Bediüzzaman'a göre 'Öküz-Balık' meselesi

Her şeyin bir sâbit, bir de değişen yüzü vardır. Bir şeyin sâbit yüzü itibariyle hep aynı kalması, ama değişen yüzü itibariyle de değişmesi esastır.

Mecelle’deki “Ezmânın tegayyürüyle ahkâmın tegayyürü inkâr olunmaz” kuralı da İslâm’ın değişimle ilgili tarafını ifade eden bir kaidedir.
 
Bediüzzaman Said Nursî, kendi hayatını Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said şeklinde üç devreye ayırıyor. Eğer bir insanın hayatında üç dönemden bahsediliyorsa, şüphesiz böyle bir zâtın bazı düşünce ve davranışlarında dönemlere göre bazı farklılıklar olacaktır. Bu farklılıklar düşünce planında asla taalluk edebileceği gibi, teferruât seviyesinde de kalabilir. Dönemler itibariyle Bediüzzaman’da görülen farklılıklar, öz ve asıla değil, teferruâta, daha çok hizmet metoduna yönelik farklılıklardır. O, özde ve asılda hiç değişmedi, hep aynı kaldı. Onun özde ve asılda tek bir dâvâsı vardı: O da “imanı kurtarmak ve imansızlığa karşı mücadele etmek”ti. Bu mücadeledeki temel metodu da “müsbet hareket etmek”ti.

A. Öküz-balık hadîsi’nin doğru yorumlanması için dikkat edilmesi gereken bazı hususlar:

Bediüzzaman, gerek Eski Said, gerekse Yeni Said dönemlerinde “Dünya öküz ve balık üstündedir”1 rivayetinin doğru yorumlanması için şu hususlara dikkat edilmesi gerektiğini söyler:

1- Vehb İbn Münebbih (645-741) ve Ka‘bü’l-Ahbâr (551-652) gibi Benî İsrâil âlimlerinden bir kısmı, Müslüman olduktan sonra eski bilgileri dahi onlarla beraber Müslüman oldu ve sonra bu bilgiler dînî bir kisveye bürünüp İslâm’ın has malı gibi telâkkî edilmeye başlandılar. Halbuki bu âlimlerin o eski bilgilerinde bazı yanlışlıklar vardı. O yanlışlıklar Müslüman olan bu Yahudi bilginlerine ait olup İslâmiyet’e ait değildir.2

2. Mecaz, teşbih ve temsiller, havâstan avama geçtikçe, yani ilmin elinden cehlin eline düştükçe, belli bir zaman sonra hakikat telâkki edilir ve birçok hurafeye kapı açar. Bediüzzaman bu gerçeği, çocukluğunda annesiyle kendisi arasında geçen Ay tutulması olayıyla açıklar:
Çocukluğumda bir gün Ay tutulmuştu. Anneme dedim: “Neden Ay böyle oldu?” Dedi: “Yılan Ayı yutmuş.” Dedim: “Neden hâlâ görünüyor?” Dedi: “Gökteki yılanlar cam yarı-şeffaf olup içlerinde bulunan şeyi gösterirler.”

Bediüzzaman, uzun süre annesi gibi ciddî bir kişinin dilinde, nasıl olup da aslı-astarı olmayan böyle bir hurafenin gezip dolaştığını hayretle karşılayıp anlayamadığını, ancak astronomi okuyunca bunun sebebini anladığını ifade ediyor. Ay tutulması olayında, on iki burcun bulunduğu tutulma dairesi ile ayın yörüngesi birbiri üstüne geçince, o iki daireden her biri kavis şeklini alır. Astronomi bilginleri, bu iki kavise ince bir teşbih olsun diye tınnîneyn (=iki büyük yılan) adını vermişlerdir. Bu iki dairenin kesişme noktalarından birine baş anlamında re’s, diğerine ise kuyruk anlamında zeneb demişlerdir. Ay re’se, Güneş de zeneb’e geldiği zaman, dünya ikisinin ortasına gelmiş bulunur. İşte tam bu durumda, “Ay Tutulması” olayı gerçekleşmiş olur ve Ay, Güneş’ten ışık alamaz. Astronomi bilginlerinin Ay tutulmasıyla ilgili kullanmış oldukları bu terimler daha sonra halkın eline düşünce gerçek zannedilerek Ay’ın gökteki büyük ve şeffaf bir yılan tarafından yutulduğu zannedilmiştir.3

3. Kur’ân’ın müteşâbihleri olduğu gibi hadîsin de müteşâbihleri vardır. Bu tür hadislerle bazı derin hakikatler kolayca anlaşılacak hale gelir. Meselâ, bir zaman Ashâb, Hz. Peygamber’in huzurunda otururken derin bir gürültü işitilir. Hz. Peygamber bu gürültüyle ilgili olarak “Yetmiş senedir yuvarlana yuvarlana ancak şimdi Cehennem’in dibine ulaşmış olan bir taşın sesidir” buyururlar. Birkaç dakika sonra birisi gelip şöyle der: “Yetmiş yaşındaki meşhur münâfık öldü.”4 Böylece Hz. Peygamber’in (asm) biraz önce sarf ettiği cümlenin mânası anlaşılmış olur.5

“Dünya öküz ve balık üstündedir” rivayeti de müteşâbih bir hadis olup, onun doğru yorumuna ulaşmak gerekir.

B. Öküz-balık hadîsi’nin doğru yorumları

Hadîs müteşâbih hadislerden olduğu için bunun birkaç türlü yorumu yapılabilir. Gerek Eski Said, gerekse Yeni Said olarak Bedîüzzaman bu hadîsin üç farklı yorumu olabileceği üzerinde durur:

1. Arşın bir takım müekkel melekleri bulunduğu gibi, dünyanın da Sevr ve Hût isminde iki tane müekkel meleği bulunur. Arzın bir kısmı toprak, diğer kısmı ise sudur. Su kısmını şenlendiren balık, toprak kısmını şenlendiren ise insanların maîşetinin omzuna yüklendiği öküzdür. Dünyaya müekkel olan bu iki melek, hem kumandan hem nâzır olduklarından, balık ve öküz nev'îleriyle bir şekilde münasebeti bulunuyor. Allâhü a’lem o iki meleğin âlem-i melekût ve âlem-i misâldeki temessülleri de öküz ve balık şeklindedir. İşte bu münasebete ve o nezârete işaret etmek ve insanların rızık bakımından muhtaç oldukları bu iki hayvana îmâda bulunmak için “Dünya öküz ve balık üstündedir” denilmiştir.6 Bediüzzaman başka yerlerde üç yorum çeşidinden sadece bu kısımdan bahseder.7 Dolayısıyla ona göre en güzel yorum bu olmalıdır. Ayrıca ilk yorum olarak bunun üzerinde durması da, bu yorumu daha güzel bulduğunu gösterir.

2. “Bu devlet ne üzerinde duruyor?” diye sorulduğunda “Kılıç ve kalem üzerinde duruyor” şeklinde bir cevap verilse, bundan; “devletin, askerî güç ve devlet memurlarının adalet ve dirayeti üzerinde durduğu” anlaşılır. Dünyanın öküz ve balık üzerinde durması da böyledir. Yeryüzünde sahil kesiminde yaşayan insanların geçim vasıtası balıktır, denizden uzak yerlerde yaşayanların geçim vasıtası ise genellikle ziraattır: ziraat da öküzün omzundadır. Ne zaman balık milyonlarca yumurtayı yumurtlamaz ve öküz çalışmazsa insanların geçim meselesi sıkıntıya girer, hayat yaşanamaz hale gelir. Allah’ın rahmet, inayet ve ihsanını hatırlamak maksadıyla dünyanın öküz ve balık üzerinde olduğunun söylenmesi yerinde bir ifadedir. 8

3. Dünya, Güneş’in etrafında dönerken takip ettiği yörüngenin her otuz derecesine burç ismi verilir. Bu otuz derecelik yerde bulunan yıldızların arasına farazî bir hat çekilse, bazıları aslan, bazıları terazi, bazıları öküz, bazıları balık şeklini alır; işte burçlar da bu isimlerle anılır. Eski astronomi burçları semada, yeni astronomi ise dünyanın döndüğü yörünge üzerinde kabul eder. Ancak netice itibariyle değişen bir şey yoktur.

“Dünya öküz ve balık üzerindedir” hadisi iki şekilde rivayet edilmiştir. Birincisi burada ifade ettiğimiz gibi tek cümle halinde olanıdır. İkincisi ise şöyledir:
Dünyanın öküz burcunda bulunduğu bir zaman Hz. Peygamber’e (asm) “Dünya ne üzerindedir?” diye sorulmuş, Hz. Peygamber (asm) “Öküz üzerindedir” şeklinde cevap vermiş. Dünya balık burcunda iken yine Hz. Peygamber’e (asm) “Dünya ne üzerindedir?” diye sorulmuş, bu sefer “Balık üzerindedir” şeklinde cevap vermiş. Sonra bu iki rivayet birleştirilerek “Dünya öküz ve balık üzerindedir” şeklinde rivayet edilmiş. Hadisin bu şekilde vârid olması dikkate alındığında ise, bu hadisle dünyanın hangi burçta bulunduğu ifade edilmek istenmiştir. 9

C. Öküz-balık hadîsi’nin sıhhati konusunda farklı değerlendirmeler:

Bediüzzaman, Eski Said döneminde mezkûr rivayet hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Puşîde olmasın, Sevr ve Hût’un kıssa-i meşhûresi İslâmiyetin dahîl ve tufeylîsidir. Râvisiyle beraber Müslüman olmuştur. İstersen Mukaddeme-i Sâliseye git, göreceksin; hangi kapıdan daire-i İslâmiyete dahil olmuştur.

Ammâ, İbni Abbas’a olan nispetin ittisali ise: ‘Dördüncü Mukaddeme’nin âyinesine bak, o ilhakın sırrını göreceksin. Bundan sonra, mervîdir: ‘Arz, Sevr ve Hût üzerindedir.’ Hadis olarak rivayet ediliyor.

Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadistir. Zira, İsrâiliyâtın nişanı vardır.
Sâniyen: Hadis olsa da, zaaf-ı ittisal için yalnız zannı ifade eden âhaddandır. Akîdeye dahil olmaz. Zîra yakîn şarttır.

Sâlisen: Mütevâtir ve kat’iyyü’l-metin olsa da kat’iyyü’d-delâlet değildir. Eğer istersen “Beşinci Mukaddeme”ye müracaatla “On Birinci Mukaddeme” ile müşavere et. Göreceksin nasıl hayalât, zahirperestleri havalandırmış. Bu hadisi mahâmil-i sahîhadan çevirmişlerdir.” (Muhâkemât, s. 87, (İkinci Mesele))

Bu cümlelerden şu mânâları anlıyoruz:
“Herkes bilir ki, öküz ve balıkla ilgili meşhur hikâye, İslâm’a dışarıdan giren ve varlığını İslâm üzerinden devam ettiren bir rivâyettir. Râvisi Müslüman olunca, bu rivâyet de İslâmiyet’e malolmuştur. Üçüncü Mukaddeme’ye10 bakarsan İslâmiyet dairesine hangi kapıdan girdiğini görürsün. ‘Dünya, öküz ve balık üstündedir’ sözü, Dördüncü Mukaddeme’de11 anlattığımız sebepten dolayı, İbn-i Abbas’a kadar yükselen muttasıl bir senetle, ancak bu şekilde hadis olarak rivayet edilmiştir.

Birinci olarak, bu sözün hadis olduğunu kabul etmiyoruz; çünkü üzerinde İsrâiliyât (Yahudilikten İslâmiye’te geçen hurafeler) nişanı vardır.
İkinci olarak, Hadis olsa da, Hz. Peygamber’e (asm) kadar gidişinde sened bakımından zayıflık olduğu için verdiği bilgi bakımından zan ifade eden âhâd hadis cinsindendir. Âhad hadislerle itikadî hükümler sabit olmaz, (yani itikatta âhad hadisler yeterli delil sayılmazlar). İtikadî hükümlerin sabit olması için delilin hem sübût, hem delâlet bakımından kat’î (kesin) olması gerekir. (Âhad hadislerden olduğu için Öküz-Balık hadisi, itikadî açıdan bağlayıcı değildir).
Üçüncü olarak, tevatür yoluyla rivayet edildiğinden metnin sübûtu kat’î olsa bile, zahirî anlamda “dünyanın öküz ve balığın üstünde bulunduğu” şeklindeki mânâya delâleti kat’î değildir. Eğer istersen ‘Beşinci Mukaddeme’ye12 müracaatla ‘On Birinci Mukaddeme’13 ile müşavere et. Hayallerin zâhirperestleri nasıl havalandırdığını ve onların bu hadisi doğru yorumlarından nasıl çevirip saptırdığını göreceksin.”

Eski Said döneminde Bediüzzaman, gerekçelerini de belirterek öküz-balık rivayetinin sahih bir hadis olmama ihtimalinin bulunduğunu açıkça ifade etmekle birlikte, onu sahih kabul edenlerin bundan yanlış bir hüküm çıkarmamaları için, bu rivayetin doğru yorumunu da ortaya koymuştur.
Yeni Said döneminde ise Bediüzzaman, bu rivayet hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştır: “İbn-i Abbas (ra) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâm’dan sormuşlar: ‘Dünya ne üstündedir?‘ Ferman etmiş: ‘Ale’s-sevri ve’l-hût (=Öküz ve balık üstündedir).’ Bir rivayette bir defa Ale’s-sevr (=Öküz üzerindedir), demiş, diğer defada Ale’l-hût (=Balık üzerindedir) demiştir. Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyât’tan alınma ve eskiden beri nakledilen hurâfevârî hikâyelere bu Hadis’i tatbik etmişler. Hususan Benî İsrâil âlimlerinin Müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sâbıkada (geçmiş Mukaddes kitaplar ve onların tefsirlerinde) “sevr ve hût” hakkında gördükleri hikâyeleri, Hadîs’e tatbik edip, Hadîs’in mânasını acib bir tarza çevirmişler.”14

Bediüzzaman mezkûr hadisin sahih olduğunu ifade etmekle birlikte hadîsin doğru yorumlanması için dikkat edilmesi gereken bazı hususlar arasında ilk sırada “ravisiyle beraber Müslüman olması” meselesine yer vermesi, hadisin sıhhati hakkında şüphelerin olduğunu gösteriyor.

Bediüzzaman’ın mezkûr hadisi Yeni Said döneminde sahih bir rivayet olmakla nitelemesini, bu dönemdeki şartlarla izah etmek gerekir. Çünkü Yeni Said dönemi dine karşı baskıların arttığı ve ibadetlerin dahi değişikliğe tâbi tutulmak istendiği bir dönemdir. Bediüzzaman böyle bir zamanda “sened tenkidi” kapısından girilerek pek çok sahih hadisin bertaraf edilmesi tehlikesini gördüğünden bu kapıyı kapatmış, an’anât-ı İslâmiyeye malolan her şeye sahip çıkarak doğru yoruma ağırlık vermiştir. İctihad Risâlesi’nde belirttiği gibi, “Nasıl ki kışta, fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapıları açmak, hiçbir cihette kâr-ı akıl değil… Hem nasıl ki büyük bir selin hücumunda, tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmağa vesiledir. Öyle de; şu münkerât zamanında ve âdât-ı ecânibin istilâsı anında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalâletin tahribatı hengâmında, ictihad namıyla, kasr-ı İslâmiyet’ten yeni kapılar açıp, duvarlarından muhariplerin girmesine vesile olacak delikler açmak, İslâmiyet’e cinayettir.”
Bediüzzaman Yeni Said döneminde doğru yoruma daha çok ağırlık vermiş ve mezkûr hadisi öyle güzel bir şekilde yorumlamıştır ki, neredeyse buradan ilmî bir mu'cize çıkarmak mümkün olacaktır. Sened bakımından tevatür derecesine çıkmayan her hadis tenkid edilebilir. Ancak hadisler İslâm’ın temel esasları çerçevesinde yorumlanırsa, kolay kolay hiçbir rivayet zararlı olmaz. Hatta güzel yoruma göre bunların imanı kuvvetlendirme gibi bazı fonksiyonları bulunabilir.
 
Sonuç

Dönemler itibariyle Bediüzzaman’da görülen en önemli değişiklikler siyaset ve hizmet konularıyla ilgili olmakla birlikte, nassların değerlendirilmesinde de onda bazı yaklaşım farklılıklarının olduğu görülmektedir. Nitekim Bediüzzaman'ın, Eski Said döneminde “Dünya öküz ve balık üstündedir” rivayetinin sahih olup olmadığı konusundaki ihtiyatlı yaklaşımının, Yeni Said döneminde aynı belirginlikle öne çıkmadığını görüyoruz.

Bediüzzaman, Yeni Said döneminde sened araştırması sonucunda böyle bir sonuca ulaştığı için değil, zamanın şartları böyle gerektirdiği için bu yaklaşımı sergilemiştir. Bu dönemde Bediüzzaman dine hücumların artması sebebiyle an’anât-ı İslâmiyeye mâl olmuş her şeye sahip çıkmış, senet tenkidinden ziyade doğru yoruma önem vermiştir. Yorumun İslâm’ın temel esaslarına uygun bir şekilde yapılması halinde sahih olmayan rivayetler dahi zarar vermeyebilirler. Hatta iyi yorum neticesinde bu gibi rivayetleri imanın tahkiki için dahi kullanmak mümkün olur. Bununla birlikte Bediüzzaman, bu rivayetin İsrâiliyât kaynaklı olduğunu ifade etmek suretiyle hadisin sıhhati konusunda dikkatli olunması gerektiğine işaret etmiştir.
 
DİPNOTLAR:

1- Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, Almanya 1993, s. 499 (5. Şuâ, Mukaddime, 3..nokta), (Beyhakî, s. 433; Suyûtî, c. VI, s. 124, 261.)
2- Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemât, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2010, s. 36 (3.Mukaddeme); a.mlf., Lem‘alar, Yeni Asya Neşriyat, Almanya 1993, s. 94 (14. Lem’a, 1. Esas.)
3- Bediüzzaman, Muhâkemât, s. 45-46 (5.Mukaddeme); a.mlf., Lem‘alar, s. 94 (14. Lem’a, 2. Esas.)
4- Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbât, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1994, s. 94; (Müslim, c.IV, s. 3184, H.No: 2844, c. IV, s. 2145, H.No: 2782; Müsned, c. II, s. 271, c. II, s. 341, 360.)
5- Bediüzzaman, Lem‘alar, s. 94 (14. Lem’a, 3. Esas).
6- Bediüzzaman, Muhâkemât, s. 87-88 (1. Makale, 2. Mesele); a.mlf., Lem‘alar, s. 94-9, (14. Lem’a, 1. Vecih).
7- Bk. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, Almanya 1993, s. 308, (24. Söz, 1. Dal, 7. Asıl); a.mlf. Şuâlar, s. 499, (5. Şuâ, Mukaddime, 3..nokta).
8- Bediüzzaman, Muhâkemât, s. 88-89 (1. Makale, 2. Mesele); a.mlf., Lem‘alar, s. 94-95, (14. Lem’a, 2. Vecih).
9- Bediüzzaman, Muhâkemât, s. 90 (1. Makale, 2. Mesele); a.mlf., Lem‘alar, s. 95-96, (14. Lem’a, 3. Vecih).
10- Üçünçü Mukaddeme’de Bedîüzzaman, zamanla İsrâiliyât ve Yunan felsefesinin bazı İslâmî ilimlerin içine nasıl girdiği, bunların din süsüyle boyanarak ve dinin malı gibi gösterilerek fikirleri nasıl karıştırdığını gayet güzel bir şekilde tahlil ve izah eder.” Bk. Muhâkemât, s. 36-39.
11- Dördüncü Mukaddeme’de Bedîüzzaman, şöhretin insanın malı olmayan şeyi insana nasıl mal ettiğini, bazı hurafe kapılarının bu yolla nasıl açıldığını anlatır. Bk. Muhakemât, s. 42-43.
12- Beşinci Mukaddeme’de Bediüzzaman, mecazın, ilmin elinden cehlin eline düşünce, hakikate dönüştüğünü ve bu şekildeki bir algılama ile birçok hurafeye kapı açıldığını anlatır. Muhâkemât, s. 45.
13- On Birinci Mukaddeme’de Bediüzzaman, tek bir sözde birçok hükmün bulunabileceğini, bir sadefin pek çok cevheri içinde barındırabileceğini anlatır. Muhâkemât, s. 72
14- Bediüzzaman, Lem‘alar, s. 93, (14. Lem’a).

Risale-i Nur Enstitüsü
 

Analiz Haberleri