Bediüzzaman bir hayal değildir, O da bir kuldur.
Anlaşılmayı bekleyen bir insandır; kendini değil elinde tuttuğu hakikatin bilinmesini isteyen bir yolcudur.
Garibüzzamandır. Konuşulmaktan hoşlanmaz. Rutin dışıdır.
Asabidir. Uyumlu olmayı bilmez.
Karşılıksız almayı sevmez.
Dağların adamıdır, demirdendir. Sinekleri sever. Hayvanlarla kendi dilleriyle konuşur. Baldan tatmayı sever.
Her insanda açık bir kapısı vardır.
Doğrudan konuşur. Pervasızdır; ispat etmeden bırakmaz.
Eli çok hafiftir. Her meseleyi kolayca çözer.
Zordur, ancak uzak kalınamaz. Yaklaştıkça yakar.
Keskindir. İç içe bakar.
Kollamaz, gözetlemez.
Beden değil, ruhtur.
Çok gezer, sınırları yoktur. Ne şark, ne garbtır. Kitap gibi okur.
Zamanı çok parçalıdır; bir Celcelutiye okur, döner nesl-i atiyle konuşur.
Cübbesi çok eskidir, en son yaması yüz yıl önce atılmıştır.
Az yer, çay sever, açık içer, hafif limon sıkar.
Barla denizinde gemi sürer. Kaptan Köşkü'nde zikir çeker.
Temiz havaya aşıktır.
Ağacın göğsünden şefkat damıtır. Dallarından ekmek yapar. Yapraklarından Esma okur.
Gözleri mavidir. Görünmez.
Hırçındır. Durulmaz. Vurdukça fışkırır, vurdukça yükselir. Asȃ-yı Mûsa gibi parçalansa da her bir parçası ise yarar.
Korkusuzdur. Emniyetin bekçisidir.
Küçük bir sobası vardır. Güneş kadar şefkatlidir. Odunu pirenin midesindedir.
Sarığı renklidir. Döndükçe özüne akar, başıyla birlikte çıkar.
Ayakkabıları siyahtır, çamurdandır, çorapları nurdur. Bastıkça parlar, sakın yakalamaya çalışma kaçar.
Zamansız sohbetlere katılır; helâket ve felaket asrının adamı derler O'na, söz verirler.
Gözlükleri yuvarlak çerçevelidir; çok boyutludur.
Balköpüğü renginde arabası vardır. Arkasından çocuklar koşar, ezanla birlikte durur.
Etrafı karıncalarla doludur, Tahiri, Zübeyir, Sungur, Bayram, Hüsnü Bayram; onları sever, yemeğinin tanelerini verir.
Hep hastadır, ama çok şükreder.
Küçük bir kandili vardır, parladı mı bütün baykuşlar kaçışır, arabalar, sirenler, bağrışmalar, telgraflar, telefonlar, talimatlar, emirler, mahkemeler, hapisler, idamlar, yalanlar… derken hafifçe kısar, kapanır, zehri içinde yaşatır, sonra bırakır.
Hiç beddua etmez; niyetlense, bir küçük kız çocuğu sekerek yaklaşır, güneşi eline koyar, ellerini aşağı indirir.
Gözünün perdesinde sinema oynar, yıllar yıllar sonrasının acıklı filmleriyle ağlar, güzel günleri seyredince gülümser.
O filmlerden birinde… Gecenin sabaha yaklaştığı bir vaktinde Urfa'da Abdullah adında bir talebesi ay tutulması görür; yılan ayı yutmuştur, ancak şeffaf olduğundan içi görünür; O'nun elinde küçük sepeti vardır, kısa bir süreliğine görünmeyecektir; ancak Bayram hala O’nu kucağında görmektedir.