Risale-i Nur'dan Yirmi Altıncı Mektup'ta ismi ve bahsi geçen Mübarek Süleyman 20 Ekim 1963 tarihinde ahirete intikal etmişti.
1898 Barla doğumlu, asıl adı Süleyman Köse olan Mübarek Süleyman'ı rahmetle anıyoruz. Son Şahitler'de yer alan bilgiler şöyle:
Barla'nın Çam Dağlarında Bediüzzaman'a misafir olan bu temiz kalbli, mübarek insan ısrarla Cuma gecesi Üstad'ın yanında kalmak istemişti.
"Bir parça küflenmiş ekmek iki gün, iki kişiye nasıl yetecek" diye düşünerek Çam Dağlarında bir yamaca doğru çıkarken bir katran ağacının dalları arasında koca bir ekmek buldukları zaman, Bediüzzaman:
"Süleyman müjde Cenab-ı Hak bize rızık verdi" deyince, safi kalbli Süleyman, cevaben:
"Bu ekmek bize helal olur mu?" diye sormuştu. Bediüzzaman ondan bu safiyet dolu sözleri işitince:
"Vay mübarek vay!..." demişti.
İşte bu hâdiseden sonra, safi kalb Süleyman'ın ismi "Mübarek Süleyman" olarak hafızalara intikal etmişti.
MÜBAREK SÜLEYMAN NE ÂLEMDE?
Aradan seneler geçmiş, Bediüzzaman bu defa Emirdağ bozkırlarında gurbet ve hicretlerle geçen ömrünü devam ettiriyordu. Barla yaylasından Bahri Çağlar isimli Nur Talebesi, Bediüzzaman'ı Emirdağ'da ziyarete gelmişti.
Bu ziyaret esnasında Barla'dan, Barlalılardan, Bediüzzaman'ın Barla'da geçen günlerinden bahisler açılmıştı. Bir ara Üstad, Bahri Efendiye Mübarek Süleyman'ı sormuştu:
"Mübarek Süleyman ne âlemde, neler yapıyor?"
Bahri Efendi memnuniyet içinde Mübarek Süleyman'ın Risale-i Nurları yazdığını ifade etmişti: "Mübarek Süleyman Risale yazıyor Efendim."
Bediüzzaman bu cevaba şu şekilde mukabelede bulunmuştu:
"Onun bir zamanlar Çam Dağlarında söylediği bir söz vardır ki, o söz, onun on sene Risale yazmasından daha hayırlıdır."
Mübarek Süleyman'ın safi kalbinin ifadesi olan "Bu ekmek bize helâl olur mu?" sözü "Mübarek" oluşunun bir delili olarak Risalelere geçmesine, gönüllerde yaşamasına sebep olmuştur.
"Mübarek Süleyman" gibi nice isimsiz mübareklerin, altın kalbli Nur hizmetkârlarının emeklerinin yadigârı olan Nur Risaleleri ebedi kurtuluş rehberi olarak gençliğimizin yolunu ışıldatmaya devam etmektedir.
BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN DİLİNDEN "MÜBAREK SÜLEYMAN" HADİSESİ
Dağda, üç ay, bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, hergün ekmekle beraber yemek şartıyla, kâfi geldi. Hattâ, Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu. Çarşamba günüydü, dedim ona: "Git, ekmek getir." İki saat, her tarafımızda kimse yok ki oradan ekmek alınsın. "Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber dua etmek arzu ediyorum" dedi. Ben de dedim: " تَوَكَّلْنَا عَلَى اللهِ ; kal." (Allah'a tevekkül ettik.)
Sonra, hiç münasebeti olmadığı halde ve bir bahane yokken, ikimiz yürüye yürüye bir dağın tepesine çıktık. İbrikte bir parça su vardı. Bir parça şekerle çayımız vardı. Dedim: "Kardeşim, bir parça çay yap."
O ona başladı. Ben de derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum. Müteessifâne şöyle düşündüm ki: Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu sâfi-kalb adama ne diyeceğim diye düşünmedeyken, birden bire başım çevrilir gibi başımı çevirdim. Gördüm ki, koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: "Süleyman, müjde! Cenâb-ı Hak bize rızık verdi."
O ekmeği aldık; bakıyoruz ki, kuşlar ve hayvânât-ı vahşiye, hiçbiri ilişmemiş. Yirmi otuz gündür hiçbir insan o tepeye çıkmamıştı. O ekmek ikimize iki gün kâfi geldi. Biz yerken, bitmek üzereyken, dört sene sadık bir sıddîkım olan müstakim Süleyman, ekmekle aşağıdan çıkageldi.