Risale Haber-Haber Merkezi
BEDİÜZZAMAN’IN SON 60 GÜNÜ
22 Mart 1960
Sadakat Kitabevi’nden, Ulus’ta oturan Bayram Yüksel Ağabeyin komşusu ve sürekli yakınında bulunan Kemalettin Ceviz Ağabey anlatıyor:
“Sene 1960. Urfa’da sağlık memuruydum. Üstad Hazretlerini vefatından bir gün önce İpek Palas Otelinde ziyaret ettim. Çok kalabalık vardı. Üstad da hilaf-ı âdet bütün ziyaretçileri kabul ediyordu. Ben Abdullah Yeğin Ağabey’in yardımıyla Üstad’ın yanına gittim. Titreyerek ve gözyaşları içinde ellerini öptüm. Çok heyecanlıydım. Bir şey dikkatimi çekti. Üstad çok kuvvetliydi. Elimi tuttu. Ben rahatsız ederim diye üç defa geri çekmek istedim. Rahatsızlık veririm düşüncesiyle çekiniyordum. Zorladım yine çekemedim.
“Üstad bana bir şey söyledi. Ben anlayamadım. Zübeyir Ağabey; “Seni talebeliğe kabul ettiğini söylüyor” dedi. O gün Türkiye’nin dört bir tarafından ziyaretçiler sel gibi akıyordu. (1)
Bayram Yüksel Ağabey anlatıyor:
"(Üstad) Urfa'da hiç kimseye itiraz etmedi. Bütün Urfalıları kucaklıyordu. Biz bilemedik. Mübarek Üstadımızı bütün Urfalılar ziyaret ettiler. Halk, esnaf, subay, asker; hep ziyaret ettiler. Mübarek Üstad hiç itiraz etmedi. Hem tahammül etti, hem de yatmadı. Bizler de yatmadık. Hüsnü kardeş; 'Ben arabayı götüreyim, bir yere koyayım' dedi. Ben de Üstadın yanında idim. Nöbetle Zübeyir Ağabey ve ben Üstadı yalnız bırakmıyorduk. Ben nöbeti Zübeyir Ağabeye teslim ettim. Birden iki sivil polis memuru geldi. Bana;
'Şoför nerede, hazırlanın gideceksiniz' dedi. Ben de; 'Üstadımız hasta' diye konuşurken on-on bir resmî ve sivil polis daha geldiler, 'Hazırlanın hemen, Isparta'ya gideceksiniz' dediler. Ben de; 'Üstadımıza söyleyeyim' dedim.
“Üstadın yanına girdim, vaziyeti anlattım. Üstad, onları da çağırdı, onlar da Üstadın yanına girerek İçişleri Bakanı'nın emri olduğunu, Isparta'ya dönülmesi lâzım geldiğini söylediler.
"Üstad, 'Acayip ben buraya ölmeye geldim. Belki de öleceğim. Siz benim halimi görüyorsunuz, siz beni müdafaa edin' dedi. Polisler;
'Biz emir kuluyuz, biz ne yapalım,' dediler ve Hüsnü kardeşi araba ile beraber otelin önüne getirdiler.
“Halk müthiş kalabalıklar halinde toplandı. O anda otel müsteciri Mahmud Efendi, komiseri merdivenden aşağıya itti:
'Benim misafirimi nasıl zorla göndermek istersin?' diye bağırdı.
“Halk müthiş bir heyecan içinde idi. Biz de; 'Üstadı zorla Isparta'ya gönderiyorlar' diye halka söyleyince halk daha fazla heyecana geldi.
'Nasıl olur da böyle kıymetli bir misafirimizi, ölüm döşeğinden zorla kaldırıp gönderirler?' diye bağrışmaya başladılar.
“Vaziyet çok gerginleşti. Polisler artık yukarı çıkıp otele giremez oldular. O zaman; 'Aman şoför nerede, arabayı buradan götürsün' diye rica ettiler.
“Araba otelin önünden ayrıldı. Araba gittikten sonra millet biraz teskin oldu. Halk da yine Üstadı ziyarete devam ediyorlardı. Esnaf, memur, âmir, bütün particiler, askerler hep geliyorlardı. 'Üstadı göreceğiz, Üstadı ziyaret edeceğiz' diye...
"O arada bir doktor geldi, Üstadı muayene etmek için emniyetten bizzat gönderilmişti. Muayene etmeden tekrar doktoru geri çevirdiler. Çünkü doktor muayene etse, mümkün değil ki sağlam raporu versin. Hasta raporu almaması için muayene ettirmeden geri çevirdiler.
"Tekrar komiser rica etti, kendisi bizzat Üstad ile görüşmek istedi. Hattâ komiser şöyle demişti:"Yaman Üstadınız var. Ona söyleyin, yukarıdan, vekâletten katî emir var, hemen Urfa'dan çıkacaksınız. Doğru geldiğiniz yere, kendi arabanız ile gidemezseniz, sizi ambulansla göndereceğiz.'
"Efendim hastalığı şiddetlidir, tekrar 24 saatlik yol zahmetine katlanması imkânsız. Biz Üstadımıza müdahale edemeyiz, zaten bitkin bir haldedir' dedik. "O da, 'Buraya nasıl kalkıp geldi ise, öyle de gidecek. Bizzat Vekil Beyden gelen emir katîdir. Hemen Urfa'dan çıkacaksınız.'
"Biz hiç müdahele edemeyiz, siz gelin, bizzat söyleyip, durumu arz edin. Bize gidelim derse biz de gideriz. Biz kendisine hiçbir şey söyleyemeyiz. Sizin emrinizi de biz ona tebliğ edemeyiz.'
“Emniyet Müdürü ve memurlar hiddetlenip, bağırıp çağırıyorlardı: 'Ne demek o öyle, siz ona en küçük birşey de mi söylemezsiniz?'
"Evet efendim, söyleyemeyiz. Üstadımız ne derse harfiyyen yerine getiririz.'
"Ben de âmirlerime bağlıyım. İki saat içinde burayı terk edip, Isparta'ya döneceksiniz' diyorlardı.
"Bu esnada Bediüzzaman'ın Urfa'dan çıkarılacağı haberi bütün havalide süratle yayılıyordu. Durumu haber alan DP İl Başkanı Mehmed Hatiboğlu koşarak Emniyete gelip Emniyet Müdürüne sertçe çıkışıyordu:
'Ne oluyor, eğer Bediüzzaman Hazretlerini buradan çıkarırsanız, karşınızda beni bulursunuz. Bir kılına halel gelmeyeceği gibi, buradan bir adım dahi attıramazsınız. Bu bizim misafirimizdir.'
"Efendim, üstten, vekâletten emir var. Derhal geldiği gibi dönecek' diyorlardı.
"Nasıl döner yahu, adamcağız şiddetli hasta, kıpırdayacak halde değil, çok muhterem bir zattır, misafir olarak buraya gelmiş. Tanrı misafiridir. Bu kadar tazyike lüzum yok.'
"Efendim, Ankara'dan gelen emir çok şiddetlidir ve katîdir, derhal dönmesi lâzım' denince, hiddetlenen Hatiboğlu tabancasını masaya dayadı.
"Bediüzzaman'ın Urfa'dan götürüleceğini haber alan beş-altı bin kişi otelin önünde toplanmışlardı. Bu durum karşısında hastaneye koştuk. Baştabibe bir dilekçe ile müracaat ederek, yola devam edemeyecek olduğunu arz ile muayenesini istedik. Mehmed Hatiboğlu hükümet doktorunu getirdi. Bediüzzaman'ı muayene eden doktor;
'Siz ne cesaretle buraya geldiniz? Kırk derece ateşi var. Bu durumda hiç bir yere gidemez. Yarın dokuzda gelin, bu zata heyet raporu verelim. Bu hali ile bir yere gidemez' diye teminat verdi.
"Akşam namazından sonra ben bir türlü ayakta duramadım. Durumu Zübeyir Ağabeye anlattım: 'Kardeşim, git yat' dedi ve ben de yattım. İki saat filan uyumuşum ki Zübeyir Ağabey geldi. 'Kardeşim tahammül kalmadı, bir haftadır uyumadım.' Ben de; 'Gel Zübeyir Ağabey, hemen nöbeti değişelim' dedim.
“Yatsı namazını kıldım. Zübeyir Ağabey yattı. Hüsnü kardeşimizle beraberdik. Hüsnü; 'Düşeceğim, ayaklarım da uykusuzluktan sancıyor' dedi. Hüsnü'ye; 'Ben iyiyim, sen de git' dedim. “Hüsnü de Zübeyir ve Abdullah Ağabeyin kaldığı odaya gitti.” (2)
Kaynaklar:
1-Ömer Özcan, Ağabeyler anlatıyor 2, s: 223, 224
2-Necmettin Şahiner, Son Şahitler, 3. Cild, s. 31