Ömer Özcan’ın haberi:
RİSALEHABER- Hadiseyi anlatan, Afyon’un Dinar Kazasının Baraklı köyünden 1920 doğumlu Ömer Kuş Ağabey. 1973 senesinden beri Nazilli’de ikamet eden Ömer Ağabey, 1948 Afyon Mahkemesinin ilk celsesi hariç diğerlerinin tamamını dinleyici olarak gitmiş ve o anları yaşamıştır.
23 Mayıs 2012 tarihinde Ömer Kuş ağabeyi Nazilli’de evinde ziyaret ettik. Afyon mahkemesi hakkında anlattığı hatıraların ayrıntılarını pek kıymetli gördük. Mesela, nur talebelerinin iyi bildiği bir fotoğraf vardır... Kuru bir sandalye önünde ayakta bekleyen Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin fotoğrafı... Bu muhteşem tabloyu canlı olarak görüyor Ömer Kuş Ağabey. Ziyaretini Emirdağ Lâhikası’nda adları geçen Mehmed Çavuş (Uzundemir) ve Süleyman (Sarı) ile beraber yapmışlar. Süleyman, Türkler hakkında Bediüzzaman’a soru soran Baraklı köyünün cami hocasıdır. Türkler hakkındaki sorunun cevabı Emirdağ Lâhikası’nda geçer. Bu hatıraların tamamını Ağabeyler Anlatıyor-6 kitabımızda neşredilmiştir.
Ömer Kuş ağabeyimiz, 14 Şubat 2014 tarihinde, Cuma günü 90 yaşında iken ebedi âleme göçüp gitti. Vefatının ikinci senesinde Ömer Ağabeyimize Allah’tan rahmetler niyaz ediyoruz.
BAKTIM, ÜSTAD’A KAPININ AĞZINDA BİR SANDALYE VERMİŞLER ORAYA OTURTMUŞLAR
Üstad’ın elini öpmeye bugün gidelim, yarın gidelim derken 1948 senesinde Afyon Mahkemesi başladı. Gidelim dedik. Birinci mahkemeye gidemedik, orak zamanıydı, ikincisine gittik. Afyon Mahkeme duruşmalarının bu ilki hariç hepsine gittim ben. Mahkemenin yirmi ay kadar sürdüğünü hatırlıyorum.
Afyon’a ikinci duruşma için Baraklı’dan ben, Tavas’tan Mehmed Çavuş ve köyümüzün hocası Süleyman Sarı olarak üç kişi gittik. Yalnız hocaya Süleyman Sarı deseniz kimse bilmez. Ona köyde Sarı Hoca derlerdi. Neyse Mahkeme binasına vardık. Meğer Üstad’ımızı erken getirirlermiş mahkemeye. Sabahleyin yedi gibi getirirlermiş, millet kabalalık olmadan. Biz saat dokuza yakın vardık. “Eyvah geç kaldık, keşke iki saat evvel gelseydik” dedim. Sonra baktım Üstad’ı getirmişler, kapının ağzında bir sandalye vermişler, oraya oturtmuşlar. İlk defa görüyorum. Orada Bediüzzaman kimdir diye sormaya lüzum yok zaten. Fotoğrafları var ya; cübbesi, sarığı ile aynı gördüğün gibi. Hiç bize benzemiyor yani.
ÜSTAD’IN CÜBBESİNDEN TUTTUM, KOYUVERMEYECEĞİM GAYRİ
...Mahkeme kapısı açıldı. “Buyur Efendim” dedi kapıcı, içeri aldı Üstad’ı. Sonra talebelerini de aldılar. Kaç kişi varsa. Tam bilemiyorum ama tahminen yetmiş, seksen kişi vardı mahkûm talebeler. Kalabalık alabildiğine... Çok kalabalıktı. Polisler var, jandarmalar var. Üç tane de avukat girdi. Onların içinde bir tek Abdurrahman Şeref Laç vardı tanıdığım. Mahkeme binası üç katlıydı galiba, yukarı katta yani üçüncü katta oluyordu mahkeme. İçeride yarım saat kadar durdular, Avukatlar ellerinde dosyalarla çıktılar dışarı. Mahkeme akşama kadar sürüyormuş da, o gün için nedense erken paydos olmuş.
Dışarıda halk onlara doğru hücum etti. Ben diyeyim üç yüz kişi; sen, de bin kişi. Omuz omuza insanlar. O kalabalığa ben de gittim, ama sonra “Ben Üstad’ın elini öpmeye geldim” dedim kendi kendime, geri geldim. Mehmed Çavuş’la beraber mahkeme kapısının önünde dikeldim. Üstad’ımız daha içerdeler. 40-50 dakika kadar geçti. Sonra yanımıza Süleyman Sarı Hoca da geldi. İki de biz üç kişi dikiliyoruz. Kapı açıldı, Üstad’ımız çıkıverdi. Kimse yok. Bizim üçümüzden başka hiç kimse yok; Üstad’ımızın yanında da kimse yok. Biz orada Üstad’ımızın elini öptük. Üstad’ımız bizi okşadı. İcab eden hürmetleri gösterdik. Bir de baktık talebeler oradan bir boşaldı ki, iki talebe Bediüzzaman’ı kollarına alıverdiler, aşağı indiriyorlar. Gidiyor gayri Üstad. Üstad’ın cübbesinden tuttum, koyuvermeyeceğim gayri, aşağıya kadar ineyim istedim... Ayağım bir tökezlese tamam, elli kişi üzerimden geçecek. Düşeni altta çiğneyecekler yani. Üstad’ı ilk görüşüm böyle oldu.
AFYON’DA SON DURUŞMA GECE YARISINA KADAR DEVAM ETTİ
Bir sonraki mahkemeye erken gittik. Üstad’ı yine getirip salonun kapısında bir sandalye vermişler, oturtmuşlar. Son mahkemenin gününde zemheri, kış günüydü. Ocak veya Şubat’tı. Ne kadar ziyaretçi varsa dışarı çıkardılar polisler. İçeri dinleyici almadılar. Çok kalabalıktı. İçerisi ancak mahkûmlara yetiyordu.
Mahkeme Cumartesi günüydü. Duruşma sabahtan beri, öğlen ve akşam paydosu olmadan devam etti. Öğle yemeğine gitmek yok. Ne hâkimi, ne savcısı ne de Üstad. Akşam namazı vaktinde yine yok. Ben o gün için alaturka saat kullanıyordum. Saat tam dört oldu. Akşam ezanı dört saat geçti yani. İnönü emir vermiş, mahkeme hitam olsun diye, onlar da bitirememişler. Cumartesiydi, ertesi günü Pazar. Bir gün talik ettiler, Pazartesine.
JANDARMA: BU HÂKİMLERLE, SAVCI SABAHA KADAR ÖLMEZLERSE BİR DAHA ÖLMEZLER GAYRİ
Her iki saatte bir jandarma değişiyor, ikisi yukarı çıkıyor, diğerleri inip geliyor. Biz dışarıda bekliyoruz. İki saat sonra iki jandarma geldi. Millet toplandı, “Ne oldu?” dediler jandarmalara. “Bu mahkeme kolay kolay bitmez” dedi jandarmalar. “Bu hâkimlerle, savcı sabaha kadar ölmezlerse bir daha ölmezler gayri” dediler. Jandarmalardan birisi: “Biri ayağa kalktı, birkaç söz söyledi orada; ‘Bir komünist devletinde bile olsa, Avrupa’da da olsa böyle bir zulüm, böyle bir haksızlık hiç görülmemiştir. Bu ne kanunsuzluktur. Nerdeymiş bu kanun…’ diye konuştu.” Jandarmalar anlatıyor bunları bize. Ahmed Feyzi rahmetli imiş bunu söyleyen. Hatta Üstad’ımız Ahmed Feyzi’ye fazla ileri gitme demiş. Bunları sonradan öğrendik tabi biz.
Üstad’ımız Afyon hapsinden çıktıktan sonra tekrar Emirdağ’ına gitti. Isparta’ya 1953 senesinde geldi. Zübeyir, Bayram, Tâhirî, Sungur, Ceylan Emirdağ’ında Üstadımızın yanında idiler. Sonra Isparta’ya geldiler. Isparta’da Üstad’ımızla çok görüştüm. Isparta’daki görüşmelerimizde Üstad, “Kalemleriniz yazıyor mu, sen ne yazıyorsun?” diye soruyordu bize.