Bediüzzaman seyyid mi, Kürt mü?

Balta: “Bediüzzaman Kürtlerin içinden çıkmış Türklere, Araplara, farslara ve bütün İslam alemine mal olmuş bir İslam alimidir."

Risale Haber-Haber Merkezi

Bediüzzaman Hazretleriyle ilgili çalışmaları ve kitabı bulunan gazeteci-yazar Adem Balta, soy ağacı açıklamalarının yanlış anlamalara yol açacağını söyledi. Balta, “Bediüzzaman Kürtlerin içinden çıkmış Türklere, Araplara, farslara ve bütün İslam alemine mal olmuş bir İslam alimidir. Münazarat adlı kitabındaki ”Şu eserlerden her birisi Kürd olduğu gibi, aynı halde Türk, aynı vakitte Arab'dır. Güya her bir eser, Arab abasını iktisa ve Türk pantolonu giymiş külahlı bir Kürd'dür” tabiri sanırım bize Bediüzzaman’ın kim olduğunu göstermektedir” dedi.

Adem Balta’nın yazısı şöyle:

Said-î Nursî’nin kimliği ve düşünceleri üzerinde yıllardır çeşitli kalemler farklı düşünceler üretmekte ve bunu kamuoyuna ‘bir bilinç ve toplum inşası’ temelinde sunmaktadırlar.  Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ün Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin soyunun Peygamber Efendimize (sav) dayandığını belgelerle açıkladığını iddia ederek bir basın toplantısı düzenlemesini de bu çerçevede değerlendirmek yanlış olmasa gerek. Nur hareketini yakından takip edenler özellikle 1960 sonrası yani Bediüzzaman’ın vefatından sonra bu tartışmaların ne amaçla ve nasıl başladığını aslında çok iyi bilmektedirler. Akgündüz’ün tezlerinin gerçeklerle bağdaşmadığını açıklamadan önce biraz bu tartışmaların geçmişine değinmek istiyorum.

Bediüzzaman’ın kimliği üzerinde ilk tartışmalar tarihçi Cemal Kutay’ın ‘Bediüzzaman’ın soy ağacı Cengiz Han’a dayanıyor’ teziyle başladı. -Kutay’ın Nursi’nin soyağacını dayandırdığı Cengiz Han’ı Bediüzzaman’ın 11. Şua’daki ahir zamanda olacak vukuatlara ilişkin kapsamlı değerlendirmesi bilinmektedir- Üstad’ın Cengiz Han hakkındaki değerlendirmelerini merak edenler Şualar ve Sikke-i Tasdik-i Gaybî kitabına bakabilirler.

Cemal Kutay’ın o dönemki değerlendirmeleri ne yazık ki bazı kesimlerce geniş halk kitlelerine empoze edildi.

Peki bu görüşü savunanlar ne demek istiyor? Bediüzzaman’ın Kürt, Türk, Arap, İngiliz olması bunlar için neden bu kadar önemli? Peşinen söyleyeyim ki bunun benim açımdan zerre miktar önemi yok. Benim için önemli olan tek şey söyledikleri ve uğruna mücadele ettiği şeylerin ifade ettiği anlamdır. Bu değerlerin insan hayatına neler kattığı veya neler götürdüğüdür.

Bir konuya daha değinmeden geçersem sanırım maksadımı tam olarak anlaşılmayacak. Müsaadenizle bunu da açıklamak istiyorum.

Tartışmalardan Kürtlerin incindiği söylenerek konu farklı mecralara çekilmektedir. Hiçbir imanlı Kürt Bediüzzaman’ın Seyid olmasından rahatsızlık hissetmez. Tam tersine seyit ailesine mensup insanlarla komşuluk yaptığı, birlikte yaşadığı, ilimlerinden istifade ettiği için onur duyar. İçinde zerre kadar peygamber sevgisi olan bir mümin bu duyguları taşır. Kaldı ki -her ne kadar dinimizde bir ruhban sınıfı olmasa da- peygamber soyundan olmak herkesin isteyeceği bir şeydir. Değil peygamber efendimizle aynı kanı taşımak onun bastığı topraklarda gezmek, onun bakışlarının sirayet ettiği dağları, toprakları görmek bile bir müminin en büyük hayallerinden biridir. Bunun için değil midir ki milyonlarca insan hacca büyük bir heyecanla gider ve gözyaşları içinde o mübarek topraklardan ayrılır.

Meseleye bu mülahazadan bakıldığında itiraz ettiğimiz konu Bediüzzaman’ın seyitliğini meselesi değil. İtirazımız Bediüzzaman’ın Kürt kimliğine karşı yapılan ısrarlı girişimlerdir. Kürtlerin incindiği konu tam da burada başlıyor. Yıllarca Kürtlere karşı uygulanan inkar ve asimilasyon politikalarını göz önünde bulundurduğumuzda sanırım konu daha net anlaşılacaktır.

Baştaki sorunun cevabına tekrar dönersek;

“Yani neden ille de Bediüzzaman Kürt değil diyorlar?

Bu çevre yıllarca Bediüzzaman’ın Kürt olmadığını ispat etmek için büyük bir çaba içerisinde oldular. Bazı çevreler Türk olduklarını ileri sürdüler, bu düşünce tutmayınca sonra ne yapalım arayışı içine girerek en iyisi ‘biz seyyid diyelim’ dediler.  Bu iddiaya itiraz edenlere de ‘Ne yani Seyit olmak kötü mü? Siz Seyit olmayı Üstada yakıştırmıyor musunuz?’ denilecekti ve kolayca Kürtçü, bölücü ve akla gelmeyecek iftiralarla dışlayacaklardı. İşte yıllarca bu yapıldı ve ne yazık ki hala yapılıyor. Bu tartışmaları başlatanlar herhalde ‘Kürt olmayı bir eksiklik’ olarak görüyorlar.

Şunu da belirtmeden geçmek istemiyorum.

Türkleri Bediüzzaman’dan uzaklaştırmak için onun Kürt kimliğini kullanan zihniyet bugün ne yazık ki başka bir açıdan hayata geçirilmekte ve Kürtleri Bediüzzaman’dan uzaklaştırmak için gayretler olarak karşımıza çıkmaktadır. Herkesin bu gayretleri çok iyi görmesi lazım.

Bu minvalde güncel bir tartışma olması nedeniyle “Abdullah Öcalan nurcu olur muydu? Sorusunu sorarsak acaba nasıl bir cevap verilir? Konuyu fazla detaylandırmak istemiyorum. Ne demek istediğim çok açık.

Ayrıca sayın Akgündüz’ün iddia ettiği belge bir basın toplantısıyla duyurulacak kadar önemli mi bilmiyorum. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu tartışma yarardan çok zarar getirmiştir. Ve seküler siyasi düşüncelerin işine yaramıştır.

Bu mesele üzerinde ille de konuşulacaksa şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Bediüzzaman Kürtlerin içinden çıkmış Türklere, Araplara, farslara ve bütün İslam alemine mal olmuş bir İslam alimidir. Münazarat adlı kitabındaki ”Şu eserlerden her birisi Kürd olduğu gibi, aynı halde Türk, aynı vakitte Arab'dır. Güya her bir eser, Arab abasını iktisa ve Türk pantolonu giymiş külahlı bir Kürd'dür.” Tabiri sanırım bize Bediüzzaman’ın kim olduğunu göstermektedir.

Bediüzzaman’ın bu evrensel mesajının yanında kendini ait hissettiği olduğu topluma ilişkin kendi beyanlarına da değinmek istiyorum.

“Said Kürt’tür onun peşinden niye gidiyorsunuz” anlamına gelen mahkemenin tutumuna seslenen Üstad Bediüzzaman aşağıdaki sözleriyle hem etnik kimliğini açıklamakta hem de bütün müminleri uyarmaktadır.

“İşte, ey Türkçülük dâva eden mülhid zâlimler! Türk Milletinin medar-ı iftiharı olabilecek bu kadar zatları gayet âdi ve ehemmiyetsiz bahaneler ile —sizin tâbirinizle— benim gibi bir Kürd yüzünden perişan etmek, tezlil etmek milliyetçilik midir? Türkçülük müdür? Vatanperverlik midir? Haydi, o insafsız vicdanınıza havale ediyorum.” (Müdafalar, sayfa: 46, Tenvir Yayınları)

Bu çevrelerin belki gözünden kaçmıştır. Üstad’ın seyitlik meselesi hakkındaki ifadelerini bir kez daha kendisine hatırlatmak istiyorum.

“Seyyid olmayan ‘seyyidim’ ve seyyid olan ‘değilim’ diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ile huruç haram oldukları gibi, hadis ve Kur'an'da dahi ziyade veya noksan etmek memnu'dur…” (Muhakemat Birinci Makale Sayfa; 45, Tenvir Yayınları) Üstad Bediüzzaman, yukarıdaki ifadeleriyle şunu demek istiyor eğer seyit olmayan biri ben seyidim derse günahkar olur, haram işlemiş olur. Bu konuda herhalde mutabıkız. Peki Üstad ben Seyidim diyor mu?

“…Ben seyyid olmadığım gibi hiçbir vakit böyle haddimden yüz derece ziyade hülyalarda bulunmadığım…” (Müdafalar, Sayfa:247, Tenvir Yayınları)

Yine Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunduğu ifadesinde Seyyid olmadığını şu sözlerle açıklamaktadır;

“…Ben, bütün talebelerimi ve arkadaşlarımı işhâd ediyorum ki…Ben, seyyid değilim. Mehdi ise, Âl-i beyt-i Nebevî'den olacak….” (Müdafalar Sayfa; 144, Tenvir Yayınları)

Said Nursi, neseben değil manevi olarak aldığı ders ve ehl-i beyte olan bağlılığı nedeniyle seyyid olduğunu söylemektedir.

Ben Seyyid ve Âl-i Beyt’den değilim, fakat bir cihette mânevî Âl-i Beyt’den sayılabilirim..” (Müdâfâlar, Hatalar- Cevaplar, Madde: 87), S: 288, Tenvir Yayınları)

Şimdi soruyorum size Üstad Seyyid olduğu halde ben Seyyid değil miyim diyor? Biraz daha açık bir ifade ile -haşa ve haşa- Üstad bilerek haram mı işliyor?

Cifir ve ebced hesabı ile yapılan ve Bediüzzaman’ın kubül ve onayı ile Risale-i Nur Küllüyatına giren analizde Hz Ali’nin, Celcelutiye adlı Süryanice yazılmış eserinde Bediüzzaman’a Kürd Said’ diye hitap ettiği ve ahir zamanda gelecek önemli şahsın ‘Kürd Kalbi’ taşıyacağı ifade edilmektedir. (Şualar, Sayfa; 580-581, Tenvir Yayınları)

Hocamız acaba Kürd kalbi taşıyacağı ifadesi hakkında ne düşünüyor? doğrusu çok merak ediyorum. Umarım buna da bir cevap verir.

Üstad’ın aşağıdaki ifadelerini de kamuoyunun vicdanına havale ediyorum.

“Ey hürriyet-i Şer’i! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sada ile çağırıyorsun benim gibi bir Kürd’ü, tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve umûm millet zindan-ı esarette kalacaktık…” (Divanı Harb-i Örfî, S: 82, Tenvir Yayınları)

“…Lütfen, ruh ve hayalinizi misafireten yeni medeniyete karışmış asâbî bir Kürd talebesinin hâl-i ihtilâlde olan cesed ve dimağına gönderiniz. Tâ tahtie ile hataya düşmeyiniz…’ (Müdâfâlar, Divan-ı Harb-î Örfi’den Sayfa; 7, Tenvir Yayınları)

Şam’da Emevi Camii’nde Arap ulemasına ve halkına hitap ederken de şu çağrıyı yapmaktadır;

…Ey bu Cami'deki kardaşlarım ve kırk-elli sene sonraki Âlem-i İslâm Mescid-i Kebirindeki ihvanlarım! Zannetmeyiniz ki, ben bu ders makamına size nasihat etmek için çıktım. Belki buraya çıktım, sizde olan hakkımızı dâva ediyoruz. Yâni, Kürd gibi küçük taifelerin menfaati ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük muazzam taife olan Arap ve Türk gibi hâkim olan üstadlarla bağlıdır. Sizin tenbelliğiniz ve füturunuz ile biz bîçâre küçücük kardaşlarınız olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz. Hususan ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Araplar! En evvel bu sözler ile sizinle konuşuyorum. Çünki, bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyet'in mücâhidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk Milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler…”(Hutbe-i Şamiye Sayfa; 118, Tenvir Yayınları)

“Ve cesaret, sadâkat, diyanetin ünvanı olan tabii Kürdlükle iftihar ediyorum. Nasıl ki, zaman-ı istibdadda bu tabii Kürdlük için tımarhaneye düştüm. Divanelerin hekimine dedim: Eğer müdahane, temellûk, tazarru-u sinnevrî, tabasbus-u kelbî, menfaat-i umûmîyi menfaat-ı şahsîyeye feda etmek aklın muktezasından addedilmek lâzım gelirse, şahid olunuz ben o akıldan istifamı veriyorum. Ve divanelikle iftihar ediyorum.

Ey Kürdler! Tımarhaneyi kabul ettim. Ve Kürdlüğü lekedar etmemek için irâde-i padişahı ve maaş ve ihsan-ı şahâneyi kabul etmedim…" (Nutuklar, 7. Hakikat, S: 265, Tenvir Yayınları)

“Biz ki Kürdüz. Aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz…” (Divân-ı Harb-i Örfî, Yarı Cinâyet, S: 54, Tenvir Yayınları),

…Bediüzzaman-ı Kürdî’nin Fihriste-i Makasadı ve Efkârının Programıdır:

Ey şu müşevveş sözlerimi temâşâ eden zât!

Gayet dikkat ve muhakeme ile mütâlaa et. Yoksa sathî nazardan hasıl olan sû-i tefehhüm ve zannınıza helâl etmem. Sen de atla da, okuma…

Ben ki; İslâmiyet’e, maârif-i İslâmiye’ye, ulemâya, talebeliğe ve Osmanlılığa ve Hilâfet’e ve İttihad-ı Muhammedîye’ye ve Kürdlüğe intisabım cihetiyle...” (Makaleler, S: 269, Tenvir Yayınları)

Bediüzzaman, Mektubat adlı eserinde ise kendisine “Ne için Arapça kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?” şeklinde baskı yapıldığını ifade etmektedir. Said Nursi baskıyı yapanlara şu cevabı vermektedir;

“Benim gibi başka milletten olanlara teklif etmek hangi usûlledir?

Evet, hakikî Türklere pek hakikî dostane ve uhuvvetkârâne münasebetdar olduğum halde, böyle sizin gibi frenkmeşreblerin Türkçülüğü ile hiçbir cihette münasebetim yoktur. Nasıl bana teklif ediyorsunuz?” (Mektubat Sayfa; 408, Tenvir Yayınları)

Malum kesim,

Yukarıda onlarca daha sıralayabileceğim Üstad’ın kendi beyanları varken merhum Albay Hulusi Yahyagil, Emirdağlı Mehmet ve Osman Çalışkan ve Ahmed Feyzî ağebeye dayanarak çeşitli iddialarda bulunuyor.

Müsaade ederseniz ben de, sizin gibi ağabeylerden ders alan eski bir milletvekilin Albay Hulusi Yahyagil ağabeye dayanarak anlattığı bir hatırayı anlatayım. Bir gün Hulusi abi Elazığ’da giderken bir Kürt kadının Kürtçe bir şeyler isteyerek dilendiğini görür ve hemen dönerek kadına şöyle der: “Teyzeciğim benim bir evim var onu sana vereyim yeter ki Üstadımın konuştuğu dille dilenme.” Tüyleri diken diken eden bu sadakat örneğini hatırlatmak istedim.

adembalta@gmail.com

Said Nursi Ve Soy Ağacı Haberleri