Salim Turgut-Cevaplar
Sahâbe, asr-ı nûr ve asr-ı hakîkat olan asr-ı Sahâbede (1) "Nübüvvet-i Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) nûruyla, yâni "Nebî" olarak Onunla sohbet" (…) (2) etme bahtiyarlığına erişmiş, İslam'ın temelini oluşturan kurucu nesildir. (Radiyallahü anhüm ecmaîn)
Sahâbe, ilim ehlinin çoğunluğu tarafından, "Rasûlüllah'ı hayatında iken bir defa olsun gören ve az da olsa Onun sohbetinde bulunme şerefine ermiş mü'mindir." (3) şeklinde tarif edilmiştir.
"Sohbette insibağ vardır." sırrıyla Sahâbe Peygamberimizin nûru ile nurlanmışlardır.
"Nübüvvet-i Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) nûruyla, yâni "Nebî" olarak onunla sohbet eden (4) Sahâbe; "Sohbette insibağ vardır." (5) sırrıyla O'nun nûru ile nurlanmışlardır. Bir hocanın huzunda oturmak, onun Kitâbını okumaktan daha fazla istifade sağlar. Cenâb-ı hakkın "Mücessem rahmeti" olan Allah Resülü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) huzurunda bulunmuş olan Sahâbeler hiç şüphesiz ki kendilerinden sonra gelen müminlerden daha ziyade nûra ve irfâna mazhar olmuşlardır, O'nun nûruyla nûrlanıp o Nûr'u aksettirmişlerdir. (6)
"Sohbet-i nebeviye öyle tesirli bir ilaçtır (iksir) ki: Bir bedevî adam, kızını sağ olarak defnedecek derecede gayet katı kalbi, vahşi bir halde iken, bir saat sohbet-i nebeviyeye müşerref olduktan sonra; bir daha karıncaya dahi ayağını basamaz derecede şefkat ve merhameti kazanırdı. Hem câhil, vahşi bir adam, bir gün sohbet - i nebeviyeye mazhar olur; sonra Çin ve Hind gibi memleketlere giderdi. Medenî toplumlara hakikatleri anlatan eğitici ve güzelliklerin ve olgunluğun rehberi olurdu. (7)
Resulullah aleyhissalatu vesselâmın sohbeti, öyle bir iksirdir ki, bir dakika ona mazhar olan bir kimse ehl-i tasavvufun senelerce seyr u sülûkla elde edebileceği feyze ve hakikat nurlarına mazhar olabilir. Nasıl ki bir sultanın hizmetkârı, o sultana tâbi olarak öyle bir mertebeye çıkar ki, bir şah çıkamaz. "İşte şu sırdandır ki, en büyük veliler sahabe derecesine çıkamıyor." Ashab'ın sohbeti, Peygamberimizin nübüvvet şahsiyetiyle sohbettir. (8) Peygamber Efendimizin bir bakışı ile, bedevî cahil bir adam kalbi ve aklı nurlanmış hale geliyordu. Bu konuya, Hz.. Ömer'in İslam'dan önceki hali ile İslam'dan sonraki hali güzel bir örnek olarak verilebilir. (9)
SAHABELER YÜCE AHLAK, DOĞRULUK VE ÜSTÜN ÖZELLİKLER SÂHİBİYDİLER
Yüce Allah, Fetih Sûresi'nin sonunda, Sahâbelerin vasıflarını şöyle anlatmaktadır: Onlar, düşmanlarına karşı şiddetli; dostlarına ve müminlere karşı son derece şefkatli ve rahmetlidirler; Cenâb-ı Hakk'a rükû ve secdede iken O'na kulluğun zirvesinde idiler. Her işlerinde tam bir ihlas içerisinde Yüce Allah'ın rızasını ve lütfunu gözetirlerdi. İlim, amel, siyaset ve askerlik sahasında son derece üstünlük sâhibi idiler. Onların ibadet ve cihattaki bu üstünlükleri mucizevî bir tarzda, gelecekten verilen bir haber şeklinde Tevrat ve İncil'de yer almaktadır. (10) Bu itibarla, küllî fazîlet bakımından yetişilemez. Bu itibarla, "Peygamberlerden sonra mutlak fazîlet, sahâbe-i kirâma aittir. (11)
"Sahâbeler, doğruluk için, can ve mal, baba ve annelerini, akrabalarını fedâ edip, hak yolunda "fedâî" olduklarına tarih şahittir." (12)
Ehl-i Beyt ve ashâb, insanlığın peygamberlerden sonra ferâset (keskin bakış ve anlayış) kemâlâtla en meşhuru ve en muhterem ve en dindar ve keskin bakışlı büyük topluluk olma özelliğini kazanmıştır. (13)
PEYGAMBER MESLEĞİNİ DEVAM ETTİRMİŞLERDİR
Bir babanın ölümünden sonra, onun sahip olduğu mal mîrâsçılarına kaldığı gibi, Allah Resülü'nün "Refîk-i A'lâ'ya göç etmesinden sonra, peygamberlik mesleği Sahâbeler tarafından değerli bir mîrâs olarak sahip çıkılmıştır.(14) Nitekim, Fâtır Sûresi'nde, "Sonra Kitâb'ı (Kur'ân'ı) kullarımızdan seçtiklerimize mîrâs bıraktık…" buyurulmaktadır: Bu ayetin ilk muhatapları Sahâbe olduğuna göre, onlar Allah Resülü'nden kalan Kur'ân'a sahip çıkma ve neşretme vazifesini yerine getirdiklerine tarih şahitlik etmektedir. (Fâtır Sûresi, 32)
PEYGAMBERLERDEN SONRA İNSANLIĞIN EN FAZİLETLİSİYDİLER
Peygamberlerden sonra insan oğlunun en fazîletlileri Sahâbe olduğu Ehl-i Sünnet âlimleri tarafından ortaya konmuştur. (15) Onlar, en seçkin, en yüce ahlak ve karakter sâhibiydiler. (16)
Enbiyâdan sonra en muhterem ve yüksek tâife olan Sahâbe, okuma-yazma bilmedikleri ve bedevî oldukları hâlde az bir zamanda Peygamberimizin elinde mucizâne yetişerek ve O'nun (aleyhissalâtü vesselâm) nûru ile ile dünyanın doğusundan batısına kadar toplumları âdil bir şekilde idare edip, süper devletleri mağlup ederek - devrinin şartlarına göre fen ve medeniyette- ilerlemiş milletlere rehberlik yapıp o asrı bir "asr-ı saâdet" hükmüne getirmişlerdir. (17)
DERİN İMAN SÂHİBİYDİLER
Sahâbeler, o zamanda, bütün dünya, İslâm hakikatlerine düşman iken, yalnız Resûl-i Ekrem'i (aleyhissalâtü vesselâm) görüp, bâzan mucizesiz olarak, öyle bir îmân getirmişler ki; bütün dünya, onların îmânlarını sarsmıyordu. İslam'ın "garîb" olarak başladığı ilk ve zorlu günlerde Sahâbe bütün küfür dünyasının, filozofların, Hıristiyanlar ve Yahudiler'in hücumlarına karşı sarsılmayan îmân sâhibi olmuşlardı. (18)
Sahâbe, Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm)'ın her hâlini inceledikten sonra, gözleriyle gördükleri çok mucizelerin etkisiyle Peygamberimize iman ederek, aralarındaki eski düşmanlıklarını unutup–Hâlid İbni Velid ve İkrime İbni Ebî Cehil gibi– çokları babalarını, kavim ve kabilelerini tamamıyla bırakıp bütün ruh ve canlarıyla, gayet fedakâr bir surette İslâmiyet'e girmişler. Böylece onlar, aynelyakîn derecesinde Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm)'ın sâdıkıyetine (doğruluğuna) ve peygamberliğine sarsılmaz bir imanla şahitlik etmişlerdir. (19)
Yaratılış itibariyle uyanık yüce ruh ve duygular sâhibi sahabiler, yüce ahlaka düşkün ve onur sâhibi idiler. Onlar, doğruluk, hayır ve hakkın dellâlı ve örneği olan Peygamber Efendimizin yüceler yücesi mânevî makamına bakarak, bütün gayretleriyle Ona doğru koşmuşlardır. (20)
SAHABE KERAMET VE FERASET SAHİBİYDİ
Allah'ın velî kullarına bir ikramı olan tabiat üstü olayların meydana gelmesi şeklinde izah edebileceğimiz keramet, Sahabe'de görülmüştür. Buna bir misal olarak, Hz. Ömer'in yaklaşık bin km. uzaklıkta savaşmakta olan Sâriye isimli kumandanına "Ey Sâriye! Dağa doğru yönel" hitabını ona işittirmesi (21) bir keramettir. Hz. Ömer, aynı zamanda burada askeri dehasını da göstermiş, bu savaşın kazanılmasına vesile olmuştur. Bu hitabı ile İslam askerinin arkasını dağa doğru vermesinin savaş stretejisi açısından daha faydalı olduğunu gösteren Hz. Ömer, aynı zamanda "feraset" sahibi olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim, Allah Resülü (s.a.v.), "Mü'minin ferasetine dikkat ediniz. Zira o, Allah'ın nuruyla bakar" (22) buyurmuştur. Sözlükte anlama ve seziş gibi manalara gelen feraset, " veya olayların akibetini ve erde arkasını görmek, bir görüşü doğru ve hızlı değerlendirmek, kararında isâbet etmek" (23) demektir.
İHLASTA ZİRVEDE
Allah'ın emirlerini yerine getirip yasakladıklarından kaçınmayı ifade eden kulluğun ihlâs ile yapılması Allah'ın emridir (Zümer, 2,3) "Cenab-ı Hakkın rızâsı İhlâs ile kazanılır" (24) İhlâs, bir binananın sağlam temeller üzerine kurulması gibi, âhiret hayatı için yapılan amelleri sadece Allah'ın emrettiği yapma ve O'nun rızâsından başka bir hedef gözetmeme anlamına gelir. (25) Sahabe İhlasda zireyi yakalamıştır. Hz. Ali'nin yaşadığı bir hadiseyi bu konuya örnek olarak verebiliriz:
Bir vakit, İmam-ı Ali Radıyallahu Anh, bir kâfiri yere atmış. Kılıncını çekip keseceği zaman, o kâfir ona tükürmüş. O kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir, ona demiş ki: "Neden beni kesmedin?"
"Seni Allah için kesecektim.Fakat bana tükürdün, hiddete geldim.Nefsimin hissesi karıştığı için ihlasım zedelendi. Onun için seni kesmedim."
O kâfir ona dedi: "Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfi ve hâlistir, o din haktır." dedi. (26)
İBADETTEKİ DERECESİNE YETİŞİLMEZ
Sahabeler, Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselâmla olan sohbetin bir feyzi ve bereketi olarak şuur ve idrakleri gelişerek Allah'a çok yakın olmuşlardı: Onların, Allah'a olan bu yakınlığın neticesi olarak, Allah'ın ikramı olarak ruhlarında bir temizlik ve yükseliş meydana gelmiştir. Sahabeden sonra gelenler, bu manevi makamı ancak büyük bir gayret sarferedek elde edebilmişlerdir. İşte şu hikmete binaen, bütün hissiyatları uyanık ve letaifleri hüşyar olan sahabeler, envar-ı imaniye ve tesbihiyeyi câmi' olan kelimat-ı mübarekeyi dedikleri vakit, kelimenin bütün manasıyla söyler ve bütün letaifiyle hisse alırlardı. (27)
Elbette namazda böyle bir tevhid ve tefekkür hazzına eren kimsenin yaşayacağı mânevî zevk, kişinin maruz kalacağı bir kaç okun açacağı yaraların maddî acısını hissettirmez, etrafında yükselen gürültülerin işitilmesini önler.
Bediüzzaman, Sahabenin ulaştıkları yüksek manevi mertebenin namazlarında görüldüğünü şu hadise ile anlatmıştır: Bir zaman kalbime geldi, niçin Muhyiddin-i Arabî gibi hârika zatlar sahabelere yetişemiyorlar? Sonra namaz içinde سُبْحَانَ رَبِّىَ الْاَعْلٰى derken, şu kelimenin manası geniş bir şekilde açıldı. Tam manasıyla değil fakat bir parça hakikati göründü. Kalben dedim: "Keşke bir tek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım bir sene ibadetten daha iyi idi." Namazdan sonra anladım ki o hatıra ve o hal, sahabelerin ibadetteki derecelerine yetişilmediğine bir irşaddır. (28)
KAZANDIKLARI SEVAPLARIN YÜKSEKLİĞİ
Sahâbeler İslamiyet'in nûrlu ağacının kökleridirler. Aynı zamanda İslam binasının temelleridirler. Onlar Nübüvvet Güneşi'nin (s.a.v.) merkezine yakın olmalarından dolayı az amelleri ve küçük hizmetleri büyük hükmündedir.(29)
Sahâbe, İslamiyetin ilk yayılmaya başladığı zorlu günlerinde, Peygamber Efendimizin (s.a.v) yanında yer alarak Ona destek vermişler ve İslamiyetin bizlere kadar ulaşmasında öncülük etmişlerdir. "Bir işe sebep olan, onu bizzat yapan gibidir" (30), sırrınca, şüphesiz ki, Sahâbeden sonra gelenlerin yapmış oldukları hayır ve ibadetlerden elde edilen sevapta Sahâbenin de hissesi bulunmaktadır. Ayrıca, اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِه۪ وَأَصْحَابِه (Efendimiz Muhammed, O'nun ailesine ve ashâbına salât olsun) şeklinde ümmetin yapmış oldukları duanın sevabından da, Sahâbe nasîbini almaktadır. (31)
SAHABE İSLAM'IN KURUCU NESLİDİR
Kur'an'ın hayata geçirilmesi ve hükümlerin uygulanması, Sahâbeler aracılığı ile bizlere gelmiştir.. "Sahâbeler, Kur'ân'ın ve âyetlerin hıfzından sonra, en ziyâde Resûl-i Ekrem'in (aleyhissalâtü vesselâm) davranışlarını ve sözlerini muhafazasına, özellikle ahkâma ve mucizâta dair harekettlerine bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını ve bunların doğru olarak nakl edilmesine pek çok dikkat ettiklerini, tarih ve siyer şahitlik ediyor. Resûl-i Ekrem'e (aleyhissalâtü vesselâm) ait en küçük bir hareketi, bir hâlini dahi ihmâl etmemişler. Ve etmeyip kaydettiklerini, Hadîs kitapları şahitlik ediyor. (32)
Sahâbelerin İslâmiyet'in kuruluşunda ve Kur'ân hükümlerinin yayılmasında hizmetleri büyük olup İslâmiyet için bütün dünya ile harb etmelerini göze almaları o kadar yüksektir ki, bütün bu fedakarlıklarından dolayı, onların bir dakikasına başkaları bir senede yetişemez. (33)
"İçtihadda, yâni dînî hükümlerin çıkarılmasında, yâni Cenâb-ı Hakk'ın râzî olduğu hükümleri Kur'ân ve Hadîs-i şeriflerden çıkarmakta Sahâbelere yetişilmez. (34)
Dipnotlar
1-Sözler, Yirmiyedinci Söz, (İçtihat Risalesi)
2-Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır.)
3- İbn-i Hacer-i Askalânî, el-İsâbe, 1:/7
4-Sahâbelerin sohbeti, Nübüvvet - i Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) nûruyla, yâni "Nebî" olarak onunla sohbet ediyorlar.(…) Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır.)
5-Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır." Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır.) "Sohbet - i nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zât, senelerle seyr u sülûke mukabil, hakikatin envârına mazhar olur. Çünkü sohbette insibağ ve in'ikâs vardır. Mâlûmdur ki: İn'ikâs ve tebaiyetle, o Nûr - u Âzam - ı Nübüvvet'le beraber en azîm bir mertebeye çıkabilir. Nasıl ki bir sultanın hizmetkârı ve onun tebaiyeti ile öyle bir mevkiye çıkar ki, bir şah çıkamaz. Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır." Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır.) Bu itibarla, "kırk dakikada bir Sahâbenin kazandığı fazîlete ve makama, kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir..)
6-Sahâbelerin sohbeti, Nübüvvet - i Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) nûruyla, yâni "Nebî" olarak onunla sohbet ediyorlar. Yirmiyedinci Sözün Zeyli)) "velâyet-i kübrâ" sâhibi Sahâbeler "sohbet-i nübüvvetin in'ikâsıyla ve incizâbıyla ve iksiriyle" "Bir kademde ve bir sohbette zâhirden hakikate geçebilirler.( Mektubat, Onbeşinci Mektup,sh:52 )
7-"Sohbet - i nebeviye ne derece bir iksîr - i nûrani olduğu bununla anlaşılır ki: Bir bedevî adam, kızını sağ olarak defnedecek derecede bir kasavet - i vahşiyânede bulunduğu hâlde, gelip bir saat sohbet - i nebeviyeye müşerref olur; daha karıncaya ayağını basamaz derecede bir şefkat - i rahîmâneyi kesbederdi. Hem câhil, vahşi bir adam, bir gün sohbet - i nebeviyeye mazhar olur; sonra Çin ve Hind gibi memleketlere giderdi. Mütemeddin kavimlere muallim - i hakâik ve rehber - i kemâlât olurdu. Yirmiyedinci Sözün Zeyli (Sahabe hi "Hakkındadır.)
8- Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır.)
9-Bir nazar-ı Peygamber, Birdenbire kalbeder.
Bir bedevi-i câhilî, Bir ârif-i münevver
Eğer mizan istersen İslâm'dan evvel Ömer, İslâmdan sonra Ömer (Sözler, Lemaât, sh. 789.)
10- Yine Fetih Süresindeki "kayıtlarla diyor ki:Sahâbelerin halka karşı vaziyetleri: Düşmanlarına şedittirler ve dostlarına ve müminlere rahîmdirler. Cenâb - ı Hakk'a karşı rükû ve secdede kemâl - i itâattedirler. Her işlerinde Cenâb - ı Hakk'ın rıza ve fazlını kastederek kemâl - i ihlâstadırlar. Hem Sahâbelerin ilimde ve amelde ve siyasette ve askerlikte gösterdikleri fevkalâde metanet ve terakki ve sebat ve tefevvuku, maziden Tevrat ve İncil'i işhad ederek mucizâne ve müstakbelden ibadet ve cihad vazifesinde harikulâde hareketleri ihbar ederek mucizâne mâzi ve müstakbelde iki ihbar - ı gaybiyeyle Sahâbelerin i'câzkâr ahvâlini haber vermekle, şu âyette bir lem'ayı i'câzı gösterir. (Barla Lahikası, sh:275) "Hazreti Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) gibi ümmî bir Zât'a nisbeten gayb hükmünde olan Tevrat'taki evsâf - ı Sahâbeyi haber veriyor. Tevrat'ta âhir zamanda gelecek Peygamber'in Sahâbeleri hakkında Tevrat'ta bu fıkra var: "Kudsîlerin bayrakları beraberlerindedir." Yani, O'nun Sahâbeleri ehl - i tâat ve ibâdet ve ehl - i salâhat ve velâyettirler ki, o vasıfları "kudsîler" yani "mukaddes" tâbiriyle ifade etmiştir. Tevrat'ın pek çok ayrı ayrı lisânlara tercüme edilmesi vasıtasıyla o kadar tahrifat olduğu hâlde, şu Sûre - i Feth'in مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ hükmünü müteaddit âyâtıyla tasdik ediyor. (Lemalar, Yedinci Lem'a,sh.31
11-Sûre - i Feth'in âhirinde, sitayişkârâne tavsifat - ı rabbâniyeye mazhar ve Tevrat ve İncil ve Kur'ân'ın medh ü senâsına mazhar olan Sahâbelere, fazîlet - i külliye nokta - yı nazarında yetişilemez. (Sözler, Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır.) Bu itibarla, "Peygamberlerden sonra mutlak fazîlet, sahâbe-i kirâma aittir. (Barla Lahikası, sh:275)
12-Sahâbeler, sıdk ve doğruluk için, can ve mal ve peder ve vâlidelerini ve kavim ve kabilelerini feda edip, sıdk ve hak için fedâî" olduklarına tarih şahittir (Mektubat, Ondukuzuncu Mektup, sh:121)
13- "Âl ve ashâb nâmında ve nev-i beşerin enbiyâdan sonra ferâset ve dirâyet ve kemâlâtla en meşhuru ve en muhterem ve en namdarı ve İmam dindar ve keskin nazarlı tâife-i azîmesi" olarak ( Said Nûrsi, Mektubat, Ondokuzuncu Mektup, Ayetü'l-Kübra Risalesinin Onaltıncı Mertebesi, sh:224)
14-'Nübüvvetin vereseleri olan Sahâbeler …( Emirdağ Lahikası 1, sh.227)
15-İbni Hibbân, es-Sahîh 10/477; İbni Abdilberr, et-Temhîd 22/47; es-Suyûtî, et-Tedrîbu'r-râvi 1/207, 318, 2/214-215
16-"Enbiyâdan sonra nev - i beşerin en efdali Sahâbe olduğu Ehl - i Sünnet ve Cemaatın icmâı bir hüccet - i katıadır Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır.) Kur'an-ı Kerim'de Fetih suresinin son ayetinde Sahâbenin yüceliğini anlatılırken, "Enbiyâdan sonra benî âdem içinde en yüksek, en nâmdar, en mümtaz olan Sahâbelerin medar - ı rüçhâniyetleri, menşe - i imtiyazları ve mâden - i meziyetleri olan secâyâ-yı sâmiye ve ahlâk - ı âliye ve muamelât - ı gâliyeye o mezkûr kayıtlar ve sıfatlarla işaret ediyor." (Barla Lahikası, sh:275)
17-Enbiyâdan sonra en muhterem ve yüksek tâife ve ümmî ve bedevî oldukları hâlde az bir zamanda nûr - u Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) ile şarktan garba kadar âdilâne idare edip, cihangîr devletleri mağlup ederek müterakki, fenli, medenî, siyasî milletlere üstad, muallim, diplomat, hâkim - i âdil olarak o asrı bir "asr - ı saadet" hükmüne getiren Sahâbeler; Şualar, Onbeşinci Şua, Birinci Makam
18- Sahâbeler, o zamanda, efkâr - ı âmme - i âlem, hakâik - i İslâmiye'ye muârız ve muhalif iken, yalnız suret - i insâniyede Resûl - i Ekrem'i (aleyhissalâtü vesselâm) görüp, bâzan mucizesiz olarak, öyle bir îmân getirmişler ki; bütün efkâr - ı âmme - i âlem, onların îmânlarını sarsmıyordu. İslam'ın "garîb" olarak başladığı ilk ve zorlu günlerde Sahâbe,"Bütün âlem - i küfrün ve Nasârâ ve Yehûd'un ve feylesofların hücumlarına karşı sarsılmayan îmân sâhibi olmuşlardı Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır.)
19-Sahâbe, Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm)'ın her hâlini tetkik ve taharriden sonra gözleriyle gördükleri çok mucizâtın kuvvetiyle eski düşmanlıklarını ve ecdatlarının mesleklerini ve çokları –Hâlid İbni Velid ve İkrime İbni Ebî Cehil gibi– pederlerinin taraftarlıklarını, kavim ve kabilelerini tamamıyla bırakıp bütün ruh u canlarıyla, gayet fedakârâne bir surette İslâmiyet'e girerek aynelyakîn derecesinde Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm)'ın sâdıkıyetine ve risaletine imanları; sarsılmaz, küllî bir şehâdettir.Şualar, Onbeşinci Şua, Birinci Makam
20-Fıtraten hissiyat - ı ulviye sâhibi ve maâlî - i ahlâka meftun ve izzet ve mübahata meyyal olan Sahâbeler, Sıdk ve hayır ve hakkın dellâlı ve numûnesi olan Habîbullah (aleyhissalâtü vesselâm)'ın âlâ - yı illiyyîn - i kemalâtındaki makamına bakarak, bütün kuvvet ve himmetleriyle, o tarafa koşmak mukteza - yı seciyeleridir. Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır.)
21-Hazret-i Ömer'in (R.A.) minber üstünde, bir aylık mesafede bulunan Sâriye namındaki bir kumandanına, يَا سَارِيَةُ اَلْجَبَلَ اَلْجَبَلَ Sâriye'ye işittirip, sevkü'l-ceyş noktasından zaferine sebebiyet veren kerametkârane kumandası ne derece keskin nazarlı olduğunu gösterdiği halde, neden yanındaki kàtili Firuz'u o keskin nazar-ı velayetiyle görmedi?
Elcevab: Hazret-i Yakub Aleyhisselâm'ın verdiği cevab ile cevab veririz.
Hazret-i Yakub'dan sorulmuş ki: "Ne için Mısır'dan gelen gömleğinin kokusunu işittin de, yakınında bulunan Ken'an Kuyusundaki Yusuf'u görmedin?" Cevaben demiş ki: "Bizim halimiz şimşekler gibidir; bazan görünür, bazan saklanır. Bazı vakit olur ki, en yüksek mevkide oturup her tarafı görüyoruz gibi oluruz.Bazı vakitte de ayağımızın üstünü göremiyoruz."(15.Mektub, 1.Suâl)
22-Tirmizi, 3127.
23-Sâdât-ı Kirâm'dan Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî (k.s.) hazretleri Buhara'da mürit ve muhipleriyle velilik hâlleri üzerine sohbet ediyordu. Sohbet halkasına elinde tesbih, sırtında dervişlik hırkası, omuzunda seccade olan bir genç de dahil olmuş, can kulağı ile Hâce'yi dinlemekteydi. Meclistekilerin ilk defa gördükleri bu genç, bir müddet sonra sual sormak için müsaade aldı ve son derece hürmetkâr bir eda ile şöyle dedi: Efendim, malumunuz, Hz. Peygamber (s.a.v.), "Müminin ferasetinden sakının; çünkü o Allah'ın nuru ile bakar." buyurmuştur. Bu hadis-i şerifin sırrı nedir acaba? Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî (k.s.) bu gence kısa bir süre heybetle nazar eyledikten sonra sert bir tonla:
– Sen önce belindeki zünnarı kesip imana gel, Müslüman ol ki bu hadis-i şerifin sırrı tecelli etsin, buyurdu. (https://www.konyapostasi.com.tr/makale/musluman-feraset-sahibidir-91327)
24-Yirminci Lem'a
25-Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-ı hakikat, en makbul bir duâ-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makâsıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet: İhlâstır." İhlâsı kazanmak ve muhafaza edebilmek için önemli ölcüler koyan Bediuzzaman,"Birinci düsturunuz: Amelinizde rıza-yı ilâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için bu hizmette doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızâsını esas maksat yapmak gerektir."( Lem'alar, Yirmi Birinci Lem'a. 148.) demektedir
26-Nursi, Mektubat, 22. Mektub,1. Mebhas, 5.Vecih
27-Onun kurbiyetini kazanmak iki suretle olur. Birisi: Akrebiyetin inkişafıyladır ki nübüvvetteki kurbiyet ona bakar ve nübüvvet veraseti ve sohbeti cihetiyle sahabeler o sırra mazhardırlar. İkinci suret: Bu'diyetimiz noktasında kat'-ı meratib edip bir derece kurbiyete müşerref olmaktır ki ekser seyr ü sülûk-u velayet ona göre ve seyr-i enfüsî ve seyr-i âfakî bu suretle cereyan ediyor. İşte birinci suret sırf vehbîdir, kesbî değil; incizabdır, cezb-i Rahmanîdir ve mahbubiyettir. (Yirmiyedinci Sözün Zeyeli, Sahabe Hakkındadır)
28-Evet, Kur'an-ı Hakîm'in envarıyla hasıl olan o inkılab-ı azîm-i içtimaîde, ezdad birbirinden çıkıp ayrılırken; şerler bütün tevabiiyle, zulümatıyla ve teferruatıyla ve hayır ve kemalât bütün envarıyla ve netaiciyle karşı karşıya gelip, bir vaziyette ve müheyyic bir zamanda, her zikir ve tesbih, bütün manasının tabakatını turfanda ve taravetli ve taze ve genç bir surette ifade ettiği gibi; o inkılab-ı azîmin tarrakası altında olan insanların bütün hissiyatını, letaif-i maneviyesini uyandırmış; hattâ vehm ü hayal ve sır gibi duygular hüşyar ve müteyakkız bir surette o zikir, o tesbihlerdeki müteaddid manaları kendi zevklerine göre alır, emer.
İşte şu hikmete binaen bütün hissiyatları uyanık ve letaifleri hüşyar olan sahabeler, envar-ı imaniye ve tesbihiyeyi câmi' olan kelimat-ı mübarekeyi dedikleri vakit, kelimenin bütün manasıyla söyler ve bütün letaifiyle hisse alırlardı. Halbuki o infilak ve inkılabdan sonra, gitgide letaif uykuya ve havas o hakaik noktasında gaflete düşüp o kelimat-ı mübareke, meyveler gibi gitgide, ülfet perdesiyle letafetini ve taravetini kaybeder. Âdeta sathîlik havasıyla kuruyor gibi az bir yaşlık kalıyor ki kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla ancak evvelki hali iade edilebilir.İşte bundandır ki kırk dakikada bir sahabenin kazandığı fazilete ve makama, kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir. (Yirmiyedinci Söz Zeyli, Sahabe Hakkındadır)
29-Sahâbeler İslâmiyet'in şecere - i nûraniyesinin köklerinden, esaslarından oldukları; hem bina - yı İslâmiyet'in hutût- u nûrâniyesinin mebde'inde, hem cemaat - ı İslâmiye'nin imamlarından ve adedlerinin evvellerinde, hem Şems - i Nübüvvet ve Sirâc - ı Hakikat'in merkezine yakın olduklarından; az amelleri çoktur, küçük hizmetleri büyüktür. Onlara yetişmek için, hakikî Sahâbe olmak lâzım geliyor. Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır.)
30- Müslim'de Ebû Hureyre'den bize gelen bir rivayete göre Rasulüllah (asm) şöyle buyurur:"Kim bir kimseyi hayra (hüdaya) çağırırsa, kendisine uyanların sevaplarının bir misli ona aittir. Bu sevap (kendisine uyanların) sevaplarından bir şey eksiltmez. Kim de sapıklığa (dalalete) çağırırsa kendisine uyanların günahlarının bir katı ona aittir. Bu günah (kendisine uyanların) günahlarından hiçbir şey eksiltmez." (Müslim, İlim, 16)
31- İslâmiyet'in ilk yıllarında " saff - ı evvel teşkil eden Sahâbeler; اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ (Bir işe) sebep olan, (onu bizzat) yapan gibidir), sırrınca, bütün ümmetin hasenatından onlara hisse çıkar. Ümmetin اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِه۪ وَأَصْحَابِه۪ demesiyle; Sahâbelerin, bütün ümmetin hasenatından hissedârlıklarını gösteriyor. Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır.)
32-Sahâbe,"Resûl-i Ekrem'in (aleyhissalâtü vessealâm) her hâl ve hareketini kemâl-i ihtimam ile muhafaza ederek nakletmişler" "Sahâbeler, Kur'ân'ın ve âyetlerin hıfzından sonra, en ziyâde Resûl-i Ekrem'in (aleyhissalâtü vesselâm) ef'âl ve akvâlinin muhafazasına, bahusus ahkâma ve mucizâta dair ahvâline bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını ve sıhhatlerine pek çok dikkat ettiklerini, tarih ve siyer şehâdet ediyor. Resûl-i Ekrem'e (aleyhissalâtü vesselâm) ait en küçük bir hareketi, bir sîreti, bir hâli ihmâl etmemişler. Ve etmediklerini ve kaydettiklerini, kütüb-ü ehâdisiye şehâdet ediyor. Mektubat, Ondokuzuncu Mektup, sh:122
33- Sahâbelerin tesis - i İslâmiyet'te ve neşr - i ahkâm - ı Kur'âniye'de hizmetleri ve İslâmiyet için bütün dünyaya ilân - ı harb etmeleri o kadar yüksektir ki, bir dakikasına başkaları bir senede yetişemez. Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır.)
34- İçtihadda, yâni istinbat - ı ahkâmda, yâni Cenâb - ı Hakk'ın marziyâtını kelâmından anlamakta, Sahâbelere yetişilmez. Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli (Sahâbe hakkındadır)