Molla Said on altı yaşına kadar olan hayat devresinde, Doğu’da çoklukla bulunan klasik medrese hayatı içerisinde büyümüştür. Eğitimi, ilmî tartışmaları, medrese talebeleri arasında geçen tatlı rekabeti hep o medreselerde yaşamıştır.
Mardin hayatında bir ilk ile daha tanışacak ve klasik medrese hayatından kurumsallaşmış bulunan Mardin medrese hayatının içerisinde kendini buluverecektir. Burada mevcut bulunan ve çoğunluğu Artuklu dönemi eseri olan 11 medrese asırlarca her biri İslâm âlemine ilim ve irfan adamı yetiştirmiş, ilme büyük hizmetleri geçen kurumlar olarak tarihteki yerlerini almışlardır.
İşte Molla Said bu medreselerden biri olan Şehidiye’de, Şeyh Yusuf Efendi ile karşılaşıp tanışacak ve hayatında ilk kez kurumsallaşan bu ilim yuvasında müderris ve talebelerle ilmî tartışmalarda bulunacaktır. Şeyh Yusuf ile Molla Said, Mardin'de karşılaşmış ve yapılan ilmi tartışmalardan sonra Bediüzzaman kendisine "senin ilmin kesbi benim ilmim vehbidir" demiştir.
Bütün bunlara ulaşmak için gençliğinde tavana merbut ipe -uyumamak için- saçını bağlayarak gaz lambası ışığında gece yarılarına kadar çalışıyordu. Bunun neticesinde Osmanlı İmparatorluğu padişahlarından V. Sultan Mehmet Reşat döneminde ve onun bizzat talimatı üzerine profesörlük ünvanını almıştır. Şehidiye, Kasım Paşa Medreselerinde 27 yıl ders vermiş ve aynı zamanda bu süre zarfında İl Merkez Vaizliği görevini ifa etmiş olup, bilahere kendi isteği ile istirahate çekilmiştir. (1)
Şeyh Yusuf’un gençliğinde Şehidiye Camii’nde Molla Said ile tartışmaya giriştiği, Said Nursî’yi “Delâil-i zâhire hakkında milleti şüpheye düşürmekle” suçladığı, sertleşen tartışmanın sonunda Said Nursî’nin, Şeyh Yusuf’un girişimiyle Mardin’den sürüldüğü anlatılmaktadır.
Şeyh Yusuf hakkındaki bir rivayet de, Şeyh Sunusi’nin, Şeyh Yusuf’un çağdaşı, adaşı ve onun gibi esmer olan Mesafteli Şeyh Yusuf Haki’yle ikisini kastederek, Mardin diliyle ‘Levlel esvedeyn kenkil heleket Merdin’ (İki esmer olmasaydı Mardin helâk olurdu) demiş olduğudur. Şeyh Sunusi, İttihatçıların Trablusgarb Savaşı sırasında ilişki kurdukları, Birinci Dünya Savaşı sırasında cihad ve Teşkilat-ı Mahsusa çalışmaları kapsamında İstanbul’a gelen, mütarekede Bursa’ya, daha sonra Millî Mücadele döneminde Ankara’ya giderek, Doğu gezisine çıkan ve bu sırada Siverek mebusu bulunan Abdülgani Ensari’nin kendisine refakat ettiği şeyhtir. Bu rivayet, Mardin’in iki şeyh olmasa neden yıkılmayı hak ettiğini cevaplamasa da, Şeyh Yusuf’un, Said Nursî ile kurduğu ilişki de düşünüldüğünde, İttihatçılarla ilişki kurmuş olabileceğinin ipucunu vermektedir. Şeyh Yusuf’un, Şapka Kanunu karşısında tavrı da bu düşünceyle uyuşmaktadır.
1926’da Şapka Kanunu çıktığında Şeyh Yusuf, Şehidiye Medresesi Camii’nde yeni kanun hakkında bir vaaz vermekteydi. Mardin Valisi Tevfik Hadi de dinleyiciler arasındadır. Yusuf Efendi’nin vaazı halkı kanunlara uymaya, yeni kıyafetleri giymeye dâvet eden muhtevada, anlaşıldığı kadarıyla oldukça da etkili bir vaazdır. Vaaz bittikten sonra Tevfik Hadi, Yusuf Efendi’yi kutlayarak kendisinden halka örnek olmak için şapka giyerek sokağa çıkma ricasında bulunmuş, bunun üzerine Yusuf Efendi ulemadan olduğunu, kanunun kendisini kapsamadığını, leffe denilen sarığını takmaya devam edeceğini söylemiş, Vali’nin ısrarlarına rağmen şapka giymeyi reddetmiştir. Şeyh Yusuf sonunda Emniyete dâvet edilmiş, sorgusunda, “Müderris, imam, müezzinim; giymemem lâzım” demiştir. Sahip olduğu, Evkaf Vekâleti’nden alınma belgelerini göstermiş, emniyet müdürü belgeleri yırtmıştır. Yusuf Efendi, yerden parçaları toplayarak “Bu yaptığınızı Mustafa Kemal’e bildireceğim. Yaptığınız kanunu suistimal etmektir” deyince, kâğıtları elinden alarak yakmışlardır.
Bundan sonra, evinin bulunduğu sokağın başına sürekli polis nöbeti koyup Yusuf Efendi’nin çıkışı gözlenmeye başlanmış. Yusuf Efendi altı yıl boyunca hiç çıkmadan evde oturmuştur. Altı yıl sonra bir gün, başında bir fötr şapkayla sokağa çıkmıştır. Hayatının sonuna kadar bu fötr şapkayı evinin dışında asla başından çıkarmayan Şeyh Yusuf, anlatılanlara göre namazı dahi başında fötr şapkasıyla kılarmış.
Halk Partisi idarecilerinin inançlı insanlara, özellikle değerli âlimlerimize karşı yapmış olduğu bu çirkin davranış tarihe kara bir leke olarak geçecektir. Bediüzzaman da bu nevî binlerce zulüm ve işkencelere maruz kalmış; ama dâvâsından ve inancından zerrece taviz vermemiştir. Şeyh Yusuf Efendi gibi âlimlerimizin susturulmaya çalışıldığı bir zamanda Risâle-i Nurlar en zor şartlar altında dünyaya tanıtılmaya çalışılmıştır.
Şeyh Yusuf, 1956 senesinde öldüğünde Mardin’den başka Diyarbakır, Siirt, Halep, Şam ve Kahire’de gıyâbî cenaze namazı kılınan, öğrencileri hâlâ Kahire’de El-Ezher’de hocalık yapan, geniş bir bölgede tanınmış bir din bilginidir. Fetava adlı henüz basılmamış Arapça bir eseri vardır.
KAYNAKLAR:
1- Mardin müftüleri albümü – 17
2- Mardin Aşiret-Cemaat-Devlet, Tarih Vakfı, s. 367, 368