Görev yapacak müderrislerin (öğretim elemanlarının) özellikleri ile ilgili olarak Bediüzzaman, “Zülcenaheyn ve Kürtlerin ve Türklerin mutemedi olan Ekrat ulemasını istinas etmek için lisan-ı mahalliye aşina olanları intihap etmektir” diyerek Medresetüzzehra'da görev yapacak müderrislerin:
(1) Zülcenaheyn olmalarını, yani zahirî ve bâtınî ilimlere (dinî ve dünyevi ilimlere) vâkıf olmalarını,
(2) Mahallî dil Kürtçeye aşina olan ve aynı zamanda Kürtlerin ve Türklerin itimat ettiği kimselerden seçilmeleri gerektiğini belirtmektedir.
Resmî statüsü: Resmî okullara denk, ancak özel bir müessese olması düşünülen Medresetüzzehra, resmî yüksek okullarla eşit tutulacak, sınavları onlarınki gibi yapılacak, fakat devletin resmî bir müessesesi olmayacaktır. Maddi kaynakları ise vakıflardan ve bağışlardan (zekât, sadaka, adak ve diğer yardımlar) oluşacaktır. Kısaca Medresetüzzehra, resmî seviyeli özel bir kuruluş olarak düşünülmüştür.
Öğrenciler: Doğu Anadolu’da kurulması planlanan Medresetüzzehra'nın öğrencileri, başta Doğu Anadolu bölgesi ve Anadolu olmak üzere, Osmanlının diğer bölgelerinden, Arabistan, İran, Hindistan, Türkistan Kafkasya’dan ve Balkanlardan, kısacası Ezher’de olduğu gibi İslâm âleminin her yerinden gelebileceklerdir.
Malî kaynaklar: Resmî okullara denk, ancak özel bir müessese olarak düşünülen Medresetüzzehra'nın maddi gelir kaynakları vakıflar, zekât, nüzur (adaklar), sadakalar ve diğer bağışlar olacaktır. Medresetüzzehra manevi olarak ise, bölgedeki insanların hamiyet ve gayretlerinden beslenecektir.
Medresetüzzehra'nın hedefleri : Şark bölgesinde uygulanacak Medresetüzzehra Projesinin Doğuya, Türkiye'ye ve İslâm âlemine yönelik hedefleri vardır. Bu hedefleri ve faydaları şu şekilde sıralamak mümkündür:
* Kürt ve Türk âlimlerinin geleceğini temin etmek.
* Maarifi (eğitim ve öğretim) Doğuya “medrese” kapısı ile sokmak.
* Meşrutiyetin faydalarını, hürriyetin gerekliliğini ve güzelliklerini göstermek ve onlardan istifade ettirmek.
* Medreseleri birleştirmek (hem eğitim, hem yönetim, hem müfredat bakımından), yenilemek ve iyileştirmek.
* İslâmiyeti, onu paslandıran uydurma hikâyelerden, israiliyattan ve hoş karşılanmayan soğuk bağnazlıktan kurtarmak.
* Çağın gereği olan eğitim metotlarını ve bilimleri medreselere sokmak için bir yol açmak. Aynı zamanda medreselileri fen bilimlerinden uzak tutan sebepleri ortan kaldıracak saf bir fen bilimleri kaynağı oluşturmak.
* Medrese, mektep ve tekke ehlini barıştırmak. Yani din ve fen bilimlerini tahsil edenlerle mutasavvıf kalp ehlini kucaklaştırmak. En azından maksatta birliği sağlayabilmeleri için ortak bir düşünce platformu oluşturmak.
* Menfî ırkçılığın Arabistan, Hindistan, İran, Kafkasya, Türkistan, Kürdistan'daki milletleri ifsat etmesini önlemek. Hakiki, müspet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile Kur'ân'ın bir kanun-u esasisi olan, “inneme'l-mü’minune ihvetün” (Mü’minler ancak kardeştirler) düsturunun tam inkişafına vesile olarak, gerçek anlamda kardeş olmalarını sağlamak.
* Orta Doğu’da barışı temin etmek. Hatta insanlık âleminde genel bir barışa vesile olmak.
* Felsefî bilimler ile dinî ilimlerin birbiriyle barışmasını ve Avrupa medeniyeti ile İslâm hakikatlerinin uyuşmasını sağlamak. Böylece Batı dünyası ile İslam âlemi arasında tam anlamıyla anlayış ve güvene dayalı ilişkilerin kurulmasını temin etmek.
* Anadolu'daki mektepliler ile medreseliler arasında birlik ve beraberlik sağlayarak birbirlerine yardımcı olmalarını temin etmek. (1)
Sultan Reşad devrinde müracaatını yeniler. 1911 yılının Haziran ayında doğu illerini temsilen Sultan Reşad ile birlikte Balkan gezisine katılan Bediüzzaman, Sultan Reşad ile tanışma ve görüşme fırsatı bulur. Bu gezi sırasında Kosova Üniversitesi’nin temeli atılır. Bediüzzaman, ‘’Şark böyle bir dar-ül fünuna daha ziyade muhtaçtır. Çünkü orası İslam aleminin merkezi hükmündedir’’ diyerek bu idealinin önemine işaret eder. Daha sonra Kosova kaybedilince, Sultan Reşad’ın emri ile buraya ayrılan on dokuz bin altın Şark Üniversitesine tahsis edilir. Bediüzzaman, bunun üzerine Van’a gelir. Çok sayıda görevli ve vatandaşın katıldığı bir tören ile Edremit’te, Van Gölünün kıyısında Medresetüzzehra’nın temeli atılır. Ancak kısa bir süre sonra Birinci Dünya Savaşı çıkar. Osmanlı Devleti de bu savaşa katılınca, üniversite inşaatı yarım kalır.
Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Mücadelesi döneminde Medresetüzzehra idealini gerçekleştirecek şartlar mevcut değildi. Şark’ta bir Milis Alayı kurarak birçok cephede, özellikle Pasinler’de çok büyük kahramanlıklar gösterdi. Van taraflarında çok sayıda masum insanın kurtarılmasına hizmet etti. Bitlis savunmasında ayağı kırılıp Ruslara esir düşünceye kadar bu mücadelesine devam etti. Tamamen Kürt Aşiretlerinden oluşan, önceleri Hamidiye Alayları olarak isimlendirilen, ancak Sultan 2. Abdulhamid’in tahttan uzaklaştırılmasından sonra Aşiret Alayları adı verilen askeri birlikler de, bu savaşta Doğu Cephesinde Rus ve Ermenilere karşı vatan savunmasında çok büyük hizmetlerde bulundu. Bu Aşiret Alayları aynı şekilde Kurtuluş Savaşında da, Kuva-yı Milliye ile birlikte vatanın işgalden kurtarılması için çok yararlı hizmetlerde bulundu. Cumhuriyet’in ilanından sonra, kurumların yeniden yapılandırılması projesi çerçevesinde bu Aşiret Alayları lağvedilmiştir. Yüz binlerce Kürt genci, Türk kardeşleri ile birlikte Çanakkale’de ve diğer bütün cephelerde omuz omuza, hiçbir ayrılık ve gayrilik düşüncesi taşımadan vatan müdafaası ve kurtuluşu için kahramanca mücadele etmiş ve şehit olmuştur.
Birinci Dünya Savaşından sonra kurulan Millet Meclisi’nin ısrarlı davetleri sonucu gittiği Ankara’da Medresetüzzehra’yı yeniden gündeme getirdi. Bediüzzaman burada milletvekillerine hitap etti ve Şark’ta bir üniversite kurulması konusunda onları ikna etti. Meclis, yüz altmış üç mebusun oyu ile böyle bir üniversitenin kurulması ve 150 bin lira ödenek ayrılmasını kabul etti. Meclis’te bazı milletvekillerinin bu duruma itirazları ve Bediüzzaman’a ‘’sen medrese usulüyle, sırf İslamiyet noktasında gidiyorsun. Halbuki şimdi Garp’lılara benzemek lazımdır’’ demeleri üzerine şu cevabı vermiştir:
“O vilayet-i Şarkiye, Âlem-i İslamın merkezi hükmümdedir. Fünun-u cedide yanında ulum-u diniye de lazım ve elzemdir. Çünkü ekser Enbiyanın(peygamberlerin) Şark’ta, ekser hükemanın(filozofların) Garp’ta gelmesi gösteriyor ki, Şark’ın terakkiyatı din ile kaimdir. Başka vilayetlerde sırf fünun-u cedide okuttursanız da, Şarkta, herhalde millet vatan maslahatı namına ulum-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türk’e hakiki kardeşliğini hissetmeyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde muhtacız. Hatta bu hususta size hakikatli bir misal vereyim. Eskiden bir gün Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde, hamiyetli ve gayet zeki o talebem, ulum-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her zaman derdi:’Salih bir Türk, elbette fasık kardeşimden ve babamdan bana ziyade kardeştir ve akrabadır’ Sonra aynı talebe talihsizliğinden sırf maddi fünun-u cedideyi okumuş. Sonra ben dört sene sonra esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki. ‘Ben şimdi Rafizi bir Kürdü, Salih bir Türk hocasına tercih ederim. Ben de:
—Eyvah dedim. Ne kadar bozulmuşsun? Bir hafta çalıştım, onu kurtardım; eski hakikatli hamiyete çevirdim.
İşte ey Meb’uslar: O talebenin evvelki hali, Türk milletine ne kadar lüzumu var. İkinci hali, ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum. Demek –farz-ı muhal olarak- siz başka yerde dünyayı dine tercih edip, siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de herhalde Şark vilayetlerinde din tedrisatına azami ehemmiyet vermeniz lazım.’’(2)
Bediüzzaman bundan sonra Ankara’da fazla kalmaz. Ankara’da ayrılır ve Van’a gider. Ortaya çıkan gelişmeler ve yönetimde farklı düşüncelerin hâkim olmaya başlaması sonucu, bu karar uygulama sahasına konmaz.
(Devam edecek)