Risale Haber-Bediüzzaman Hazretlerine “Turnam Türküsü”nü söyleyen; “Hüsrev, Re’fet, Rüştü” gibi birinci saftaki Nur hadimlerini, ilk defa Hz. Üstad’a götüren Mehmet Gülırmak’ı vefatının 12. yılında rahmet ve dualarla anıyoruz…
"Ağabeyler Anlatıyor" kitaplarının yazarı Ömer Özcan, Mehmet Gülırmak'ın hatıralarını Risale Haber okuyucuları ile paylaştı:
Mehmet Gülırmak Isparta 1911 doğumludur. Daha 14 yaşında Bediüzzaman’ın hizmetine girmiş; senelerce “Nur Postacılığı” yapmıştır. Nur’un üç mühim erkânı “Hüsrev, Re’fet, Rüşdü” ağabeyleri de Üstad’a ilk defa Mehmet Gülırmak götürmüş. Barla, Isparta, Eskişehir Hayatlarıyla alakalı anlattıkları pek kıymetli... Kendisine lâkap olarak “Deli Mehmet” de denilmiş. Ancak kendisini yakından tanıyan Mustafa Birlik ağabey yanlış anlaşılabilir diye bunu tashih ediyor. Mehmet Gülürmak ağabey İzmir’de önceleri Ballıkuyu semtinde, vefatından evvel de Karşıyaka’da torununun yanında ikamet ediyordu, 30 Mayıs 1997’de vefat etmiştir. Mezarı İzmir Karşıyaka Kabristanındadır.
İşte Mehmet Gülırmak'ın hatırlarından bir bölüm:
BEDÜZZAMAN’IN BARLA, ISPARTA VE ESKİŞEHİR HAYATLARININ YAKIN ŞÂHİDİ
14 YAŞINDA İLK ZİYARET BARLA’DA
-Hazreti Üstad’ı kimden duydunuz ve ilk defa Üstad’a nasıl gittiniz?
-Kendi halifem Hacı Ali Efendiye vardım, dedim. “Şeyh Efendi! Bir türlü kendimi yenemiyorum, adam beğenmemek değil ama Barla’da bir zât-ı mübarek var, evliyaullahtan; O beni çekiyor, şiddetli surette çekiyor.” Dedim.
-Daha evvelden duymuş muydun Üstad’ı?
-Duymuştum, Bediüzzaman diye duymuştum. İlk geldiğinde Müftü efendinin medresesinde kalmıştı Isparta’da. Hatta oranın, Ulu Câminin bir müezzini vardı, köyden gelmişti. “Tanrı Uludur! Tanrı uludur!” diye bir ezan okurdu. Üstad: “Şu mel’unu benim karşıma getirmeyin” derdi.
Sonra şeyhimin elini öptüm, helâlleştim. Şeyhim: “Benden de selâm söyle, benim namıma elini öpüver, ben de gideceğim inşallah” dedi. Sonradan Şeyh Mustafa ile beraber O’da gitti Üstad’a, hatta Barlaya varmadan Karacaahmed’de evliyalar var, Üstad orada karşılıyor onları, orada kucaklaşıyorlar.
Barlaya gittim akşam ezanına yakındı, baktım Üstad ve cemaat caminin kapısı önünde bekleşiyor. İki elini öptüm:
-“Aleykümselâm Muhammed, yavrum ağzın da oruç, kaç saattanberi yayan geldin, inşallah akşam namazını kılalım iftarını açtıracağım” dedi.
-Isparta’dan Barlaya yayan mı geldin? O zaman kaç yaşında idin?
-Ispartadan Barlaya yayan geldim, o zaman ondört onbeş yaşlarında idim. Akşam namazını Üstad kıldırdı. Üstad Hanefi üzerine kıldırırdı. “Abdullah Çavuş git benim odamdan biraz ekmek, azıcık pestil al da gel” dedi. Namazdan sonra Üstad mihrapta mütemadiyen okuyordu, bende bir köşede iftarımı açtım. Sonra Üstad’ın arkasına oturdum. Üstad yatsıya kadar okurdu.
ÜSTAD’LA LÂTİFELER YAPARDIM
-Risalelerin boş sayfalarına zîruhdan maada mahlûkatın resmini yapıyordum “Avrupa boyalarla”, esas resim gibi oluyordu. Bir defasında kolumda çıbanlar çıkmaya başladı, biri batıyor, biri çıkıyordu. Anam: “Oğlum, şeyh efendiye de bakalım” dedi. Ben de gittim: “Efendim, şuna bir himmet ediver” dedim.
-“O kolay Muhammed! “Avrupa”ya bir kol ısmarlarız, bunu atarız onu takarız,” dedi.. “bana takılırdı bazen.”
Bazen kimse olmadığı zaman, “Muhammed biraz konuşuver, açılayım biraz” derdi. Bir gün dedim:
-“Efendim! Nasrettin Hoca Efendi, devenin kanadı olmadığına hep şükredelim” dermiş. Üstad: “Devenin kanadı olsa ne olacakmış?” dedi.
“Efendim Ümmet-i Muhammediyyenin bacasına konar çatısını göçürürdü” dedim. Gülerdi Üstad, ben bazen bulurdum böyle şeyler gülerdi. Bazen de şiddetli celâlli hâli oldu mu: ?
-“Çabuk git aşağıya, kaç sana zararım dokunmasın” derdi. Kapıyı arkadan kilitlerdi.
BİR TANE NAT’I ŞERİF ÇEKER MİSİN?
-Üstad’la kırlara çıkardınız, bu nasıl olurdu?
-Bunun belli bir zamanı olmazdı. Bir gün Üstad: “Yavrum Muhammed, Hafız Ahmet Efendiye selâm söyle atını al gel” dedi. Atı getirdim, “Andık Deresi” ne gittik. Hüsrev önden gidiyor ben Üstadın yanında gidiyorum, Üstad atın üzerinde.
Dağın yamacında sarı sarı çiçekler açmış.
-Üstad: “Maşallah! Maşallah Muhammed bak ne güzel dağları süslemiş.” Dedi.
-Dedim: “Efendim, maşallah maşallah dediniz ama buna sütleyen otu derler, koparıversen zehirli süt çıkarır.”
-Üstad: “Evet, o zehir onun silahıdır, hayvanlar onu kırıp yiyemez onunla hayatını muhafaza eder, arının da silahı vardır.”
-“Evet, efendim” dedim. “Evet, ama her dervişin de manevî silahı vardır” “Himmetin var olsun Üstadım, kör bıçak kadar nasip değil fakire” dedim. Attan şöyle bir doğruldu:
-“Keçeli niçin yalan söylüyorsun sen….
Neyse Andık deresine vardık, sandalyeyi dereye kurdurdu, saate baktı, öğlen namazı olmuş. Derede su taşların üstünden yarıla yarıla akıyor. Dedi:
-“Muhammed, ilerden taşları topla suyun yanına koy, ben size orada imam olacağım” Taşları ata, ata yığdım. Orada Hüsrev de var öğleni kıldık. Sonra çay yaptım eline verdim, rahat içsin diye ben geriye çekildim. Hüsrev karşısında oturuyor.
-“Muhammed, gelsene yanı başıma” diye çağırdı, gittim yanına oturdum. Şöyle yüzüme baktı:
-“Bir tane nat’ı şerif çeker misin?” dedi.
-“Çekerim efendim” dedim. “İlham bekle” dedi. Sonra bir ilham geldi, Âşık Kûddüsinin... destanı..
-“Efendim ilham geldi” dedim.
-“Çek” dedi.
-Veli olmaz kişi taşlanmayınca..
Veli olmaz kişi taşlanmayınca..
Yarılıp savrulup aşlanmayınca..” (Gülırmak ağabey makamlı söylüyor.) diye başlayınca, O da dedi:
-“Muhammed adam olmaz tokatlanmayınca”
ÜSTAD’A TURNAM TÜRKÜSÜ
-Turnam türküsünü ne zaman söyledin, Üstad’a?
-İkinci bir daha gittiğimizde ki üç sefer gittik oraya, ikisinde Hüsrev de vardı. Çay içerken
-“Muhammed gel şöyle otur” dedi; omzumdan tutarak sağ tarafına oturttu beni. Gülümseyerek baktı bana:
-“Muhammed! Yavrum, bir nât’ı şerif çeker misin” dedi.
-“Çekerim efendim” dedim ve hemen başladım:
Ehl-i dünya dünyada
Ehl-i ukba ukbada.. derken Üstad da tempoyu durdurdu..
-“Dur, dur, dur böyle değil bir nâsiyet çeker misin?” dedi. Aklımda bir sürü destan var, fakat koca evliyanın yanında bir tek “Turnam Türküsü” aklıma geliyor, o kadar araştırıyorum, imkân yok aklıma gelmiyor. Birden gürleyiverdim:
Akan sular olaydım.....
Kız Allahını seversen, nişanına...... Üstad hemen:
-“Fesuphanallah, Muhammed! Sen ne yapıyorsun? Bu avam kısmının şarkısı”
-“Ne olursa olsun efendim, ne edersen et illâ bitireceğim bunu…” Üstad da hep:
-“Fesuphanallah, Fesuphanallah, Fesuphanallah, Fesuphanallah ” çekiyor hep. Kimse yok dağ taştan maada. Bir de bağırıyorum ki, dağ taş inliyor gayrı. Turnam!! Turnam!!... O habire:
-“Fesuphanallah, Fesuphanallah, Fesuphanallah” diyor. Bir taraftan da korkuyorum. Öfkelendi mi vurur. İki üç beytini bitirdim, hâla “fesuphanallah” çekiyor, “hiç başıma böyle bir iş gelmemişti” diyor. Üç beyti de bağıra bağıra bitirdim, ama korkuyorum. Gülümseyerek dedi:
-“Muhammed” dedi.
-“Efendim” dedim.
-“Bana hakkını helâl et”
-“Ne hakkı efendim, yerden göğe kadar helâl olsun”
-“Öyle bir ilham geldi ki, sakın çocuğa dokunma, biz buna nat’ı şerif sevabı yazıyoruz ne söylerse söylesin, çocuğa dokunma. Beni şaşırttın sen” dedi.
-“Valla efendim yüzlerce destan var aklımda illâ bu geliyor..”
-“Tamam, tamam nat-ı şerif sevabı yazıldı” dedi. Hâlâ Isparta’da, Barla da beni görenler gülerler, “demek sen koca evliyaya şarkı dinlettin” diye.
-Üstad hangi destandan hoşlanırdı?
Hangisi olursa olsun, yalnız Âşık Niyazi’nin destanını o suyun başında asıldığım:
Kâh eserim yeller gibi
Kâh coşarım seller gibi
Aşka düşen kullar gibi
Gel neyledi aşk beni derken, Üstad:
-“Yavrum bunu bir daha kadınların yanında söyleme başka şeye çekerler bunu men ediyorum” dedi.