Bediüzzaman Sungur'u lahikayla besliyordu

Şahin, Risale-i Nur talebelerin ilk iletişim kaynağının "lahikalar" olduğunu söyledi

Risale Haber-Haber Merkezi

Milli Gazete yazarı Davut Şahin, Risale-i Nur talebelerin ilk iletişim kaynağının "lahikalar"  olduğunu söyledi. Mustafa Sungur ağabeyle ilgili duygularını kaleme alan Şahin, genç Mustafa Sungur'un Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret ettiği için tutuklandığını, Bediüzzaman'ın mektuplarının, genç Sungur'u Afyon hapishanesinde de "beslemeye" devam ettiğini ifade etti.

Şahin'in yazısı şöyle:

Alimin ölümü, alemin ölümü!

Bir gün öncesinde bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, ardından gece patlayan şimşekler... Hemen sabahında ise pırıl pırıl bir gün... İlginç bir hafta sonu yaşadığımıza tüm İstanbul şahit.

Çünkü, "Alimin ölümü, alemin ölümü"dür.Evet, Mustafa Sungur Ağbi'yi Pazar günü ikindi namazı sonrası Hakk'a uğurladık.

Fatih Camii'ni hınca hınç dolduran coşkulu ama bir o kadar da vakur "şahit"ler topluluğu olarak Sungur Ağbi'ye hakkımızı helal ettik.

Ama o bize hakkını helal eder mi acaba? Sungur ağbi, bugünün gençlerine parmak ısırtan bir cesaret örneği göstererek Bediüzzaman Said Nursi'nin dizi dibinde hizmet etti. Ömrünün geri kalan kısmını ise Risale-i Nur hizmetlerine vakfetti.

Köy Enstitülerin virüs yaydığı dönem...  Mezun olan genç Mustafa Sungur, kendi köyünde "muallimlik" vazifesine atanmış.

23 Nisan (1942) tatili için gittiği memleketinden dönerken, yolda Bediüzzaman'dan bahseden bir muallimden etkileniyor.

"Nur yolunda ilk öncülerim" dediği Eflanili Ahmet Fuat Efendi, Safranbolu'da mukim esnaf Mustafa Osman ve Hıfzı Bayram'dan  ilk ders aldığı günler. Kastamonu'da ilk ziyaret ettiği "ağbi", Mehmet Fevzi Efendi. "Nur"larla haşır neşir olmaya kendini adadığı o yıllardan sonra,  bir daha hizmetten kopamıyor.

Risale-i Nur talebelerin ilk iletişim kaynağı "lahikalar." Çünkü "telefon"la iletişim sağlamak devlet lüksü... Ama ilginçtir, Lahikalar Türkiye'nin dört bir tarafına "sesli iletişim" hızıyla yayılıyor. Baskıcı rejimde lahikalar oksijen gibi geliyor o günün kuşağına. Genç Mustafa Sungur, Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret ediyor. Tutuklanıp Afyon hapsine atılıyor. Bediüzzaman'ın mektupları, genç Sungur'u Afyon hapishanesinde de "beslemeye" devam ediyor.

Her mektup genç Mustafa Sungur'u bir çocuk gibi sevindiriyor, ruhunu genişletiyor. Mektupları  adeta satır satır içiyor, susuzluğunu gideriyor.

"Nur talebesi" olmak en büyük emelidir. "O muazzez Nur Üstad, 'Seni de Nur talebesi kabul ettim' dese, ben de o camiaya dahil olsam, diye büyük bir iştiyak ve arzu ruhumu çağlıyor..." diyor için için.

Bediüzzaman'ın hizmetine dahil oluyor.

Mustafa Sungur'un babası Aydın'ın bir köyünde imam... Geçim darlığı çekiyor... Oğlundan bir beklentisi var; istiyor ki, oğlu öğretmenlik maaşından bütçesine katkı yapsın... Ama ne mümkün, ümitle beklediği yardımdan ses seda yok. Kendini hizmetlere vakfetmiş genç Mustafa'dan tek kuruş  gelmiyor. Babası biraz buruk. Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret ediyor Sungur'un babası. Meramını anlatmak istiyor.

Bediüzzaman Hazretleri, "Demek sen, Sungur'un babasısın" diyor,  iltifatta bulunuyor. Ana-baba hukukundan ve bu zamandaki Risale-i nur hizmetinin ehemmiyetinden bahsediyor.

Mustafa Sungur anlatıyor:

"Bundan sonra pederim, İzmir-Aydın havalisinde Üstadımızdan ve Nur'lardan kemal-ı takdir ve tahsinle bahseder oldu ve Üstadımızla dost oldu."

Her türlü işkenceye rağmen, "Ekilen Nur tohumları, kısa zamanda kesretli sümbüller verdi, çiçekler açtılar. Zaman ve hadiseler bunu ispat etti" diyor Mustafa Sungur o dönemi anlatırken.

"Risale-i Nur'a hizmet edenler, onu neşredenler, ona hizmetin hakkaniyetini kalplerinin ta derinliklerinde hissettiler" diyor.

Dahası, "Fedakarlıkları anlamayanlar, bilmeyenler, yaşamayanlar, havsalayı şaşırtan bu kahramanlık örneklerinin temelinde, dünyevi garazların çok üstünde ulvi ve yüksek olduğunu bilmek istemediler, bilemediler" diyordu.

"Çünkü" diyordu, "Biz ücretimizi manevi yönden alıyorduk. Demek Rahmet-i İlahiye Hizmet-i Kur'aniyesinde öyle ulvi bir lezzet dercetmişti ki;  her sıkıntıya mukabele ettiriyordu."

Bir gün, Sungur ağbi, yanında Zübeyr Gündüzalp olduğu halde, Emirdağ'da, Dördüncü Şua olan Ayet-i Hasbiye risalesini okumuş tefekkür ediyor... Yanlarına Bediüzzaman Hazretleri geliyor, o bahsi tekrar okutturuyor ve sonrasında şöyle diyor:

"Ben zevk cihetini değil, meşakkat cihetini ihtiyar ettim. Fakat size müsaade ediyorum. Çünkü şevkinize, gayretinize vesile oluyor."

Sungur, "Kanaatim odur ki; gelen nesl-i atinin, bütün vatan sathında zuhura başlayan mübarek genç  ruhların, istifade ve istifazasını hissediyordu. Bize herhalde onlar için iltifatta bulunuyordu" diyor.

Geçmişte yaşananları bizim anlamamız çok zor. Dönemin zorluklarını yaşayanların anlattıkları bugün bize hikaye veya roman gibi geliyor. Halbuki, hiçbiri hayal mahsulü değil. Bu vatan topraklarında acı çekmiş, nice İslam alimlerinin ve ondan sonra gelen hizmet erlerinin kıymetini ne yazık ki, vefat ettikten sonra çok daha iyi anlıyoruz.

Allah ondan razı olsun!

Bediüzzaman Haberleri