Röportaj: Kemal Benek-RİSALE HABER
Hem insani yönleri ile hem ilim adamı yönü ile Şerif Mardin'i nasıl tanımlarsınız?
Merhum Mardin’in vefat haberini öğrendiğimde, seksenlerden düne dek, kendilerinin Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin dünya ölçüsündeki kimliğini, benim gene dünya ölçüsündeki Şerif Mardin’in kimliğini nasıl tanıdığımı yansıtan bir dizi hatırayı Risale Haber vasıtasıyla kamuya iletmenin lüzumunu düşündüm.
Tabii bu kronolojik bir anlatım çerçevesinde sağlanması gerekirdi. Ve bu anlatım, ancak bir biyografi hacminde gerçekleşebilirdi. Her halde iki sebepten dolayı kollarımı sıvamam kaçınılmazdır. Çünkü yayınlanmadık oldukça doküman var.
Zaten sizin tevcih edeceğiniz suallerin cevabı, o çalışma içinden seçilmiş canlı hatıralarda ma’kes bulacaktır.
ÖNCE AVRUPA USULÜ BACAK BACAK ÜSTÜNE ATIP OTURDU
Muhterem Prof. Şerif Mardin’in, Bediüzzaman’la ilgili on yıl süren araştırmalarının başlangıç safhalarında, muhterem Mustafa Sungur ağabeyin İstanbul’da bulundukça katıldığı ve İslam Enstitüsü talebelerinin kaldığı Üsküdar Fıstık ağacı medresesine birlikte gitmiştik. O gelecek diye medrese tıklım tıklımdı. Kendilerine gösterilen koltuğa Avrupa usulü bacak bacak üstüne atıp oturdu. Daha ilk temaslarda nasıl tesirler ortaya çıkacak diye göz ucuyla gözlüyordum. Kendisi benim yaptığım gibi hissettirmeden önünde oturanları göz ucuyla süzüyordu.
USULCA BACAĞINI İNDİRDİ
Herkes diz çökmüştü. Sahabeler toplantısı gibiydi. Mü’min çehrelerin önünde insan kalbinde uyanan fıtri saygı duygusu sebebiyle, usulca bacağını indirdi. O saniyede insanlığı konusunda ilk kanaatin sahibi olmuştum. Vefatına kadar bu algım hiç değişmedi.
Medresede bulunduğumuz müddet içinde Denizlili öğrenci Ebu Hureyre Özdemir’in felsefi, sosyolojik ağırlıklı sorularından çok etkilenmişti.
DÜRÜST BİLİM ADAMI
Şerif Bey’in din muhtevalı çalışmalarına vâkıf bilhassa Üstadla ilgili çalışmaları yavaş yavaş belirli çevrelerde duyulmaya başladığı seksenli senelerde Çetin Altan “ilericilik-gericilik tekelleri aşılmalıdır” başlıklı makalesinde, kendileri için “dürüst bilim adamı” sözünü kullanıyordu.
Aynı kanaati, aynı kelimeyi kullanarak Şerif Bey’den bahsederken bir görüşmemiz sırasında Sezai Karakoç da belirtmişti.
PARİS’TEKİ TEZİMİ SAVUNMAMA JÜRİ OLARAK KATILDI
Burada zikretmek uygundur. Seneler sonra Londra’da Oxford Üniversitesinde Bediüzzaman Hazretleri üzerine verdiği konferansta Profesörlerin kendisini ayakta alkışladığını belirtmişlerdi. Benim 2004’te Paris’teki tezimi savunmama jüri olarak sırt ağrılarına rağmen katılan Şerif Mardin’e ihtiyar ettiği zahmeti belirtince “sana borcum vardı” dedi. Onun böyle bilim çalışmalarındakine benzer hayretengiz aşılamaz köklü bir kimliği vardı.
Demek ki, “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” hakikatli bir beyittir.
BELLİ BİR YAŞA KADAR CHP SEMPATİZANIYDI
Bediüzzaman Said Nursi'yi neden araştırma ihtiyacı hissetti? Bu konuda çeşitli görüşmeleriniz olmuştu. Onlarla ilgili detaylı bilgi verebilir misiniz?
Kendilerinin henüz deşifre edilmemiş teyp kayıtlarındaki ifadelerine göre, değerli Prof. Şerif Mardin, belirli bir yaşa kadar, üyesi değil ama CHP Sempatizanı olmuştur.
Görüştüğü kimselerle konuşmalarında din meselesinin sosyal olaylar ve dinin siyasi partiler üzerindeki rolünün önemli olduğuna vurgu yapılır. Başka bir zaman aynı kişilerle konuşurken denilir ki: “Öyleyse bütçeden din hizmetlerine para ayıralım, dini bir araştıralım” dendiğinde bu defa “yok canım din o kadar mühim bir konu değildir. Ona bütçeden para ayırmaya, gerek yoktur” kanaatini izhar ederler.
Arkadaşlarının bu ifadeleri sayın Şerif Mardin’de bir tezat fikri uyandırmıştır. Şöyle düşünür: “Dinin toplum üzerinde tesirinden bahsediliyorsa o zaman din önemlidir; önemli ise o zaman önemli araçlarla araştırılacaktır.”
BU DÜŞÜNCE ONUN SOYUNDAN DA GELİYOR
Şerif Mardin’in hayatına bakıldığında görülür ki, bu düşünce, yalnız içinde yaşadığı çevrenin tesirinden değil, onun soyundan da geliyor. Belki böyle soylu düşüncenin kökleri âdem (a.s.) şeceresine dek gidiyor. Ve Türkiye Cumhuriyet tarihi içinde Mardin, modernleşme ve dine sadakatini sürdürmek üzerindeki düşüncelerini; dünyanın her ülkesindeki Kur’an ve sünnete bağlı dini liderlerin kanaati ile rejimin toplumda uyandırdığı hayat tarzında müşahede ettiği tezatları görerek besliyor.
BİR ŞEKİLDE DİNİ HATIRLATAN İLK SOSYOLOG OLDU
Şerif Mardin’in “Bizim devamımız” dediği Profesör Nilüfer Göle, Mardin’in modern bilim karşısındaki algı ile mevzu üzerinde yaptığı araştırmalardaki başarısını şöyle vurgular:
“Sanki mutlaka modernleşme ve sekülarizasyon birlikte bulunmalıymış gibi yaygın bir algı var. Özellikle sosyologlar buna çok vurgu yapıyor: Yani modernleşme eşittir sekülarizasyon. Bunun dışına çıkan tabi ki en önemli sosyolog Türkiye’de Şerif Mardin Hocadır. Çünkü o modernleşmenin ille sekülarizasyon olmayabileceğine vurgu yaptı ve bir şekilde dini hatırlatan ilk sosyolog oldu.” (la laïcisation; Dinin sosyal yapıdaki otorite ve geçerliliğini yitirmesi, doğaüstü olayların tabii ve dünyevi olayların iş gibi algılanması, insan aklının dinî ve metafizik bağlardan kurtulması ve dinin bir vicdan meselesi haline gelmesidir. Röportaj, Elif dergisi sayı 9)
BEDİÜZZAMAN’NIN KAPISINI DÜNYAYA SİZ AÇTINIZ
Bediüzzaman ile ilgili kitabı Türkiye ve dünyada Nur hareketi açısından neyi değiştirdi?
Bir gün laf arasında kendilerine: “Bediüzzaman’nın kapısını dünyaya siz açtınız!” şeklindeki düşüncemi ifade etmek fırsatı bulmuştum. Gülümsedi… Hoşuna giden bir laf edildiğinde gülümserdi…
Risale-i Nura dayalı bir tez yapmak için Fransa’ya gittiğimde üniversite salonlarında seminerler sırasında başka bir ülkeden gelmiş doktora öğrencisi beni biraz ileri yaşta bularak “siz ne üzerine çalışacaksınız?” diye sorunca, “Said Nursi’nin modern bilim ve modern sanat üzerindeki düşünceleri” deyince, “ha! biliyorum Şerif Mardin!” demişti.
BEDİÜZZAMAN VE ŞERİF MARDİN KADER ORTAKLARIDIR
1986’da dünyaca ünlü Sorbonne Üniversitesinde, daha Türkiye’de Bediüzzaman Hazretleriyle ilgili panel, sempozyum, konferans vs. düşünülmediği senelerde, Prof. Paul Dumont, Türkiye’den Şerif Bey’in katıldığı çaplı bir panel düzenlemişti.
Bundan anlaşılıyor ki hala Türkiye’de Üstad Bediüzzaman ne kadar meydanda değilse, Prof. Şerif Mardin de ambargolu ve tanınması istenmeyen kader ortaklarıdır.
‘RİSALE-İ NURLARIN DEŞİFRE EDİLMESİ LAZIM!” DEMİŞTİ
Bediüzzaman üzerine çalışmalarını bitirdikten, kitabı tekrar tekrar yeni baskılar yaptıktan, Nur hareketinin de orijinal bünyesi büyük rahnelere sebep olduktan sonra birkaç sene önce “Nurculuğu şimdi nasıl gördüğünü” sormuştum. “Risale-i Nurların deşifre edilmesi lazım!” demişti. Pek çok kişinin gönlünde yatan talebin aynı yönde olduğu devamlı dillendirilmektedir.
Kitabı yayınlandığı sıralarda “Üniversite mezunu, her Nur Talebesinin Şerif Mardin’in kitabını okumuş olması gerekir” diyordum. Şimdi de diyorum. Kendisi, “Ben yalnız arka planı çıkardım, Risale-i Nurların analiz edilmesi lâzım!” derdi. Şimdi kaç tane Profesör Nur talebesi var? diye sormalıdır. Risale-i Nurlar hakkında olduğu gibi…
MARDİN’İN VEFATI HAYATINDAKİNDEN DAHA TESİRLİ
Gençler, Şerif Mardin'in hangi özelliklerini örnek alabilir?
O, gençlerde bir kıpırdanma var, diyordu… Kıpırdanmayı soruşturma, merak, şahıslardan ziyade kitaplara sorma hareketleri olarak düşünmeli… Mardin’in vefatı hayatındakinden daha tesirli olduğunu düşünüyorum.
Nasıl?
En azından şahsiyetleri gölge etmeyecek. Fikirleri hayata girecek. Madde âleminde ölen mana âleminde doğuyor. Anlamların şahıslarla bağlı olmadığı anlaşılıyor. Mardin zihinlerde alt tabakalarda yerine oturmuştur. Vefatıyla birden bire meydana çıktı. Meydana çıkan Mardin değil, taşıdığı misyondur.
RİSALE-İ NURLARDAKİ HAKİKATLERİ BİLİM DÜNYASINDA DİLLENDİREBİLMİŞ KÜLLİ BİR CEVAPTIR
Algısı baskı altında sönmemiş zihinlerin her hakikat hadimini hakikatin en çarpıcı yönüyle algılayacağından şüphe edilemez. Külli kavrayış İslami düşüncenin ve kâinat prensibinin disiplin hususiyetidir. Her birikim bir mirastır.
Genç Saidlerin talihi, hem geçmişi hem geleceği sorgulamasıdır. Şerif Mardin, Risale-i Nurlarda bulduğu kainat çapındaki hakikatleri bilim dünyasında dillendirebilmiş külli bir cevaptır.
Bir gün bir yolculukta, “Kâinat, soru ve cevaptan ibarettir” şeklinde ifade kullanılmıştı. Her bilim adamının kafası daima bir soru çengeline takılır, takılacaktır. Bu, insanı meşrulaştıran bir kanundur.
MARDİN, ZAMANIN BİR ÇOCUĞU, BİR ADAMIYDI
Şerif Mardin'in yeri doldurulabilir mi?
Mardin’i zamanın bir çocuğu, zamanın bir adamıydı. Yeni zamanlar, âlemin müdebbiri tarafından zer edilen yeni istidatları yetiştirecek. Yeniler hiçbir zaman eskileri aratmıyor. Bediüzzaman Mevlana’yı aratmıyor.
“Tanrıya inanmayan bir insan her an etrafındaki her şeyi tanrılaştırmaya hazırdır” diyen Jacque lacan, Freud’u aratmıyor. Freud’de takılıp kalanlar başka… Onlar zamanın adamı değil. Zamanı takip edemezler. Takılıp kalanların gözleri menfaate dikilidir. Kendilerini aşamamışlardır. Hakikat yayıcısı değil satıcısıdır.
Bunlardan Bediüzzaman hazretlerinin bir ayrıcalığı var. Sonuncu olmak! Her asrın adamı başka…