Büyük insanlar, vazifelerini yapıp tarihe mal oldukları zaman, gelecek nesillere rehber olacak hizmetleri, eserleri ve hayatları ile hatırlanır ve örnek alınırlar. Bu insanların büyüklükleri; arkalarında bıraktıkları eserler, toplumda yaptıkları tesirler, ne ölçüde hatırlandıkları ve referans alındıkları ile ölçülür.
Büyük insanların en önemli özelliklerinden birisi de, yıllar geçtikçe daha çok sevilir ve daha çok anlaşılırlar. Çünkü böyle insanlar, getirdikleri prensip ve yazdıkları eserler ile yalnız bulundukları zamana ve dönemlerinde yaşanan hadiselere ışık tutmazlar. Bunlar yaşadıkları günlerin adamı olmazlar. Onlar geleceğe doğru bir projeksiyon tutarak, asırların ve istikbalin de problemlerine çözüm getirirler.
Büyük düşünen, maddi ve şahsi menfaat ve mülahazaların ötesine geçerek konuşan ve eser yazan insanlar, maddi olarak da çok sıkıntılı bir hayat geçirmişlerdir. Bunlar için hakikatin ifadesi ve terennüm edilmesi, her türlü maddi kaygı ve düşüncenin çok çok üstündedir.
Hatta büyük insanların hayatları incelendiği zaman büyük bir ekseriyetle yaşadıkları dönemlerde husumet ve hücumlara maruz kalmışlar, hayatlarının önemli bir kısmını hapishanelerde ve sürgünlerde geçirmişlerdir. Bu şekilde idam sehpalarına gönderilen ve ortadan kaldırılmak istenen âlim ve düşünürlerin sayısı azımsanamayacak kadar çoktur.
Bu ölçüler göz önüne alındığında, Bediüzzaman’ın çağını aşan büyüklüğü net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yıllar geçtikçe ona olan iştiyak ve ihtiyaç artmakta, bütün dünyayı daha çok saran bir ilgi ve heyecan ile okunmaya ve anlaşılmaya çalışılmaktadır.
Yaşadığı yıllarda tam bir cendere ve tarassut içinde, insanlara ulaşılması engellenen ve toplum ile arasına maddi engeller konarak unutturulmaya ve hatta düşman gibi gösterilmeye çalışılan Bediüzzaman, bütün bu beşeri ve maddi engelleri aşarak, inayet-i İlahi ile muhtaç insanlara ulaşmayı başarmış, mesajını dirayetli ve liyakat sahibi insanlara büyük bir vukufiyet, sabır ve ihlâs ile ulaştırmıştır.
Bu başarının esas sırrının ve merkez noktasının ‘’ihlas’’ olduğuna şüphe yoktur. Feraset ve basiret sahibi insanlarımız, nesillerin iman selameti için her şeyini feda etmekten çekinmeyen ve karşılığında Allah’ın rızasından başka hiçbir şey talep etmeyen bu çilekeş dava adamına sahip çıkmış, ihlas ve samimiyetini derin ve safiyane bir bakış ile anlamış ve hiçbir engele de aldırmadan bağrına basmıştır.
Hapislerin, sürgünlerin, zehirlenmelerin, ailesinden ve tüm yakınlarından uzaklarda bir hayat yaşamaya mecbur bırakılmanın ve suikastlarla geçen bir hayatın mükâfatı pek büyük olmuştur. Ücra bir köyde, kuş uçmaz ve kervan geçmez bir diyarda yakılan iman meşalesinin, dalga dalga yayılarak önce bütün Anadolu’ya yayılması ve arkasından da tüm dünyayı aydınlatmaya başlamasının başkaca bir izahını bulmak kolay değildir.
Burada önemli bir imtihan ile karşı karşıyayız. Üstad Bediüzzaman’ı anarken işin merasim boyutundan daha ziyade, onun fikirlerini anlama ve onun bizden istediklerinin takipçisi olmak zorundayız. Üstad’ın büyük mirasına sahip çıkarken, bu mirasın, onu seven ve takip etme iddiasında olan bütün insanlara bakan vechesini daima göz önüne almalı, herkesi kapsayan yönlerine ve mesajlarına çok özel ve yerinde vurgular yapmalıyız.
Çünkü Üstad Bediüzzaman’ın talebelerinden ve sevenlerinden istediği en önemli hususun; muhabbet, uhuvvet, ihlas ve tesanüdün tesisi ve devamının sağlanması olduğunu göz önüne alırsak, İttihad-ı İslam’ın tahakkukuna giden yolun buradan geçtiğini ifade edebiliriz. ‘’Muhabbet, uhuvvet, sevmek; İslamiyetin mizacıdır, rabıtasıdır’’ diyen bir Üstad’ın talebelerine yakışan en büyük hasletlerin başında, işte bu hususlar gelmektedir.
Bugün İslam âleminin içine düştüğü dehşetli ve hazin hale baktığımız zaman, müminlerin birbirlerine karşı en önemli vazifelerini ihmal ettiklerini, muhabbetin ve uhuvvetin unutulduğunu, şahsi menfaatlerin ön plana çıktığını zorlanmadan görebiliyoruz. Bu güzel ve mümince hasletlerin geri planlara itilmesi ve gündemden düşmesi ile birlikte düşmanlık ve nefretin; büyük bir kesimin hayatını adeta abluka altına aldığını hüzün ve gözyaşları ile müşahede ediyoruz.
Hızla geçip giden bu fani ve kararsız ömrün en mükemmel şekilde geçirilmesi, dua ve muhabbet ile hatırlanmanın ve insanların kalbinde bu güzel hasletlerle yer edinmenin yolu, imani ve İslami esas ve hakikatleri yeniden hayatımızın en önemli kılavuzu haline getirmekle mümkün olacaktır.
Herkes elini çabuk tutmalı, muhabbet ve uhuvveti tesis etmek için eline geçen fırsatları çok iyi değerlendirmelidir. Eğer herkes bulunduğu yerden bir adım öne çıkar ve birbirine yaklaşmak için üzerine düşeni yaparsa, bu muhabbet ve tesanüdün tesis edilmesinin önünde hiçbir engel kalmayacaktır. Fakat herkes yerinde durur ve bütün adımları karşı taraftan beklerse, daha çok hazanlar ve mağlubiyetler yaşamaya devam ederiz.
‘’Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur’’ prensibini öncelikle kendi çevremiz içinde hayata geçirmeli ve taviz verilmez bir prensip haline getirmeliyiz. Bunu gerçekleştirdikten sonra, yakın ve komşu daireler ile mutlaka ‘’mürüvvetkarane muaşeret’’ ölçüsü dâhilinde yakın münasebetler kurulmalı ve bunun için de hiçbir fedakârlıktan kaçınılmamalıdır.
Külli bir hale gelen muhabbet ve kardeşliğin, İlahi rahmet ve inayetin de celbinin ve bütün İslam âlemini ihata etmesinin yolu açılabilir. Bediüzzaman’ı ve davasını anlamanın da yolu buradan geçer.
Hiç olmazsa karınca misali hayatımızı bu yolda geçirebiliriz.