Kaynaklar ne diyor?
Önce Kuran:
Mevzuun menşei din olunca, kaynak önceliğinin Kuranda olması tabiîdir. Kelâm-ı İlâhîde, Hazret-i İsânın kıyamete yakın tekrar yeryüzüne geleceği ve Deccalı öldüreceğine dair olan iki yüze yakın Hadîs-i Şerifi teyid eden bir meal sarahati yok. Müfessirlerin atıfta bulundukları âyetlerden yayılan aydınlık, daha çok yorumların vuzuhuyla, teyid edici.
Tercüme, zorun zoru. Mütercimin birinci vasfı, iki dili birden bilmek. Çünkü bir dilden başka bir dile düşünceyi nakledecektir. İki dile tâm mânâsıyla hâkim olmak kaç fâniye nâsip olur! Mütercimlerimiz için işin kötüsü, bu dillerden birisinin şirazesi bozulmuş, yapısı tespih taneleri gibi dağılmış zavallı türkçe olması. Peki doğru bir tercüme için iki dile vukufiyet kâfi sebep mi? Hayır... Nakledeceğiniz düşünceye de âşinalık gerekir. Aşinalık ne kelime, basbayağı vukufiyet lâzım. Sırf iki dile birden hâkim diye bevliye uzmanına Kuran tercüme ettirilmez. Yeter mi? Ne münasebet?.. Düşünceyi besleyen kaynaktır dil. Birinci dilin zenginlikleri ile diğer dilin imkânları aşağı yukarı emsâl olmalı. Düşünceyi üçyüz kelime ile kuşatmaya kalkışan bir dilin kapılarını ardına kadar açsanız bile o mekâna bırakınız Kuranı , alelâde akademik bir hakîkati de sığdıramazsınız. Düşünce, öncelikle doğduğu dilin malıdır ve en güzel ifadesini doğduğu dilde bulur. Hiç bir dâhinin düşüncesi, aktarıldığı yeni dilde daha iyi durmamıştır. Bahis mevzuu nakil, Kelamullah için olunca hüküm katiyet kazanır...
Ee... Bütün yolları tıkadıktan sonra Kurana nasıl müracaat edeceğiz? Üstad haklı, bir şeyin bütünü elde edilemiyor diye tamamından mahrumiyet, yanlış. İster istemez meallerin aydınlığına koşacağız. Türkiye tam bir meal cenneti... Sebebi, ya imandan gelen bir cehd, ya ihtiyacın kamçıladığı bir zaruret. Bu kısa yazı için uzandığım mealler: Merhum Elmalı Hamdi Yazır, Prof Yaşar Nuri Öztürk ve Diyanetin meali.
Bu üç kaynak arasındaki farklar, mânâya halel verecek cinsten değil. Fark daha çok ifade şeklinde. Tercihim, mealleri merhum Yazırdan nakletmek olurdu. Fakat Öztürkün kapısını çalmak, günün şartlarına daha muvafık.
Kurana dikkat kesilelim mi? Ama önce kısa bir hatırlama... Yaklaşık ikibin yıl önce... Cenab-ı Hak, Hazret-i Meryeme bir çocuk bağışlamıştır. Ama Meryem evlenmemiştir, bâkiredir ve çocuk babasızdır... Yer yarılsa, yedi kat dibine girmeye râzıdır. Bu, Adetullah istisnası vâkâ, Yahudileri tabiatları ve cehilleri istikametinde kamçılayıp harekete geçirir, daha doğrusu galeyana. İffet ve hayâsıyla emsâlsiz peygamber annesi Hazret-i Meryeme iftiraların en alçakçasını revâ görürler: Meryem zânidir, çocuğu veled-i zinâ...
Bugün erkek hücresine ihtiyaç kalmaksızın ,yine kadından alınacak hücre ile babasız çocuk dünyaya getirilebileceği, ilmin mevzuudur. İlim mahfellerinde, kılı kırka yaran laboratuvarlarda bunun çalışmaları müjdelenmektedir. Muvaffakıyetin neticeleri neler olur, bilinmez. Ama hiç değilse, babasız çocuk dünyaya getirme örneğinin ilki olan Hazret-i Meryem ikibin küsür yıl sonra ilmen de temize çıkar ve eski iftiralarında mussır Yahudi âleminin yüzüne ilmin şamarı inmiş olur.
Çünkü Yahudilerin elindeki cehl mazereti önce aslî İncil sonra da son İlâhî Kelâm Kuran tarafından alınmış, Hazreti Meryem İlâhî tezkiye ile temizlenmiştir. İşte Kuranın Hazret-i Meryeme şahadeti:
Meryem, çocuğa işaret etti. Dediler: Beşikteki bir sabiyle nasıl konuşuruz?
Sabi dedi: Ben Allah'ın kuluyum. O bana kitap verdi, beni peygamber yaptı.
"Beni, bulunduğum her yerde kutsal ve bereketli kıldı. Yaşadığım sürece bana namazı/duayı, zekâtı önerdi.
"Anneme iyilik etmemi önerdi. Beni zorba bir eşkıya yapmadı.
"Selam bana doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kaldırılacağım gün.
İşte Meryem'in oğlu İsa budur! Hakkında kuşku ve çelişmeye düştükleri şeyin doğrusu bu sözdür. (Yaşar Nuri Öztürk, Türkçe Kuran-ı Kerim, Meryem Suresi, âyet 29-34)
Ben-i İsrailin hıncı, Hazret-i Meryeme attıkları ağır iftira ile yatışmaz. Peygamberlikle müjdelenen babasız oğlu Hazret-i İsânın(a.s) hayatına kastetmeye kadar uzanır. Dini yayma gayreti, Yahudilerin akıl almaz red ve inadları karşısında bir avuç havari ile sınırlı kalan Hazret-i İsâya(a.s), nihâyet Rahmet kapıları açılır. Söz Allahın(c.c):
Başlarına gelenler; ahitlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve "Kalplerimiz kılıflıdır" demeleri,daha doğrusu,küfürleri yüzünden Allah, kalpleri üzerine mühür basmıştır da pek azı müstesna, iman etmezler.
Küfürleri sebebiyle, Meryem aleyhinde büyük bir yalan söylemeleri yüzünden...
"Biz, Allah'ın resulü Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demeleri yüzünden. Oysaki onu öldürmediler, onu asmadılar da; sadece o onlara benzer gösterildi. Onun hakkında tartışmaya girenler, onunla ilgili olarak tam bir kuşku içindedirler. Onların, ona ilişkin bir bilgileri yoktur; sadece sanıya uymaktalar. Onu kesinlikle öldürmediler.
Tam aksine, Allah onu kendisine yükseltti. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
Ehlikitap'tan her biri ölümünden önce ona mutlaka inanacaktır. Kıyamet günü de o, onlar aleyhine bir tanık olacaktır. (Yaşar Nuri Öztürk, Türkçe Kuran-I Kerim, Nisa Suresi, âyet 155-159)
Âyetler, müfessirler arasında küçük görüş farklılıklarına sebebiyet verse de umumî kanaat, Hazret-i İsânın(a.s) çarmıha gerilmediği ve öldürülmediğidir.
Meryem oğlu İsânın(a.s) kıyamete yakın tekrar yeryüzüne ineceğine dair umumî görüşü teyid eden, bu İlâhi mehazdır. Bir kere, Hazret-i İsa(a.s) öldürülmemiştir. Daha sonra her fâni gibi öldüğüne dair hiçbir sarih kaynak da yoktur. Hazret-i İsayı(a.s) kendisine yükselttiğini buyuran Allah(c.c), ölümünün daha sonra vâki olduğunu bildirmemiştir. Aksine, Ehlikitap'tan her biri ölümünden önce ona mutlaka inanacaktır. Kıyamet günü de o, onlar aleyhine bir tanık olacaktır. Mealindeki âyet, ekser müfessirlerce kıyamet öncesi ikinci nuzülün mehazı addedilmiştir. Her nefis ölümü tadacaktır mealindeki âyet-i kerime istisna kabul etmiyor ki, Hazret-i İsâyı hariç tutalım. Elbet de her fâni gibi o da ölecektir. Bu kadar da değil Zuhruf Suresi bu husus için çok daha açıklayıcı, çok daha aydınlatıcıdır. Yine Öztürkün mealinden:
Meryem'in oğlu, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek yaptığımız bir kuldu.
Eğer dileseydik, içinizden, yeryüzünde size halef olacak melekler vücuda getirirdik.
Hiç kuşkusuz o, kıyamet saati için bir bilgidir. O halde sakın o saat hakkında şüpheye düşmeyin; bana uyun. Dosdoğru yol budur. (Yaşar Nuri Öztürk, Türkçe Kuran-ı Kerim, Zuhruf Suresi, âyet 59-61)
Bir peygamber kıyamet için, saat kabilinden bir bilgi olacaksa; bu, kıyamete en yakın olan Hatem-ül Enbiya Efendimiz(a.s.m) olmalıydı, ondan takriben altı asır önce yaşamış olan Hazret-i İsâ(a.s) değil. Hiç kuşkusuz o diye başlayan âyetteki o zamirinin Hazret-i İsa(a.s) olduğu açıktır. Müfessirlerce teyid edilen umumî kanaat de bu istikamettedir. Bedihi değil midir ki Hiç kuşkusuz o, kıyamet saati için bir bilgidir. âyeti Hazret-i İsânın(a.s) kıyamet öncesindeki nüzûlünü müjdelemektedir. Hayat tabakalarını bir eserinde medar-ı bahseden Üstâd Bediuzzamanın Hazret-i İsanın(a.s) nüzûl öncesi hayatına tuttuğu ışık sadece ikna edici değil, Kuranîdir de:
Üçüncü tabaka-i hayat: Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüdle, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letâfet kesb eder. Âdetâ beden-i misalî letâfetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvatta bulunurlar. (Bediuzzaman Said-i Nursi, Mektubat, Sayfa 12)
Bahsi hülâsa edersek: Hazret-i İsâ(a.s) öldürülmemiştir, diri olarak Allah nezdine yükseltilmiştir ve kıyamet öncesinde bir hikmete binaen ve mühim bir vazifeyi ifâ için tekrar gönderilecektir. Bindörtyüz yıllık İsâm târihinin kabul görmüş en mümtaz şahsiyet ve en parlak dehâlarından olan Bediuzzaman Said-i Nursinin kanaati de budur. O kadar ki, bu kanaat hiç bir tereddüde mahal bırakmayacak kadar açık, net ve aydınlıktır. İleriki satırlarda tafsilatını bulacak düşüncelerine bir mukaddime kabilinden şu beyanına kulak verelim:
İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâp edecektir. Ve Kurâna iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semâvatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli Şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır. (Bediuzzaman Said-i Nursi, Mektubat, Sayfa 60)
(Devam edecek)