Felsefe aklın düşünmesi ile ortaya koyduğu fikir ve düşüncelere verilen genel bir isimdir. Bu bakımdan düşünen adama Filozof adı verilmiştir. Her insan inandığı gibi düşünür de ancak bu düşünceler ya gerçekleri ortaya çıkarır veya gerçekle ilgisi olmayan hayalî şeyleri ortaya koyar. Dil insanın aklî bilgilerinin, kalbi hislerinin veya hayallerini ifade eden bir vasıtadır. Düşünceler gerçekleri ortaya koyarlarsa buna ilim adı verilir. Duygularımızı güzel bir şekilde ifade ediyorsa buna da edebiyat adı verilir. Gerçekle ilgisi olmayan şeyleri ifade ediyorsa buna da safsata denilmektedir.
Düşüncelerimiz ya hakikatleri ortaya çıkarır veya gerçekle ilgisi olmayan şeyleri dile getirir. Ne olursa olsun akıldan çıkan ve düşüncelerimizin ürünü olan şeylere genel olarak felsefe adı verilmektedir. İnsanlar düşünmedikleri zaman felsefe de yapmazlar. Her ilim ve fikir adamının bir düşünce sistemi vardır ki buna tefekkür sistemi veya felsefesi denir.
Bediüzzaman hazretlerinin de her mütefekkir gibi kendine mahsus bir tefekkür sistemi vardır. Bediüzzaman hazretlerinin Tarihçe-i Hayat isimli eserinin ön sözünü yazan ve Medinede bulunan mühim bir âlim olan Ali Ulvi Kurucu burada Üstadın Fikrî Cephesi başlığı altında şunları ifade eder:
Malûm ya, her mütefekkirin kendine mahsus bir tefekkür sistemi, fikrî hayatında takip ettiği bir gayesi ve bütün gönlüyle bağlandığı bir ideali vardır. Ve onun tefekkür sisteminden, gaye ve idealinden bahsetmek için uzun mukaddemeler serd edilir. Fakat Bediüzzaman'ın tefekkür sistemi, gaye ve ideali, uzun mukaddemelerle filân yorulmaksızın, bir cümleyle hülâsa edilebilir: Bütün semavî kitapların ve bilumum peygamberlerin yegâne dâvâları olan "Hâlık-ı Kâinatın ulûhiyet ve vahdaniyetini ilân" ve bu büyük dâvâyı da ilmî, mantıkî ve felsefî delillerle ispat eylemektir.
O halde Üstadın mantık, felsefe ve müspet ilimlerle de alâkası var?
Evet, mantık ve felsefe, Kur'ân'la barışıp hak ve hakikate hizmet ettikleri müddetçe, Üstad en büyük mantıkçı ve en kudretli bir filozoftur. Mukaddes ve cihanşümul dâvâsını ispat vâdisinde kullandığı en parlak delilleri ve en kat'î burhanları, Kur'ân-ı Kerîmin Allah kelâmı olduğunu her gün bir kat daha ispat ve ilân eden müsbet ilimdir.
Zaten felsefe, aslında hikmet mânâsına geldikçe, Vacibü'l-Vücud Tealâ ve Tekaddes Hazretlerini, Zât-ı Bâri'sine lâyık sıfatlarla ispata çalışan her eser en büyük hikmet ve o eserin sahibi de en büyük hakîmdir.
İşte Üstad, böyle ilmî bir yolu, yani Kur'ân-ı Kerîmin nurlu yolunu takip ettiği için, binlerle üniversitelinin imanını kurtarmak şerefine mazhar olmuştur. Hazretin bu hususta hâiz olduğu ilmî, edebî ve felsefî daha pek çok meziyetleri vardır. Fakat onları, eserlerinden misaller getirerek inşaallah müstakil bir eserde arz etmek emelindeyim. Ve minallahi't-tevfik. (Tarihçe-i Hayat, 2006, s.34-35)
Ali Ulvi Kurucunun bu ifadeleri elbette Bediüzzamanın tashihinden geçerek buraya konulmuştur. Bediüzzaman bu ifadeleri aynen kabul etmiş ve kitabının başına koyarak neşrine müsaade etmiştir. Çünkü Tarihçe-i Hayat bu haliyle Bediüzzamanın hayatında ve 1958 tarihinde basılmıştır. Bediüzzamanın 23 Mart 1960 tarihinde Urfada vefat ettiği herkesin malumudur.
**
Bediüzzamanın en büyük ideali ve hizmeti daima din ile ilmi, din ile felsefeyi ve din ile siyaseti barıştırma ve din ile beraber hak ve hakikat yoluna sevk etmek ve böylece insanlığa hizmet etme amacına yöneliktir. Bediüzzaman bunu açık bir şekilde ifade eder:
Eğer desen: "Acaba neden Kurân-ı Hakîm, felsefenin mevcudâttan bahsettiği gibi etmiyor? Bâzı mesâili mücmel bırakır, bâzısını nazar-ı umumiyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı tâciz edip yormayacak bir sûret-i basitâne-i zâhirânede söylüyor."
Cevaben deriz ki: Felsefe, hakikatin yolunu şaşırmış onun için. Hem, geçmiş derslerden ve sözlerden elbette anlamışsın ki, Kurân-ı Hakîm şu kâinattan bahsediyor; tâ zât ve sıfât ve esmâ-i İlâhiyeyi bildirsin. Yani bu kitâb-ı kâinatın maânîsini anlattırıp, tâ Hàlıkını tanıttırsın. Demek, mevcudâta kendileri için değil, belki Mûcidleri için bakıyor. Hem, umuma hitâb ediyor. İlm-i hikmet ise, mevcudâta mevcudât için bakıyor. Hem, hususan ehl-i fenne hitâb ediyor. Öyle ise, mâdem ki Kurân-ı Hakîm mevcudâtı delil yapıyor, bürhan yapıyor; delil zâhirî olmak, nazar-ı umuma çabuk anlaşılmak gerektir. Hem mâdem ki Kurân-ı Mürşid, bütün tabakàt-ı beşere hitâb eder; kesretli tabaka ise, tabaka-i avâmdır. Elbette irşâd ister ki, lüzumsuz şeyleri ibhâm ile icmâl etsin ve dakîk şeyleri temsil ile takrîb etsin; ve mugàlâtalara düşürmemek için zâhirî nazarlarında bedihî olan şeyleri, lüzumsuz, belki zararlı bir sûrette tağyir etmemektir. Meselâ, güneşe der: "Döner bir siracdır, bir lâmbadır." (Yasin, 36:38; Nuh, 71:16) Zîrâ, güneşten güneş için, mahiyeti için bahsetmiyor. Belki bir nevi intizamın zenbereği ve nizâmın merkezi olduğundan; intizam ve nizam ise Sâniin âyine-i mârifeti olduğundan bahsediyor. (Sözler, 2004, s.385)
Burada Bediüzzamanın ifade ettiği gibi, Felsefe, hakikatin yolunu şaşırmış ve ilimleri de yoldan çıkarıp hakikate hizmet yerine nefsin süflî arzularına hizmete yönlendirmiştir. Yapılması gereken yola getirmek, hak ve hakikatin hizmetine sokmak olacaktır. Bediüzzaman bunu yapmayı amaçlamıştır. Nitekim Enenin mahiyetinin ve görevlerinin anlatıldığı 30. Sözde Bediüzzaman Âlem-i insaniyette, zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr, her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış iki şecere-i azîme hükmünde; biri silsile-i nübüvvet ve diyanet, diğeri silsile-i felsefe ve hikmet, gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizaç ve ittihad etmişse, yani silsile-i felsefe silsile-i diyanete dehalet edip itaat ederek hizmet etmişse, âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişlerse, bütün hayır ve nur silsile-i nübüvvet ve diyanet etrafında toplanmış ve şerler ve dalâletler felsefe silsilesinin etrafına cem olmuştur (Sözler, 877-878) buyurarak aklın ürünü olan felsefe ve hikmetin Kurân ile barışıp Kurâna tabi olduğu zaman insanlığa mükemmel bir saadet devrinin yaşatacağını açıkça ifade etmiş ve devamında izah etmiştir.
Bediüzzamanın bu amaç ve hedefini elbette onun talebeleri gerçekleştirmeye çalışacak ve yakın bir zamanda başaracaklardır. (İnşallah!)