Bediüzzaman’ın 3 hayat evresi/dönemi vardır. Meşrutiyet dönemine denk gelen I.Said dönemi, Cumhuriyet dönemine denk gelen II. Said dönemi ve Demokrat Parti dönemine denk gelen III. Said dönemidir. I. Said döneminde Bediüzzaman siyaseti dine hizmetkâr etmeye çalışır. Ancak artık siyasetle dine hizmet edilemeyeceğini anlayınca siyasetten çekilir.
Bediüzzaman’ın siyasetten çekildiği dönem II. Said dönemine denk gelir. Bu dönemde ahirzamanda gelecek zat ile ilgili hadislerden aldığı ihtar ile siyasetten uzak kalmaya başlar. Bu dönemde pozitivist/materyalist akımlara karşı iman kalesini muhafazaya çalışır. İnsanların imanını kurtarmayı her türlü siyasete tercih eder. Zaten bu dönemde siyaset yapmak da mümkün görünmemektedir. Tek parti diktatörlüğü siyasetle hizmet etmeye olanak sağlamamaktadır. Siyasete bulaşanlar da dine zarar vermek zorunda kalmıştır.
Bediüzzaman’ın III. Said dönemi Demokrat Parti dönemine denk gelir. Bediüzzaman bu dönemde siyasetçilere tavsiye/tebrik nevinden mektuplar gönderir. Gazetelerde Risale-i Nurları ve Alem-i İslamı ilgilendiren haberleri takip eder. Ehvenüşşer olarak kabul ettiği demokratlara nokta-i istinad olunması gerektiğini söyler. Üstadın buradaki duruşu bir partiye taraf olmak değil, mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı, dost olmaktır. Yani amaç haktan yana olmaktır. Yoksa körü körüne bir taraftarlık değildir.
Bediüzzaman’ın 3 dönemini bir bütün olarak düşünmek lazım. I.Said döneminde deneme-yanılma yoluyla hizmet ettiğini düşünmek yanlıştır. I.Said’in pişman olduğunu, hata yaptığını düşünmek onu eksik anlamak demektir. Siyasetten çekilmesi yanlış yaptığını düşündüğünden değil, siyaset dairesinin bozulmasındandır. Bediüzzaman eskiden söylediği sözlerin arkasında olduğunu şu sözlerle ifade eder: “Gazetelerde neşrettiğim umum hakikatte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi canibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletname-i Şeriatla davet olunsam, neşrettiğim hakaiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim. Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidat-ı ukala mahkemesinden tarih celpnamesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Demek hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır.”
Siyasetin gerekip gerekmediği konusunda üç temel yaklaşım vardır: Bunları ifrat, tefrit ve vasat olarak ele alabiliriz. İfrat görüşe göre “Din siyasettir. Dinin amacı dünya saltanatına sahip olmaktır.” Tefrit görüşe göre ise; “Her nevi siyasetten şeytandan kaçar gibi kaçmak ve Allah’a sığınmak gerekir” görüşüdür. Bediüzzaman’ın yaklaşımı ise “Şeraitte yüzde doksan dokuz ahlak, ibadet, ahiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir” ifadeleri ile özetlenebilir.
Siyasetle ilgili Bediüzzaman’ın bazı ölçüleri/prensipleri vardır:
Oy kullanmak siyasete girmek değildir: Oy kullanmak bir vatandaşlık görevidir. Bediüzzaman da Demokrat Parti döneminde vatandaşlık görevini yerine getirmiştir.
Siyaset; şeriatın yüzde 1’ine denk gelir: Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir.
Bir kişi cemaat adına değil, kendi adına siyasete girebilir: Bediüzzaman siyasete girmek isteyen kişiler için “Siyaset hesabına değil, belki nurların intişarı ve maslahatı hesabına, bazı kardeşler, nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir” demektedir. Yani siyasete girmek isteyen kişinin cemaati siyasete alet etmemesi gerekir. Ancak siyaseti dine hizmetkâr edebilir.(Bediüzzaman kimsenin siyasete girmesini tavsiye etmemiştir. Ancak siyasete ilgisi olanlara da mani olmamıştır. Talebesi Tahsin Tola’nın Demokrat Parti’den milletvekili olmasına karşı çıkmamıştır.)
Ehvenüşşer düsturu: “Tercih açısından değil”, kuvvetle tahmin edilebildiği takdirde gerçekleşebilecek sonuç açısından iki alternatif varsa ve ikinci alternatifin daha büyük zararlar vereceği görülüyorsa “ehvenüşşer prensibi” ortaya çıkar. Bediüzzaman demokratları "ehvenüşşer” olarak değerlendirip öyle tercih yapar.
Din adına siyaset olmaz: Bediüzzaman, toplumun yüzde 60-70’i mütedeyyin olmadıkça din adına bir partinin ortaya çıkmasına karşıdır. Çünkü böyle bir parti dini siyasete alet etmek zorunda kalır. Hem dinin kimsenin inhisarında olmadığını belirtir. Bu tür partiler din adına çıktıkları vakit yaptıkları hatalarla insanları dinden soğutabilir. (Siyasal İslamcıların yaptıkları hatalar herkesin malumu.)
Bediüzzaman bu zamandaki insanların yüzde 20’sinin dalalette, yüzde 80’inin de hayrette olduğunu anlatır. Siyasetle yüzde 20’yi düzeltmek yerine yüzde 80’e nur göstermenin ehemmiyetinden bahseder. İnsanlara bir elimizde siyaset topuzu, diğer elimizde nur ile yaklaşırsak insanları korkuturuz. İnsanlar "Acaba nurla beni celbedip topuzla dövmek mi istiyor?" diye telâşa düşer. Bediüzzaman bundan dolayı “Yüz elimiz de olsa nura kâfi gelir” der.
Dördüncü Mesele: Asıl vazifemizi unutmamalıyız: Bediüzzaman’a "Küre-i arzı herc-ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumîden elli gündür (şimdi yedi seneden geçti aynı hâl) hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun. Hâlbuki bir kısım mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camii bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hadise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?" diye sorulunca Bediüzzaman, başımıza öyle bir dava açılmış ki İngiliz ve Alman kadar kuvvetimiz ve malımız dahi olsa –aklımız da varsa- o dava için harcamalıyız diyor. O dava ise imanı kurtarma davasıdır. Ömür sermayesinin az, luzumlu işlerin de pek çok olduğunu, birbiri içinde daireler olduğunu, en küçük dairede en büyük işlerin olduğunu anlatır. Büyük dairede (siyasette) bize daha az görev düştüğünü, bu daireye dalıp asıl vazifemizi unutmamamız gerektiğini anlatır.
Kısacası Risale-i Nurları okuyanlar, hak ve hakikate taraftar olan partiye oyunu verir. Vatandaşlık görevini yerine getirir. Bir sivil toplum kuruluşu gibi fikirlerini söyler. Hiçbir partiye tarafgirlik ile yaklaşmaz. Dini siyasete alet eden her türlü yaklaşımdan uzak durur.4.Meseleden aldığı ders ile asıl vazifesinin iman hizmeti olduğunu bilir, vazifesi olmadığı halde sabahtan akşama kadar zihnini ve fikrini onunla meşgul ederek, vazife-i asliyesini unutmaz. Asıl himmetini Yüksek İslam siyaseti olan “ittihad-ı İslam”a harcar.