Bediüzzaman idare edilmesi gerçekten güç tarihi ve siyasi olaylarla ateşin içine düşmüş gibi yüz yüze gelmiş ama tavrı aklın harici bu tahrib edici olaylarda kendini heba etmeden, bu millete hizmet idealinden vazgeçmemiş ve en ideal duruşu sergilemiştir. Bu onun modern yüzyıl gibi bir yafta ile yorumlanan çağımızın değişimden yana olan liderleri içinde ne idam sehpası ne ülke dışına sürgün ne başka şekillerle karşılaşmasını engellemiş. Bu duruşu sayesinde normal bir vatandaş gibi toplumsal ve dini ve ferdi bunalımlara neden olmadan bu dünyadan mutlu, mesut görevini yapmış bir insanın mutluluğu içinde ahirete göçmesini sağlamıştır.
Ne yazıkki eserleri okumak ayrı ama olayları yönetme konusu ayrı bir tetebbuat ve istihraç konusudur. Ondan istifade eden çok insan onu anlamamış ve kendini ve arkasındaki insanları heba etmiştir.
Bediüzzaman 31 Mart vakasında olayın içindedir. Tavrını harika bir anlatımla yansıtmıştır eserinde. Böyle nice olaylar yaşamış ama bedava kahraman olmayı tercih etmemiştir.
“Mart'ın otuz birinci günündeki dehşetli hareketi, iki-üç dakika uzaktan temaşa ettim. Müteaddit metalibi işittim. Fakat yedi renk sür'atle çevrilse yalnız beyaz göründüğü gibi, o ayrı ayrı matlaplardaki fesadâtı binden bire indiren ve avâmı anarşilikten kurtaran ve efrad elinde kalan umum siyaseti mu'cize gibi muhafaza eden lâfz-ı şeriat yalnız göründü. Anladım iş fena, itaat muhtell, nasihat tesirsizdir. Yoksa, her vakit gibi yine o ateşin söndürülmesine teşebbüs edecektim. Fakat avâm çok; bizim hemşehriler gafil ve safdil; ben de şöhret-i kâzibe ile görünüyorum. Üç dakikadan sonra çekildim. Bakırköyüne gittim. Tâ beni tanıyanlar karışmasınlar. Rastgelenlere de karışmamak tavsiye ettim. Eğer zerre miktar dahlim olsaydı, zaten elbisem beni ilân ediyor, istemediğim bir şöhret de beni herkese gösteriyordu. Bu işte pek büyük görünecektim. Belki, Ayastafanos'a kadar tek başıma olsun, Hareket Ordusuna mukabele ederek ispat-ı vücut edecektim. Merdane ölecektim. O vakit dahlim bedîhî olurdu, tahkike lüzum kalmazdı.
"İkinci günde bir ukde-i hayatımız olan itaat-i askeriyeden sual ettim: Dediler ki: "Askerlerin zabitleri asker kıyafetine girmiş. İtaat çok bozulmamış." Tekrar sual ettim: Kaç zabit vurulmuş? Beni aldattılar, dediler: "Yalnız dört tane. Onlar da müstebit imişler. Hem şeriatın âdap ve hududu icra olunacak."
"Bir de gazetelere baktım; onlar da o kıyamı meşru gibi tasvir ediyorlardı. Ben de bir cihette sevindim. Zira, en mukaddes maksadım, şeriatın ahkâmını tamamen icra ve tatbiktir. Fakat itaat-i askeriyeye halel geldiğinden, nihayet derecede meyus ve müteessir oldum. Ve umum gazetelerle askere hitaben neşrettim ki:
"Ey askerler! Zabitleriniz bir günah ile nefislerine zulmediyorlarsa, siz o itaatsizlikle otuz milyon Osmanlı ve üç yüz milyon nüfus-u İslâmiyenin haklarınabir nevi zulmediyorsunuz. Zira, umum İslâm ve Osmanlıların haysiyet, saadet ve bayrak-ı tevhidi, bu zamanda bir cihette sizin itaatinizle kaimdir. Hem de şeriat istiyorsunuz; fakat itaatsizlikle şeriata muhalefet ediyorsunuz. "
"Ben onların hareketini ve şecaatlarını okşadım. Zira efkâr-ı umumiyenin yalancı tercümanı olan gazeteler, nazarımıza hareketlerini meşru göstermişlerdi. Ben de takdirle beraber nasihatimi bir derece tesir ettirdim. İsyanı bir derece bastırdım. Yoksa böyle âsân olmazdı.
Ben ki, bilfiil tımarhaneyi ziyaret etmiş bir adamım. "Neme lâzım, böye işleri akıllılar düşünsün" demediğimden cinayet ettim.” (İki mektebi-i Musibetin Şehadetnamesi )
Bediüzzaman’ın bu eserini o dönemi araştıran Sina Akşin okumuş olmalı ki Bediüzzaman’ın 31 Mart'ta yatıştırıcı rol oynadığını söylüyor. Ahmet Altan, İsyan Günlerinde Aşk romanında olaydan bahseder ama Bediüzzaman’ı okumamış, okusaydı o roman çok farklı olurdu.
Tarihin kör gözü görmemiş bu metni. Biz ise 31 Mart sempozyumu yapacak yerde, bir sürü tekrar edilen konuları tekrar tekrar okuyoruz. Mecliste nice milletvekilleri geldiler gittiler. Kim bunu meclis kürsüsünden anlattı? Bu bahsin fiyakası ne kadar büyük. Tam bir roman gözlenci anlatım. Kur’an’ın gözlemci anlatımını öven Bediüzzaman burda da gözlemci anlatım kullanmış. Ne kadar canlı, sürekli şimdiki zaman ve gözlemci anlatım kullanmış. Anlatmak ne mümkün bu insanı...
İşte olayın kaynadığı anda katılsa durdurmak için don kişotluk bu değil mi? Hayır. Bediüzzaman hesap adamı, kendini heba etmiyor. Bizim birçoklarımız heyecanla olayları dindireceğini hissediyor, ortada ne var?
Ahmet Altan, İsyan Günlerinde Aşk romanında isyancıların ellerinde nasıl İngiliz paralarının olduğunu anlatır. Bediüzzaman, “Avrupa orada üflüyor biz burada oynuyoruz” diyor ya aynen öyle. Bediüzzaman'ın şu kitabın şerhi koca bir kitap olur. İnsanlar bilmiyor anlatan da yok. Rahat döşeğinde mutluluk işte bu Nurculuk.
Bir olay da Barla’ya sürgün edilmeden önceki Ankara hayatındaki olaydır. Bediüzzaman, Mustafa Kemal’a bir metinde bazı şeyler anlatır. Mustafa Kemal onu dinler ama yanına çekmek ister, mebusluk teklif eder, Darül Hikmetteki vazifesine devam etmesini, Şark vilayetleri vaiz-i umumi olmasını teklif eder. Bediüzzaman yanaşmaz. Neden geri durduğunu anlatır. Ahirzamanda çıkacak şahıslarla siyaset yoluyla mücadele edilemeyeceğini tahric etmiş bu yüzden geri çekilmiş. İcaz-ı Kur’an’ın nurlarıyla mukabele edilmesi gerektiğini düşünür.
Arkadaşları Ankara’dan ayrılmamasını isterler istasyona kadar gelirler. O Van’a gider Zernebad suyu başında bir mağaracıkta idame-i hayat etmeye başlar. Bu olay da Otuz bir Marttan geri kalmaz bir boyuttadır ama Bediüzzaman geri durur. Van’da ihtilal ve isyan hareketleri olur. "Sizin nüfuzunuz büyüktür" deyip yardım eden bir zata “Türk Milleti asırlardan beri İslamiyete hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir, bunların torunlarına silah çekilmez, siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet irşat ve tenvir edilmelidir” diye cevap gönderir.
İşte hayatından birkaç kesit. O Donkişot gibi olayları dindirmek için sonu hesab edilmeyen tavırlardan uzak durur. “Çünkü muhali talep etmek kendine fenalık etmektir.” Sonra kendi kullandığı mecelle kuralı “gayri meşru tarik zıdd-ı maksuda gider” diye hayatının düsturunu yine kullanır.
Namık Kemal, Ali Suavi gayri meşru tarikler kullandılar, altmış ihtilali de bir gayri meştu tarikti. Sonra F.Gülen de aynı yolu, tariki kullandı sonuç ortada. Bu yüzden sonucu malum ve başarısız tavırlar bir sonuç vermez.
Van’da iken mağaradan çıkarılıp Anadolu’ya hareket etmek üzere jandarmalarla sevkedilirken yollara dökülüp “Aman Efendi hazretleri bizi bırakıp gitme. Müsaade buyur seni göndermeyelim, arzu ederseniz Arabistan’a götürelim" derler. O da o zatlara "ben Anadolu’ya gideceğim onları istiyorum" diyerek onları teskin eder. Sonradan Barla’ya sürgün edilir, orada eserlerini yazar.
Don Kişot şiirini buraya alalım.
Don Kişot
Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına
bir Temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının:
Önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun ve kahraman Rosinant'ı.
Bilirim, hele bir düşmeye gör hasretin halisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,
yel değirmenleriyle dövüşülecek.
Haklısın, elbette senin Dulsinya'ndır dünyanın en güzel kadını,
elbette sen haykıracaksın bunu
bezirganların suratına,
ve alaşağı edecekler seni
bir temiz pataklayacaklar seni.
Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksinağır, demir kabuğunun içinde
ve Dulsinya bir kat daha güzelleşecek.