Bir zaman bir sultan varmış, servetçe onun pek çok hazineleri vardı. Hem o hazinelerde her çeşit cevahir, elmas ve zümrüt bulunuyormuş. Hem gizli pek acaip defineleri varmış. Hem kemalatça sanayi-i garibede pek çok mahareti varmış. Hem hesapsız fünun-ı acibeye marifeti ihatası varmış. Hem nihayetsiz ulum-ı bediaya ilim ve ıttılaı varmış.
İşte her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca o Sultan-ı Zişan dahi istedi ki bir meşher açsın, içine sergiler dizsin, ta nasın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi sanatının harikalarını hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Ta cemal ve kemal-i manevisine iki vecihle müşahade etsin. Bir vechi bizzar nazar-ı dakaik aşinasıyla görsün, diğeri gayrın nazarı ile baksın.
Bu parağraflar on birinci sözün başı. Öyle bir metinle karşı karşıyayız ki kullanılan kelimelerin hepsi sanat ve estetik, güzellik kelimeleri. İbadet diline hakim Bediüzzaman. Bakmak ve ayrıntıyı görmek ve anlatmak diline hakim Bediüzzaman. Estetik ve sanat ve güzellik kelimelerine hakim bir Bediüzzaman ve onları yerinde kullanan bir Bediüzzaman...
Üstad Üzeyir Şenler’e demişki, “Risale-i Nur’un hakiki sahipleri çok ama çok sonra gelecek.” Ben de bu beyanın altına “Anlaşılan biz onları göremeyeceğiz, izah edilemeyen bir hayranlık yansıtılmaz, anlatılmaz” dedim. Bediüzzaman’ın gizli biyografı Ömer Özcan dedi ki, “Aynen öyle Himmet hocam.” Kant’ın, Hegel’in Spinoza’nın estetik bahislerini okudum, öğrencileri ve büyük sanat felsefecisi ve filozofu olan büyük adamların beyanları üzerine kıyametler koparıyor. Kant’ın sanat felsefesinin dünyada bir numarası neye güzel denir, güzellik nasıl bir şeydir, diğerleri de öyle. Bütün sanat ve estetik, mimari, şiir, görsel sanatlar bu adamların kuramsal fikirleri ile dolu.
Üstadın felsefeye karşı nasıl bir tutum takındığı eserlerinde beyan edilmiş, en cami beyanı Asa-yı Musa’nın başındaki bir yazıda felsefeye karşı eleştirel bir tutum takınıyor.
Aziz, sıddık kardeşlerim, Madem Risale-i Nur, makine ile taammüm etmeye başlamış ve madem felsefe ve hikmet-i cedideyi okuyan mektepliler ve muallimler çoklukla Risale-i Nur a yapışıyorlar. Elbette, bir hakikat beyan etmek lâzım geliyor, şöyle ki: Risale-i Nur un şiddetle tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise mutlak değildir, belki muzır kısmınadır. Çünkü felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlât-ı insaniyeye ve sanatın terakkiyâtına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise Kur ân ile barışıktır. Belki Kur ân ın hikmetine hâdimdir, muâraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor. İkinci kısım felsefe ise dalâlete ve ilhada ve tabiat bataklığına düşürmeye vesile olduğu gibi sefâhet ve lehviyât ile gaflet ve dalâleti netice verdiğinden ve sihir gibi harikalarıyla Kur ân ın mucizekâr hakikatleriyle muâraza ettiği için, Risale-i Nur ekser eczalarında mizanlarla ve kuvvetli ve burhanlı muvâzenelerle felsefenin yoldan çıkmış bu kısmına ilişiyor, tokatlıyor; müstakim, menfaattar felsefeye ilişmiyor. Onun için mektepliler, Risale-i Nur a itirazsız çekinmeyerek giriyorlar ve girmelidirler.
Üstad kayıtsız bir şekilde felsefeye karşı değildir, bu kendi ifade ediyor. Bir hakikati beyan etmek lazım geliyor diyor. Hakikat felsefeye karşı aldığı tavır. “Risale-i Nur’un şiddetle tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise mutlak değildir, belki muzır kısmınadır.” Ne demek mutlak değildir, yani topyekün kayıtsız felsefeye karşı değildir. Ya neye karşıdır muzır kısmına. Onu ayrıntılı izah ediyor.
İkinci kısım felsefe ise dalâlete ve ilhada ve tabiat bataklığına düşürmeye vesile olduğu gibi sefâhet ve lehviyât ile gaflet ve dalâleti netice verdiğinden ve sihir gibi harikalarıyla Kur’ân’ın mucizekâr hakikatleriyle muâraza ettiği için, Risale-i Nur ekser eczalarında mizanlarla ve kuvvetli ve burhanlı muvâzenelerle felsefenin yoldan çıkmış bu kısmına ilişiyor, tokatlıyor; müstakim, menfaattar felsefeye ilişmiyor. Onun için mektepliler, Risale-i Nur a itirazsız çekinmeyerek giriyorlar ve girmelidirler.
Burada bir cümle var onun felsefeyle ne kadar ayrıntılı meşgul olduğunu ve tasnif ettiğini gösteriyor.
Çünkü felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlât-ı insaniyeye ve sanatın terakkiyâtına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise Kur ân ile barışıktır. Belki Kur’ân’ın hikmetine hâdimdir, muâraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor.
Bediüzzaman bu muzır felsefenin de insanlığa yararlı olan felsefenin de ayrıntılı bir okuyucusu ve eleştirmenidir. O büyük bir felsefe eleştirmenidir. Üniversitede Bediüzzaman ve Batı Felsefesine Bakışı diye bir ders olmalı. Allah’ım bu metinlere bir büyük sahip gönder, asıl maarif savaşı budur. Ama biz felsefe bilmiyoruz ki!
Bak şimdi
Hayat-ı ictimaiyeyi beşeriyeye
Ahlak
Kemalat-ı insaniye
Sanatın terakkiyatına
Hizmet eden felsefe ile Kur’an barışıktır,belki Kur’an hikmetine hadimdir, muaraza edemez.
İnsanlığın sosyal hayatı ile ilgili felsefesini bilen ve onların insanlığa faydalı olduğunu bilen ve ona ilişmeyen Bediüzzaman. Onlar nelerdir. Bu felsefeyle tevağğul etmiş, istinas etmiş, bir kişinin sözü. Kendi de çok uğraştığını söylüyor felsefe ile çünkü dinlere ve tevhidi bakış açısına aykırı olduğunu bilen Bediüzzaman bu muzır fikirleri bilmesi gerekir. Kötüyü bilmeden iyiyi anlatamayız. Hocam Orhan Okay bana felsefe okumamı doktora ve yüksek lisansta telkin etmişti. Ben de okudum, bana yeni bir dünya açtı, şimdi dünyadan haberi olmayan insanlar, Osmanlıca yok, sanat, estetik yok her gün sayısız doçent türüyor. Fetöcü yüksek lisans öğrencileri Isparta’da beni rektöre şikayet ettiler estetik okutuyor diye. Rektör de tavır adamı değil bir garip adamdı beni sürgün etmekle tehdid etti. Nasıl ilim ileri gitsin. Ben üç yıl sözlü sınavına gittim geldim, şimdi yok. Nasıl oluyor ama kafalarına uygun bulduklarını sözlü yapmadan doçent yaptılar, işte bir ülke kim haklı? Ben hakkımı üç yılımı nasıl yediklerinin hakkını nasıl arayayım, ara bulursun.
Bediüzzaman’ın tanımak ve tanıtmak isteyen batı felsefesini iyi bilmeli. Ahlaka hizmet eden felsefe hangisi onu Bediüzzaman biliyor, biz biliyor muyuz, hayır. Ama onları tasnif etmiş, sonra kemalat-ı insaniye. Kemalat-ı insaniyeye hizmet eden felsefe nedir, mesela mimari hep estetik üzerine kurulmuş, sanayinin birçok dalı hepsi bir sanat felsefesiyle yerini almış. Süsleme sanatları vesair. Bunları biliyor Bediüzzaman biz bilmiyoruz.
Asıl önemlisi sanatın terakkiyatına, Bediüzzaman estetik ve sanat felsefesi okumuş hem de okumuş kelimesiyle ifade edilmez. Bütün sanat ve estetik kuram ve kelimelerini biliyor, yukardaki cümlede mesela sultanı anlatırken kullandığı cümleye bak. “Hem kemalatça sanayi-i garibede pek çok mehareti varmış.” Garip sanatlar neler hem de pekçok, bunlar ifadelerinde var. Onun ayrıntılı bir felsefe eleştirisi var, bu yüzden Mustafa Özcan’ın aldığı cümleleri bir ümit ışığı ile baktım. Çünkü böyle insanlar görmedim, göreceğim de yok. Kimsenin Bediüzzaman diye bir problemi yok, olsaydı keşke. Muğla’da uluslar arası kant sempozyumuna katılmıştım, bütün dünya ülkelerinden Kant konusunda uzman kişiler gelmişti, ben de Yahya Kemal ile Kant’ın yücesini karşılaştırmıştım.
Daha harika bir cümle var, bilmeye mütevakkıf, Kur’an bu felsefenin dört çeşidi ile barışıktır diyor. Kur’an’da kemalat-ı insaniye, sanat, hayat-ı içtimaiyeyi insaniye, ahlak bu dört çeşitle barışık bu alanlar hakkında bilgimiz yok ama Bediüzzaman Kur’an‘ın onlarla barışık olduğunu söylüyor. Ama burada ayrıntıya girmiyor, keşke girseydin efendim. Kuran’ı sadece okumanın bile taammüm etmediği bir ülkede bunlarla Kur’an arasındaki bağlantıyı kim ortaya çıkarır, çıkarabilir?
Bunlarla barışık olan Kur’an ve Risale-i Nur’un barışık olduğu bahisleri kim bilebilir? Bunları kim kendine aksal gaye yapmış? Aydınımızın elinde Kur’an felsefesi ve sanatı, estetiği konusunda bir kitap var mı? Ak Parti herşeyi yaptı diyelim ama sanat, din ve eğitim konusunda birşey yok. Tarihi bir fırsat elimize geçmişken heba ettik. Sadece köprüler yaptırdım gelip geçmeye, çeşmeler yaptırdım suyun içmeye, ötesi yok. Köy Enstitüleri açılmış, eğitimi yanlış ama adamlar bakmış ki başka türlü olmaz çocuğu koparıp getirmişler, ne kadar insan zehirlenmiş. Biz de yapsaydık bu tür yatılı kır okullarını yetiştirseydik. Biri yaptı ama ilerisi siyasi örgüt olan bir şey, zaten bu ülkede eğitim siyasi fikirlerin arenası, kim ne diyebilir, bir kapısında siyasi levha yok.
Bediüzzaman çok büyük hedefler gösteriyor ama biz okuyup geçiyoruz. İzah eden perde oluyor. Kırkıncı Hoca perdeleri açtı biz gördük, izah edemeyen bu büyük adamı perde diye takdim eder. Kelimeye bakma sakın o da perde. Bırak metin kalsın yerde.
“Nihayetsiz ulum-ı bediaya ilim ve ıttılaı varmış.” Bu cümleye bak Sultan böyle bir sultanmış, ulum-ı bedia ne demek? Bedia bir estetik bir de görülmemiş harika demek. Bu ilimler neler onları bilmeyen bu cümleyi nasıl kullansın, bedia ayrıca sıradan güzellikten farklı, sıradan güzellik beş duyu tarafından kuşatılır ama her güzellik kuşatılamaz, hayret verir, gökyüzü okyanus dağlar gibi. Allah da güzeldir ama o secde edilen bir güzelliktir ihata edilmez, ihata edilmeyen hayrete neden olur. Bayburtlu teyze İstanbul’a gitmiş, denizi görünce oğluna “Ola Memmet bu ne biçim çoruğ” demiş.
Kemal, cemal, mehşer, sergi, görmek, göstermek, enzar, haşmet, saltanat, şaşaa, harika, marifet, garibe, izhar, müşahede, nazar-ı dekaik aşina... Bu son cümle sanat eserlerindeki incelikleri görmeye aşina, sanat ayrıntıyı görmektir demişler. İşte onun gibi, Bediüzzaman bir ayrıntı Üstadı. Kur’an’dan öyle ayetler seçmiş ki hep ayrıntı. İnceliklere aşina bakış, bize ise derinlikleri görmek yasak. Ünlü ressamlar renkleri keşif seyahatleri yaparlarmış. Bedri Rahmi “insan ömrü yeşilin tonlarını ayırmaya yetmez” diyor. Demek ne kadar bakmış. Yukarıdaki kelimelerin hepsi seçilmiş ayrıntıyı gören bir etimolog, bir Fransız atasözü “şeytan ayrıntıdadır” anladım şimdi. Ayrıntı, görülmeyeni görmek.