Cihan Dinar'ın röportajı:
“Beni ve bizleri ipe çekseler dahi, bu nurlu yoldan asla dönmeyeceğiz. İsterseniz bu sözleri bir yere yazın, getirin altını imza edeyim” diyen Nur’un birinci talebesi Hulusi Yahyagil’in hayatı kahramanlıklarla geçer. “İlmin anahtarı” sorularıyla Bediüzzaman’ın özellikle Mektubat isimli eserine pek çok hakikatin gün yüzüne çıkmasına vesile olur. Bediüzzaman bütün risalelerini Hulusi Bey’e göndererek fikrini alır… İhsan Atasoy’un son kitabı “Nur’un Birinci Talebesi Hulusi Yahyagil” ve diğer kitapları üzerine konuştuk.
Bediüzzaman’ın talebelerini yazma düşüncesi ilk kez ne zaman aklınıza geldi?
Necmettin Şahiner “Bilinmeyen Taraflarıyla Said Nursî”yi yazdığında bu hayatları nasıl geliştirip insanlara tanıtabilirim diye düşünürdüm. Daha sonra merhum Zübeyir Ağabey ile ilgili bir çalışma hazırladım. Hatta “Yolumuzu Aydınlatan Işık” ismini kitaba Bekir Berk Ağabey koydu. Zübeyir Ağabeyin Risale-i Nur ve Bediüzzaman ile ilgili bazı tespitleri vardı. Kendisinin yakınında bulunan sekiz kişiden Zübeyir Ağabeyi anlatmalarını istemiştim. Bu tarz çok ilgi gördü. Bu ilgi bende ilk hareket noktası oldu.
On yıl aradan sonra Bekir Ağabey için de yine aynı tarzda hatıraları kaleme almak nasip oldu. İlk Bekir Berk Ağabey ile başladığımız bu çalışma da çok ilgi gördü. Bu büyük insanları kaleme alırken, layık bir şekilde yazamazsam Ağabeylere karşı mesuliyeti olur diye düşünürdüm. Bir ara Zübeyir Ağabeyin notları arasında şöyle bir sözü gözüme ilişti:
“İslam büyüklerinin hayatı ve hatıraları, genç nesiller için en güzel rehberdir. Hayatın fırtınalı ve dağdağalı hadisleri içinde bu rehberler, ışıklı deniz fenerleri gibi aydınlık verirler. Hayatlarını vatan, millet ve din yolunda feda eden maneviyat önderleri, dünyada birer kutup yıldızı oldukları gibi, ukbada da günahkârların şefaatçisi olurlar.”
Burada iki şey dikkatimi çekti. Birisi bunları gelecek nesiller için yazmak lazım diyor. Diğeri ise doğal olarak hayat ve hatıraları olarak hazırladığımız kitabın iskeletini çıkarıyor. Bu büyük bir tevafuktu. Bu tarzı kendim keşfetmedim. Fıtri bir şekilde ortaya çıkmıştı. Sonra diğer kitaplar da birbirini aynı tarzda takip etti.
Bu kitaplar bir ekip çalışması mı?
Bu çalışmalar bir ekip işi değildir. Bu kadar hızlı yazılmasının sebebi de 50 yıl artı 6 aylık bir birikim ile yazıldı. 50 yıllık bir birikim üzerine 6 ay çalışarak bu eserler yazıldı. Ancak yeni başlayan biri için 6 ayda böyle bir çalışma yapmak elbette zordur.
Geçmişten beri hatıraları kaydedip dosyalardım. Bu şekilde, bu çalışmalar yılladır araştırılmış olarak gerçekleştirildi. Çünkü okuyucu Risale-i Nur’dan bilmediği hatıraları bir arada okudu. Bunun için kitaplar büyük ilgiyle takip edildi.
Onlarca hatırayı aktardınız. İçlerinde sizi en çok etkileyen hatıra hangisidir?
Birini seçmek çok zor. Okuyuculardan aldığım izlenime göre en çok Zübeyir Ağabeyin hayatı etkiliyordu. Şefkati, ihlâsı, sebatı, fedakârlığı, dikkati, hamiyeti, davayı bütünüyle göğüslemesi gibi özelliklere sahip olması.. Bu konuyla ilgili bir hatırası şöyleydi..
Risale-i Nurların Ankara’da matbaalarda basıldığı o dönemde, bazı üniversite talebeleri gelip yardım ediyorlar. Merhum Mustafa Türkmenoğlu’nun bu konuda hatırası şöyleydi:
“Ayda bir Lahika mektupları yazarak bir nevi haberleşme ve birliği sağlama adına her ay çeşitli illere gönderiliyordu. Bir sürü zarfın hazırlandığı sırada Zübeyir Ağabey odaya gelmiş ve ‘Kardeşim, zarfları görünmez bir yere koyun’ demişti.
Biz de ‘Bu kadarı da fazla’ deyip, zarfları odada uluorta bırakıp yatmıştık. Sabahleyin zil sesiyle uyanıp kapıyı açtık ki bir de ne görelim; polisler içeriye dolmuşlardı. Hemen zarfların üzerine elini koyarak ‘Kimin bunlar?’ diye sordular. Korkudan kimse sahip çıkmadı. O anda Zübeyir Ağabey odasından çıktı ve ‘Burada gördüğünüz her şey bana aittir’ dedi.
Şu fedakârlığa, hamiyete bakın. Hatıranın bundan sonrası önemli ki bu bir Peygamber ahlakı…
Tabii bu ihmal neticesinde her yerdeki adresler polisin eline geçti. Hizmete büyük zarar verildi. Bundan dolayı normalde Zübeyir Ağabeyin bizi itham etmesi lazımdı, ancak bizi tenkit edecek bir kelime bile söylemedi hatta yüzünü bile ekşitmedi. İşte engin ruh bu…
Ağabeyler arasında ne tür benzerlikler vardı?
Hepsinde ortak nokta cesur olmalarıydı. Çünkü o dönemde cesur ve kahraman olmayan Bediüzzaman’a yaklaşamazdı. Zira hapis, işkence, ölüm tehdidi ve idam vardı. Diğer özellikleri bir yana, İslam davası uğrunda hepsi kahramandı.
Bediüzzaman bu uyuyan kahramanları uyandırdı. Hepsinin ayrı özellikleri de vardı. Her birisi kendi makamında güneş, başkasının makamında yıldız gibi idi. Bütün ağabeylerin hususiyetleri nevi şahsına münhasır gibiydi. Hiçbir zaman şahsı maneviden ayrılmadılar. Toprak altındaki çekirdek nasıl ağaç olursa, zaman içerisinde onlar da bu tür çalışmalarla daha da görülüp tanınacak.
Bediüzzaman Said Nursî ile tanıştıktan sonra kendisine talebe olan ağabeylerin hedefledikleri neydi?
Bu insanlar seçilmiş insanlardı. Kabiliyetliydi. Nasıl ki teşbihte hata olmaz, Rasulullah (s.a.v) etrafında birinci halkayı oluşturan sahabeler seçilmişse, Bediüzzaman’ın etrafındakiler de kendisi gibi seçilmiş insanlardı.
Demek ki Levhi Mahfuz’da bu zatların bu hizmetleri yapacakları belliydi. Tahirî Ağabeyde takva, Bayram Ağabeyde ihlâs, Zübeyir Ağabey sanki küçük bir Üstad, Ceylan Ağabeydeki deha gibi üstün bir zekâ, Risalelere hâkimiyeti bakımından Sungur Ağabey, Hulusi Ağabey harp okulu mezunu hem de tasavvuf üzerine ön plana çıkmaktaydı.
Yeni çalışmalarınız var mı?
Üstadın hayatını yazmak gibi bir hayalim var. Çok yazıldı ama onun üzerine bilinmeyenleri ortaya çıkarmak lazım. Yani, mevcutların bir adım ötesine geçmek gerek. Bu çalışmalar da üstadın hayatını anlatmaya bir geçiş çalışmalarıdır. Belki dört beş ciltlik bir çalışma olabilir. Yeni çalışmada, Üstadın hayatı öne çıkacak ve Van’da Molla Hamid ve Ali Çavuş’un hatıraları arkada yer alacak ve bu serinin son kitabı Üstadın Van hayatı olacak. Çünkü 1907-1925 yılları arasında Üstad İstanbul’a ziyaretleri dışında hep Van’da kalmıştır. Bu çalışmadan sonra da Ahmet Feyzi Kulu, Hüsrev Efendi gibi diğer ağabeyleri İnşallah yazmak niyetindeyim.
Vakit