Siz hiç şöyle durup gerisin geriye baktınız mı?
Geçen yüzyıl ülkemizdeki yaşanan siyasi çalkantılara nazarınızı gezdirdiniz mi?
Yaklaşık 1950'ye kadar tek parti sistemi varken 50'den sonra çok partili sisteme geçildi.
Bu geçiş hepimiz tarafında hayra alamet olarak görülür.
Zira ülke, beşerin bulduğu en büyük (!) ve de modern (!) sistem olan demokrasiyle tanışmış ve o yolda ilerlemeye başlamıştı.
O zamana kadar ülke Atatürk diktatörlüğünden, milli şef diktatörlüğüne devşirilmiş, rejimin oturması adına büyük zulümler işlenmiş, ülke mazlumların kanıyla yıkanmıştı.
Çok partili sistem ise tam bir can simidi olmuştu.
Buraya kadar öyle sanıyorumki hepimizin hem fikir olduğu, böyle yüzeysel bakıldığında çok iyi bir sonuca varıldığı kabul görmektedir.
Meğerki can alıcı nokta işte tam burasıymış…
Şöyle düşünün; Ülke o günden sonra dört temayüle bölündü.
Bu öyle bir bölünme idi ki asla bir daha bu ülkenin halkı memlekettin gerçek çıkarları için bir araya gelmeyecektir.
Birisinin ak dediğine diğeri siyah diyecektir.
Çünkü milletin genlerine siyasi ayrılık tohumları ekildi.
Siyasetin çirkin yüzü bütün ülkeyi kaplamaya başladı.
Artık takım tutar gibi parti tutulmaya başlandı.
Bir de her ihtimale karşı herhangi bir sıçramayı önlemek için ülke bütün olarak bir rendeleme sistemine girdi.
Ne zamanki bir parti azıcık öne çıksa ve de milli değerler doğrultusunda bir adım atsa derhal önü kesilip paçavra gibi dağıtılır oldu.
Sonra araya sağ-sol diye bir şeyler girdi.
(60 ihtilalından sonra bizzat kraliçe Elizabeth eliyle ülkeye ekilen tohumlar…)
Sonra komünistler girdi.
Sonra ülkücüler girdi.
Derken Kürtçüler de sıraya girdi.
Alevilik ve Sünnilik de ayrıca kazanda hep servis anını bekledi.
Müteakiben cemaatler oluştu.
Her cemaat diğer cemaati kötüleyerek yer edinmeye başladı.
Ardından bir curcuna, bir vaveyla, yüksek tonda çığlıklar ve en geride kahkahalar yükseldi.
Artık bu ülkede asla kısa, orta ve uzun vade kalkınma, ekonomik hiçbir hamle yapılamaz oldu.
Dört yıllık iktidarlar ve koalisyon kavgaları başladı.
(Ülke şehirlerin kaldırımları gibi her yeni belediye başkanı tarafından yıkıp yeniden yapılmaya başlandığı misali her iktidar farklı hamleler denedi sonuç alınmadan iktidarlar değişti.)
Sağ-sol, şucu-bucu, dindar-komünist, muhafazakâr-laik, Kürt-Türk, alevi-sünni, gerici-illerici gibi onlarca zıtlıklar dünyasında büyüyen çocuklar, kin ve öfke ile birbirlerine bakar oldular.
Bununla da kalmadı, sağcılar kendi aralarında birbirlerine öfke kusan söylemlerle ayrılırken, aynı kaynaktan beslenen cemaatler de onlarca guruplara ayrıldılar.
Solcular ise saymakla bitmeyecek kadar parçalara bölündüler.
Marksist, Leninist, Maocu, devgenç, ateist, laik, ulusalcı gibi…
Şimdi siz söyleyin artık bu millet bu şartlarda asla bir araya gelebilir mi?
Peki, bu neden böyle oldu?
Bunun cevabını bulmak için bence 1950'lerde Bediüzzaman hazretlerinin yaptığı, manevi bir ihtar sonucu gelen bir uyarıyı incelemek gerekecektir.
Yaklaşık kırk senelik bir inzivadan sonra manevi bir ihtar gereği siyasete bir yüzünü çeviriyor ki ne görsün.
Dehşet bir tehlike ülkeyi bekliyor.
Dünyayı idare eden zındıka komiteleri Türkiye’yi paçavraya çevirecek bir atmosfere itiyorlar.
“Kırk seneye yakın siyaseti terk ettiğimden ve ekser hayatım bir neviinzivada geçtiğinden, hayat-ı içtimaiye ve siyasiye ile meşgul olmadığımdan, büyük bir tehlikeyi göremiyordum. Bugünlerde o tehlikenin hem millet-i İslâmiyeye ve hem de bu memleket ve hükûmet-i İslâmiyeye büyük bir zarar vermeye zemin hazırlamakta olduğunu hissettim. Mecburiyetle, İslâmiyet milliyeti ve hâkimiyeti ve memleketin selâmeti için çalışan ehl-i siyaset ve cemiyet-i beşeriyeye hamiyetle çalışanlar için bana mânevî bir ihtar edildiğinden Üç Noktayı beyan edeceğim.(Emirdağ Lahikası, 89)
Bu mektuba yayınlanışından bu güne geçen 60 yıllık yaşananların tecrübesiyle baktığımızda, ancak Bediüzzaman hazretlerinin ne demek istediğini anlayabiliyoruz.
Çünkü o uyarıdan sonradır ki ülkede yukarda anlatmaya çalıştığım çıkmazlar başlamış.
Zira Bediüzzaman’ın aslında ne demek istediği anlaşılmamış.
Evet, bu mektubu incelerseniz şunu görürsünüz ki; ülkemizde oturtulmak istenen (ta o zaman) demokrasi ve daha da güncelleştirirsek parlamenter sistem, "Beşerin vahşet ve bedevîlik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine, medeniyet namına dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve bedevîliğe dönüyorlar.”
“Beşerin selâmet, adalet ve sulh-ü umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî, şimdi bizim bu biçare memleketimize girmek istiyor.”
O kanun-u esasinin birinci ayağı ise;” Garazkârâne ve anûdâne particilik gibi bazı cereyanları aşılamaya başlaması gibi bir ihtilâf görülüyor.”(age)
*
Sözü fazla uzatmadan bu mektuptan çıkarttığım birkaç tespiti yapıp geri kalanını ehli akıl ve siyasilere havale ediyorum:
Bu memlekette en kötü zamanlarda bile, ehli İslamiyet, hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye ile mücehhez hamiyetperverler vardır.
Bunların gayesi millet-i islamiyeyi ihya edip bir hükümet-i islamiyeyi kurup bütün İslam alemini arkasına alıp yekvücut yaparak İslamları Avrupanın dilenciliğinden kurtarmaktır.
Bu potansiyel her zaman batıyı ürkütmüştür.
Öyle ise bu potansiyeli etkisiz hale getirmek gerekir.
İşte bunun için ülkemizde zındıka komiteleri, çağdaş-modern bir kılıf içinde demokrasi dedikleri aslında içinde tamamen eski çağların insan öğüten ve birbirine düşman kılan bir sistemi yerleştiriken, ehli hamiyetin sesini tamamen kesmek için gericilikle yobazlıkla itham ettiler.
Ve öyle bir algıyla yerleştirdiler ki en ilkel sistemi bize en modern sistem olarak yutturdular.
Bu öyle bir aldatmacadır ki, demokrasi ismi altında kendileri tam bir monarşi ile idare edilirken dünyaya da Bediüzzaman'ın tabiri ile "beşerin selamet, adalet ve sulh-u umumisini mahveden dehşetli, vahşiyane bir kanun-u esasiyi" yutturdular. Bu sistemle insanları birbirine düşürüp istedikleri ülkeye müdahale etmeyi meşrulaştırdılar.
Böylece bütün dünyanın dizginlerini ele geçirdiler.
İşte Bediüzzaman hazretleri yaklaşık 65 sene önce bu durumu keşfetti ve ta o zaman parlamenterler sisteme böyle şifreli bir şekilde karşı çıktı.
Şu bir gerçek ki büyük reformları muktedir iktidarlar gerçekleştirir.
Parlamenter sistemlerde ise hiç bir zaman muktedir iktidarlar çıkmamıştır.
Türkiye ve üçüncü dünya ülkeleri buna şahttir.
Bütün siyasilerin kulakları çınlasın.