Bediüzzaman'a göre: Mehdi, Hz. İsa ve Ahirzaman-3

Hüseyin YILMAZ

Kur’an’dan sonra bir buket hadîs.

Hazret-i İsâ’nın(a.s.)nüzûlünden haber veren hadîslerin çokluğu, şaşırtıcıdır. İkiyüze yakın hadîsin âhir zaman, âhir zaman eşhası ve kıyamet üzerine yaptığı tasvirat bir bütüne hizmet eder. Çoğu müteşâbih ve mecaz kabilinden olan ve gayba dair bin dört yüz yıl önce söylenmiş bu hadîslerin, geçmiş zaman dilimlerinde anlaşılmamış olması, normal karşılanmalı. Peygamber Efendimiz rehber-i mutlaktır ve muhataplarının kamet-i kıymetlerini hesaba katmak ferasetine sahiptir. Meselâ, zamanının ilim seviyesi iptidainin iptidaisi iken, kavmini gözle görülmeyen ve ölüm saçan mikropların tehlikesinden sakındırmak içen, “Kırık (çatlak) çanaktan su (çorba) içmeyiniz, zirâ onda gözle görülmeyen milyonlarca mikrop denen canavarlar var ve onlar sizi öldürür.” diyemezdi. Diyemezdi, çünkü devrinin insanı, çanaktaki küçük bir çatlakta gözün göremediği milyonlarca öldürücü canavarı anlayamaz ve kabullenemezdi. Söz konusu hakikat, Peygamber’in(a.s.m) dilinde beliğane bir irtifa kazanır: “Kırık çanaktan su içmeyiniz. Zirâ onda şeytan vardır” buyurur.

Görünmeyen, cismanî olmayan ve her yere ulaşabilen, tehlikelerin tehlikelisi Şeytan’dan sakınmak için bu nebevî nasihat kâfi sebeptir. O günün insanı için meçhul ve anlaşılmaz olan çok hakikat var ki, bugünün çocukları için bile sıradan gerçektir. Çağ kapatıp, çağ açmış medar-ı iftiharımız Fâtih Sultan Mehmed Han’a akl-ı evvelin biri televizyon, uçak, internet gibi gündelik hayatımızın mebzul nimetlerinden bahsetse idi, soluğu ya tımarhanede alırdı, ya da hapishanede. Sultan da söylenenlere bir anlık ihtimal verse, aklını kaybetme telaşı yaşardı.

Anlaşılmıyor mu ki, âhir zaman hâdise ve şahıslarından haber veren hadîsler müteşâbih olmak zaruretiyle karşı karşıyadır. Çocukluğumda, annemin, babasından naklen anlattığı Deccal tasvirleri arasında, bugün bile hâfızamda bütün canlılığıyla duran, Deccal’ın eşeğinin büyüklüğü ve hızı idi. Bu hilkat garibesinin cesameti o kadar akıl almaz bir ucûbe idi ki, ayağının birini Nemrut dağının tepesinden kaldırır Urfa’nın ortasına indirir, soluğu ormanları tutuştururdu. Nemrut dağı ile Urfa’nın arası kuş bakışı bir uçuşla bile yüz kilometreyi aşkındır. Bazen çok uzaklarda sandığım İstanbul’u bile tek adımda yakalardı. Çocukluk havsalamı harab eden bu rivayetler ile ne hayâller kurardım. Halbuki bugün ses duvarını aşmakta olan savaş uçakları için bu mesafeler ne kadar kısa, Deccal’ın eşeği ne kadar zavallı. Ormanları kül eden soluğu, dünyayı tehdid eden dehşetli silah ve bombaların yanında ne kadar mâsumdur.

Zaman ve bilginin elverişsizliği sebebiyle müteşâbih hadîslerin zâhirlerinin hakikat telâkki edilmesi, bu hadîsleri tartışma mevzuu yapmıştır. En sahih hadîs kitaplarında yer alan bu rivayetlerin sıhhatinden, sırf mütevatir olmayışları sebebiyle şüpheye düşülmemiştir. Şüphe, kıyamete yakın bir zamanda meydana gelecek dünyevî terakkinin geçmiş zaman insanının havsalasına sığmamasının eseridir. Bediüzzaman Hazretleri’nin müteşâbih hadîslere taşıdığı aydınlık, bütün karanlıkları dağıtacak kadar parlak,bütün şüpheleri yıkacak kadar muknidir. Âhir zaman hâdiselerinden haber veren Beşinci Şua’daki bir demet hadîsin yorumu düşünceyi aydınlık bir eşikte kanatlandırır. Tafsilatı eserin kendisine havale ile bir kaç örneğin aydınlığına koşalım mı?

“Peygambere bildirilen umûr-u gaybiye, bir kısmı tafsil ile bildirilir. Bu kısımda hiç tasarruf edilmez ve karışamaz. Kur'anın ve hadîs-i kudsînin muhkematı gibi. Ve diğer bir kısmı icmal ile bildirilir, tafsilât ve tasviratı onun içtihadına havale edilir. İmana girmeyen hâdisat-ı kevniyeye ve vukuat-ı istikbaliyeye dair hadîsler gibi. Bu kısımda, Peygamberimiz (A.S.M.) belâgatıyla -temsiller suretinde- sırr-ı teklif hikmetine muvafık tafsil ve tasvir eder. Meselâ: Bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: ‘Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada Cehennem'in dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür.’(Müslim, 4:3184, hadîs no: 2844, 4:2145, hadîs no:2780) Bu garib haberden beş-altı dakika sonra birisi geldi dedi: ‘Ya Resûlallah! Yetmiş yaşında bulunan filan münafık vefat etti, Cehennem'e gitti.’ Peygamber'in yüksek belîgane kelâmının te'vilini gösterdi.” (Bediizzaman Said-i Nursî, Şualar, Sayfa 499)

Hadîsin zâhiri, düşünceyi ne kadar zorluyorsa, hakikati o kadar akla yatkın ve açık… Aynı zaman dilimi içinde cereyan eden vâka, hadîsi teşbihin zirve örneklerinden yapmış.

Annemin anlattıkları arasında çocukluk hâfızama kazınmış bir başka tafsilat da Deccal’ın elinin delik olacağıydı. Bu deliğin sebebine akıl erdiremez ama, cesametinden sarf-ı nazar ettiğim vakitlerde onu, elinin delik oluşundan teşhis edebileceğimi düşünerek, teselli bulurdum. O kadar ki, köyde bir parça cüsseli ve muhayyileme göre deccalvarî görüntüde vehmettiğim insanların ellerine bakmak, bende garip bir itiyâd halini almıştı. Kötülerin tamamından bir nevî deccallık vehmettiğimden, şerlerinden sakınmak için erken tanıma mücadelesi veriyordum.

Bahis mevzuu hadîsin gerçek veçhesiyle Üstâd’ın satırları arasında karşılaşınca bu çocukluk bilgim tatlı bir hâtıraya inkılâb etti. Dâhiyi azamın rahle-i tedrisine bir daha oturalım mı?

“Rivayette var ki: ‘Âhirzamanın eşhas-ı mühimmesinden olan Süfyan'ın eli delinecek.’

“ Allahu a'lem, bunun bir tevili şudur ki: Sefahet ve lehviyat için gayet israf ile elinde mal durmaz, israfata akar. Darb-ı meselde deniliyor ki, ‘Filân adamın eli deliktir.’ Yani çok müsriftir.

“İşte, Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tama'ı uyandırarak insanların o zaîf damarlarını tutup kendine musahhar eder diye bu hadîs ihtar ediyor. İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer diye haber verir.” (Bediizzaman Said-i Nursî, Şualar, Sayfa 499)

Örneklerin kılavuzluğuna devam etmek mümkün, fakat makalenin imkânları mahdut. İyisi, meraklılarını Risâle-ı Nur’un ummanları andıran vüs’atine havale etmek.

Nihâyet Hazreti İsa’nın(a.s) nüzûlünden haber veren bir demet hadîs:

Hadîsleri şerh ya da te’vil, işimiz değil. Böyle bir ihtiyaç olsa, muhaddislerin eşiğinde soluğu alırdık. Maksadımız, sadece Hazret-i İsâ’nın(a.s) nüzûluyle ilgili bir kaç hadîsle zaman zaman coşkun zaman zaman durgun akan bu bindörtyüz yıllık pınarın kaynağını göstermek. Aşağıdaki hadîsler mevzuun en çok bilinenleri:

“Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim! Meryem oğlu İsâ'nın, aranıza (bu şeriatle hükmedecek) adâletli bir hâkim olarak ineceği, istavrozları kırıp, hınzırları öldüreceği, cizyeyi (Ehl-i Kitap'tan) kaldıracağı vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur."

“Sonra Ebu Hureyre der ki: "Dilerseniz şu ayeti okuyun. (Mealen): "Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölümünden önce onun (İsa'nın) hak peygamber olduğuna iman etmesin. Kıyamet gününde ise İsâ onlar aleyhine şâhitlik edecektir"” (Nisa 159). (Buhari, Büyû' 102, Mezalim 31, Enbiya 49; Müslim, İman 242, (155); Ebu Dâvud, Melâhim 14, (4324); Tirmizi, Fiten 54, (2234).

“Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“"Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer şekilde mücadeleye Kıyamet gününe kadar devam edecektir. O zaman İsa İbnu Meryem de iner. Bu müslümanların reisi: "Gel bize namaz kıldır!" der. Fakat Hz. İsa aleyhisselam: "Hayır! der, Allah'ın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize emirsiniz!"” (Müslim, İman 247.)

“Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Rumlar, A'mak ve Dâbık nam mahallere inmedikçe Kıyamet kopmaz. Onlara karşı Medine'den bir ordu çıkar. Bunlar o gün Arz ehlinin en hayırlılarıdır. Bu ordunun askerleri savaşmak üzere saf saf düzen alınca, rumlar:

“"Bizden esir edilenlerle aramızdan çekilin de onları öldürelim!" derler. Müslümanlar da:

“"Hayır" Vallahi sizinle, kardeşlerimizin arasından çekilmeyiz" derler. Bunun üzerine (müslümanlar) onlarla harb eder. bunlardan üçte biri inhizama uğrar. Allah ebediyen bunların tevbesini kabul etmez. Üçte biri katledilir, bunlar Allah indinde şehitlerin en faziletlileridir. Üçte biri de muzaffer olur. Bunlar ebediyen fitneye düşmezler. Bunlar İstanbul'u da fethederler. (Fetihten sonra) bunlar, kılıçlarını zeytin ağacına asmış ganimet taksim ederken, şeytan aralarında şöyle bir nida atar:

“"Mesih Deccal, ailelerinizde sizin yerinizi aldı!"

“Bunun üzerine, çıkarlar. Ancak bu haber bâtıldır. Şam'a geldiklerinde (Deccal) çıkar. Bunlar savaş için hazırlık yapıp safları tanzim ederken, namaz için ikamet okunur. Derken İsa İbnu Meryem iner ve onlara gitmek ister. Allah'ın düşmanı, Hz. İsa'yı görünce, tıpkı tuzun suda erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine) helak oluncaya kadar eriyecekti. Ancak Allah onu kudret eliyle öldürür; öyle ki onlara, harbesindeki kanını gösterir."” (Müslim, Fiten 34, (2897)).

“Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Mirac gecesinde, Resülullah aleyhissalâtu vesselam Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa ile karşılaştı. Kıyameti aralarında müzakere ettiler. Önce Hz. İbrahim aleyhisselâm'dan başlayıp ona Kıyametten sordular. Onun Kıyamet hakkında herhangi bir bilgisi yoktu. Sonra Hz. Musa aleyhisselam'a sordular. Kıyamet hakkında onun da bir bilgisi yoktu. Söz Hz. İsa aleyhisselâm'a geldi. O: "Kıyametin kopmasına yakın şeyler (alametler) hakkında bana bilgi verildi. Ama Kıyametin kopma (vaktini) Allah'tan başka hiç kimse bilemez" dedi. Sonra (Kıyametin alâmetlerin en biri olarak) Deccal'in çıkmasını anlattı. Şunları söyledi: "Sonra ben inip onu öldüreceğim ve bundan sonra halk memleketlerine dönecek. Bu defa onların karşısına Ye'cüc ve Me'cüc çıkacak ve her tepeden hızla hücum edeceklerdir. Onlar giderken rastladıkları her suyu içip tüketecekler ve uğrayacakları her şeyi bozup alt-üst edecekler. Bunun üzerine halk feryat ederek Allah'tan yardım dileyecek. Ben de Ye'cüc ve Me'cüc'ü öldürmesi için Allah'a dua edeceğim. (Duâm kabul görecek) ve yer onların (leşlerinin) kokusu ile çok pis kokacak. Ben yine Allah'a dua edeceğim! Allah da bir su gönderecek ve o su, onları taşıyıp denize atacaktır. Daha sonra dağlar ufaltılıp dağıtılacak ve yer, derinin yarılıp genişletildiği gibi yayılıp genişletilecek.

“İşte söylenen bu hal vuküa gelince, insanlara yakınlığı itibariyle Kıyametin, ev halkı ne zaman doğumu ile aniden karşılaşacaklarını bilmedikleri hamile kadın gibi olacağı bana bildirildi."

“Râvi el-Avvam demiştir ki: "Bunun tasdiki Kitabullah'da bulunmuştur (Meâlen): "Nihayet, Ye'cüc ile Me'cüc'ün önündeki sed açıldığında, her tepeden saldırmağa başlarlar" (Enbiya 96).

(Devam edecek)

yilmaz@hyilmaz.net

 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.