Kur’an bütün insanlığa bir rehber olarak inzal edilmiştir. Yaş ve kuru her ne varsa onda vardır. İnsanın ihtiyaç duyduğu her şey onda misli veya ayni olarak muhakkak derc edilmiştir. Kişi mesleğine, meşrebine, meyillerine, içinde bulunduğu ruh durumuna veya ihtiyaç duyduğu şeye göre onu tarif eder.
Kur’an’a muhatap olan bir doktor Kur’an’ı bir tıp kitabı, bir sosyolog sosyoloji kitabı, bir edebiyatçı belagat kitabı olarak tarif edebilir. Keza mistik bir mizaca sahip kişi Kur’an’ı metafizik bir belge, marjinal/köktenci bir kişiliğe sahip kişi onu bir manifesto olarak algılayabilir.
Şüphesiz bu tanımlar ve algılar bir bütünün parçalarını tanımlamaktan ve algılamaktan ibarettir. Külli ve umumi bir tanım ve tarif içermez. Bu tanımlar ve algılar Kur’an’a ait diğer tanımlar ve algılar ne kadar dikkate alınarak yapılmışsa onların o kadar isabet etme şansı vardır.
Nur’un her bir Risalesinin kendi içinde bir riyaseti vardır. Kur’an’ın manevi bir tefsiri olan Risaleye muhatap olan kişi nispi olarak Kur’an’a muhatap olurken yaşadığı bir durumu burada da yaşar. Kur’an hakkındaki tarifleri ve algıları Risale için de geçerlidir. Yani kişi sosyologsa Kur’an’a bir sosyolojik metin, edebiyatçı ise edebi metin olarak bakar.
Bu minvalde, özelde şiir, genelde de edebiyat kuramları üzerine geniş bir birikime sahip olan Hakan Arslanbenzer, Bediüzzaman’ın Sözler isimli kitabını Montaigne’in ‘Denemeler” isimli kitabına benzetirken, Sözler’i de Müslümanların “Denemeler”i olarak tarif eder.
Sözler tabir yerindeyse Bediüzzaman’ın olgunluk dönemi eseridir. Risale’nin usulü, üslubu ve esası açısından merkez niteliğini taşır. O kadar ki Risale’nin bir çok yerinde Risale-i Nur’un bütünü için “Sözler” ismi kullanılır. Sözler insani hallerin imani bir dil ile ifade edildiği eserdir. Burada aklın kuşkuları, nefsin açmazları, kalbin marazları, ruhun arazları ve daha bir çok manevi marifet unsuru kendilerine mahsus halleri ile yine kendine mahsus dil ile dillendirilir.
Sözler bazen aklın rengine girer; şüpheleri seslendirir. Akabinde başta akıl olmak üzere kalb, ruh, ene, nefs gibi manevi unsurlar vasıtasıyla bu şüphelerin geçersizliğini ortaya koyar. Bazen nefsin rengine girer; evhamı ve açmazı dillendirir. Akabinde başta nefis olmak üzere akıl, kalb, ruh, ene gibi manevi unsurlar vasıtasıyla bu evhamın ve açmazın gereksizliğini ifade eder. Bu durum kalb, ruh, ene vb. manevi unsurların kendilerine mahsus sorun ve sıkıntılara çare ve ricaların uygulanmasıyla sürer gider. Bu usul, üslup ve esas yedeğe alınarak yapılan Sözler’i okuma ameliyesi bir noktadan sonra okuyucusuna engin bir tefekkür birikimi sağlar. Hafız Ali misalinde olduğu gibi kişi zamanla hayatta ve ötesinde karşılaştığı insani ve imani sorunları ve sıkıntıları bu eserden aldığı bilgi, tecrübe ve tefekkürle çözümlemeye çalışır.
Risale üzerine düşünen, yazan veya söz serdeden kişileri aydın ve mütefekkir/entellektüel olarak ikiye ayırmanın faydalı olacağı kanaatindeyim.
Aslında bu iki kavramının birbirinden ayrılmasının sağlıklı bir şey olmadığını kabul etmekle beraber gelinen nokta da ayrımın kaçınılmaz olduğunu da kimse inkar edemez.
Bu gün “aydın” denilince anlaşılması gereken şey bildiklerini okuyan ve ifade eden kişidir. Aydın kendisi bir fikir üretmeyen, yeni bir şey söylemeyen, sadece mütefekkir veya diğer başka kişiler tarafından ortaya konulan bilgi ve düşünceyi sadeleştiren, tashih eden, bunlara bir çeki düzen veren, böylece bir senteze ulaşarak ortalama okuyucuya veya dinleyiciye aktaran kişidir. Bu anlamda akleden bir kişilikten ziyade nakleden bir kişiliğe sahiptir.
Mütefekkir ise kendinden yeni şeyler üreten, bilgiyi değiştiren, dönüştüren, bilgiye fikir ve his veren kişidir. Bunun için nakleden bir kimlikten ziyade akleden bir kimliğe sahiptir. Mütefekkir günü birlik çözümler üretmek, tabir yerinde ise kişinin veya toplumun gününü kurtarmak yerine, insanı ve toplumu bir bütün halinde ilgilendiren sorunların kaynağına giderek yarınları kurtarmayı kendine hedef edinir.
Risaleye muhatap olan kişilerin önünde “Risaleden düşünmek” ve “Risalece düşünmek” gibi iki kavram duruyor.
“Risaleden düşünmek” karşı karşıya bulunduğumuz duruma Risalede geçen durumla ilgili olduğuna inandığımız lafzi yorum içeren cümleleri kopyala-yapıştır mantığı ile uyarlamaktır. Bu çoğu kere “yama” etkisi oluşturur. Böyle bir muhatabiyette Risale koldaki saat gibidir. Zaman kavramı gelişmemiş birisi zamanı öğrenmek için her seferinde nasıl saate bakmak zorunda kalırsa, Risale’yi saat gibi yanında taşıyan kişi için de aynı şey geçerlidir. Bu kişi yanında Risale olmadığı müddetçe karşılaşılan duruma çözüm bulmakta zorlanır. Bu tür bir muhatabiyet yukarıda belirttiğimiz “aydın” tanımına daha fazla uyuyor.
“Risalece düşünmek” karşı karşıya bulunduğumuz duruma Risaleye bakmadan da Risale ile uyumlu olabilecek bir tutum ve davranış gösterebilmek demektir. Bu zaman kavramı gelişmiş birisinin saati merak ettiğinde saatine bakma ihtiyacı duymaması gibi bir hassasiyetin karşılığıdır. Bu tür muhatabiyet yukarda belirttiğimiz “entelektüel” tanımına daha fazla yakın duruyor.
Kişinin “Risalece” mi yoksa “Risaleden” mi düşündüğünü anlamanın birçok yolu var.
Bunlardan ilki Risale’nin diline hakim olup-olmamakla ilgilidir. Kişi, Bediüzzaman’a ait bu güne kadar hiç karşılaşmadığı bir metni içindeki dilsel işleyişten “Bu metin Bediüzzaman’ın kaleminden çıkmış olmalı” diyebiliyorsa o kişi “Risalece” düşünüyor demektir. Bu cevabı veremiyorsa “Risaleden” düşünüyor demektir. Ezberlere ve yönlendirmelere tabi bir otorite veya kişi bu metne “Bediüzzaman’ındır” demediği müddetçe o da “Bediüzzaman’ındır” diyemeyecektir.
Kişinin “Risalece” mi yoksa “Risaleden” mi düşündüğünü anlamanın bir yolu da konu ile ilgili olarak yaptığı yorumlardaki isabette aranmalıdır. Kişi isabetli yorum yapıyorsa “Risalece” bir nazarla olaylara bakıyor demektir. Yoksa kopyala-yapıştır mantığı onda işliyordur.
Kişinin “Risalece” mi yoksa “Risaleden” mi düşündüğünü anlamanın bir diğer yolu da onun olayları aydın mı, yoksa entelektüel duyarlılık ile mi dillendirdiğiyle ilgilidir. Kişi bir entelektüel hassasiyetiyle olaylara yaklaşarak, kendinden bir şeyler söyleyebiliyor ve açılımlar getirebiliyorsa “Risalece” düşünüyor demektir.
Montaiğne talebelerine “Bana bildiklerinizi değil, hissettiklerinizi söyleyin” dermiş. Sözler müellifi de bize her şeyden önce düşüncelerini ve hislerini anlatıyor. Tefekkür ve tahassüsünü aktarıyor. Bu minvalde bize düşen şey galiba, ilk elden Risaleden bildiklerimizi değil, Risale için düşündüklerimizi söylemek ve Risaleye uygun bir duyarlılığı hayatın her alanında her daim canlı tutmak.