum çoluk çocukları ezmek, perişan etmek, tarafgirâne adâvet etmek, şefkatin esasına zıttır."
İhtilalin meydana getirdiği sonuçlar cümlenin sonunda açıkça ortaya konmuştur. Hatalı bir adam yüzünden biçare ihtiyar annesi, babası ve masum çocuklar ezilir ve perişan edilir. işte mektuplar davanın nerelerde durması nerelerde çalışmasının esaslarını anlatır. Bunları bilmeyen kendine bir yol açar, yüzyıllardır denenmiş ve sonuç alınmamış ihtirasların sonucunu hepimiz görmekteyiz. Dünyayı ve siyaseti yeniden keşfetmek gerekmez.