Bediüzzaman Said Nursi 1. Meclisten ve Atatürk’ten ne istedi?
Hür adam ile ilgili tartışmalar gittikçe yoğunluk kazanmaya başladı. Tartışma arttıkça doğrular da bir bir ortaya çıkıyor.
Bazı çevreler tarafından ilk günlerde Üstadın Atatürk’le görüşmesi inkar edilirken şimdi “iki görüşme kesin üçüncü görüşme ile ilgili belgeye rastlamadık gibi” açıklamalar dile getiriliyor.
Bu konuda hakkını vermek lazım Haber Türk ile CNN Televizyonları fark attı.
Tartışılan konu başlıklarını sıralarsak genel olarak;
Atatürk’le Said Nursi gerçekten görüştü mü? Görüştüyse bu görüşme nasıl sürdü? Hangi noktada ayrılığa düştüler?
Said Nursi bir hain miydi? Yoksa bir kahraman mıydı?
Said Nursi Cumhuriyet düşmanı mıydı?
Said Nursi Atatürk’e sert çıkışta bulundu mu? gibi başlıklar altında toplanabilir.
Yaptığım bir tespiti burada söylemem gerekiyor. Anladım ki, bizim aydın diye nitelendirdiğimiz popüler insanlar henüz Said Nursi’yi ve fikirlerini tam manasıyla anlamış değiller ve anlamak için de çaba göstermiyorlar.
Tartışmalardan şu sonuçlar belirgin bir şekilde ortaya çıktı diyebiliriz.
Said Nursi dindar bir Cumhuriyet istiyordu. Ama Atatürk, dinin yok sayıldığı bir Cumhuriyeti uygulamaya koyduğundan bu noktada anlaşamadılar.
Bediüzzaman Said Nursi’nin bir kahraman olduğu artık muhalifler tarafından da kabul edilmeye başlandı. Kerhen de olsa bunu dile getiriyorlar.
Said Nursi sırf Atatürk’e muhalif olduğundan dolayı bu kadar zülüm gördü, bu konuda hemen her kesim ittifak ediyor. Zaten kendisi de aynı şeyi söylemişti. Bana bu kadar eziyet etmelerinin nedeni “Mustafa Kemal’e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır.” (Emirdağ L. Sh. 247) Demişti.
Kadınlarla ilgili olumlu düşünceleri henüz yeterince dile getirildiği söylenemez.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin o günkü yönetimden istediği şey tekrar ifade etmek gerekirse, dindar bir cumhuriyetin kurulması idi, ülkeyi yönetenlerin dindar olmaları ise görevleri icabı gerekliydi ve bir de halifeliğin kaldırılmamasıydı.
Ancak uygulamada küçük bir değişiklik istiyordu. Oluşturulacak Büyük Millet Meclisinin bu görevi üstlenebileceğini söylemişti. Halifelik kaldırılırsa başka yerde başka insanlar bunu istismar etme ihtimalinden dolayı “Eğer, şeairi İslam’iyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mana-i hilafeti dahi vekâleten deruhte etmezse”… “inşikak-ı asaya sebebiyet vereceğini” (Tarihçe-i Hayat sh. 127) savunmuştu.
Bu gün halifelik hususunun çok fazla irdelenebildiğini söyleyemem.
Bu konu nedense sağlıklı tartışılamıyor ve herkesin anlayacağı bir ifade ile dile getirilemiyor. Halifelik gelirse, padişahlık da gelecek zannediliyor.
Nitekim kendisine de bu endişeler sorulmuştur. "Acaba daha Sultan Hamid gibi padişah tahta çıkmayacak mıdır? Eski hal olmayacak mıdır?" sualine onların anlayacağı dilde kesin bir ifade ile red cevabı verilmiştir. “Acaba sizin şu siyah çadırınız parça parça edilip yandırılırsa havaya savrulursa o külden yeniden çadır edip içinde oturmak kâbil midir?” (Münazarat sh.52) diyerek bunun kesin olarak mümkün olmadığı dile getirilmiştir.
Hem halifeliği istemek yanlış yorumlara da neden oluyor. Bu ifadeden Said Nursi’nin direk olarak “Şeriat” istediği iddia ediliyor. Oysa O’nun “Meşrutiyetin kabul edilir ve uygulanabilir” olduğunu savunması farklı bir yaklaşımdır. “İslami açıdan meşrutiyet kabul edilebilir bir sistemdir” Demeye getiriyordu.
Direk Şeriatı istemek ayrı şeydir. Şeriatı isterken herkesin anlayacağı dilde bunu ifade etmekse ayrı şeydir. Birincisi fazlasıyla tepki aldığı halde diğeri olumsuz tepki almadığı ve destek gördüğü söylenebilir.
Bunun en güzel örneği 31 Mart sonrası kurulan Hurşit Paşa divanında görülmüştür. Şeriat isteyenler teker teker asılırken “Şeriatın bir meselesine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım” diyen Said Nursi –kendisini kurtarmakla kalmıyor kendinden sonrakileri de kurtararak- beraat ediyor.