RisaleHaber-Bediüzzaman'a türlü sıkıntılar çektiren, dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan ve İçişleri Bakanı Namık Gedik'in hazin sonlarını Mustafa Köfkeci kaleme aldı...
İbret Verici Bir Hayat
83 yıllık ömrünün büyük bir kısmını hapis ve sürgünlerle geçiren, 130 parçadan teşekkül eden Risale-i Nurları da hapishanelerde ve sürgün dönemlerinde yazmış, İkinci Meşrutiyet, İttihat ve Terakki ve Cumhuriyet gibi yaşamış, çok partili devri görmüş, yaşadığı dönemlerin önde gelen mütefekkirlerinden Bediüzzaman Said Nursi’nin meşakkatli dünya hayatından ayrılışının 49. yılı
Vefatına kadar bir çeyrek asır sürgünde yaşayan, sonu beraatla neticelenen İstanbul Toptaşı, Eskişehir, Isparta, Denizli ve Afyon hapishanelerinde ömür tüketen, 19 defa zehirlenerek suikasta maruz kalmış, hakkında 700 civarında kamu davası açılmış ve neticede evinde yatma imkânı bulamamış ve Urfa’da bir otel odasında son nefesini veren, Bediüzzaman'ın 83 yıllık hayatı ibret verici bir çok hadiselerle doludur.
Cemiyetin imanını kurtarmak için dünyamı da feda ettim, âhiretimi de…
"Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına birşey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-i harplerde bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti. Işte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felâket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helâl olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü, bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin-adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beş yüz bin demişti. Belki daha ziyade-imanını kurtarmaya vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım; fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah'a bin kere hamd olsun. Sonra, ben cemiyetin iman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun.
Bu sözleri samimi dostu yakın arkadaşı Eşref Edip'e 1950’li yılların başında İstanbul’da söylüyor.
Eşref Edip, Said Nursi'nin çok sade bir şekilde yaşadığını, çektiklerinden ötürü hiçbir kimseye beddua etmediğini belirterek dergide şu cümleleri kaleme alıyordu:
"Ona zulmedenlere beddua bile etmez. Onu zindanlara atanlara, ancak salâh ve iman temenni eder. Gaye uğrunda ölüm, onun için basit bir şeydir. Kendisi bir çanak çorba, bir bardak su, bir lokma ekmekle tagaddî eder. Elbisesi pek basit ve fakiranedir. Beyaz Amerikan bezinden pamuklu bir hırka. Çamaşırını kirlenmeden değiştirir ve temizletir. Temizliğe fevkalâde itina eder. Kağıt parayı tutmaz ve üstünde taşımaz. Mâmelek namına dünyada hiçbir şeyi yok. Kendi için yaşamaz, cemiyet için yaşar."
Peki hakkını helal ettiği ve beddua bile etmediğim dediği kimselere kader ve ilahi adalet afv etmiş mi?
Bu konuda bir iki enteresan misal vermek gerekirse;
Bediüzzaman 20 Eylül l943 (20 Ramazan) günü 8 senedir mecburi ikamete tabi tutulduğu Kastamonu’da tutuklanarak Çankırı yoluyla Ankara'ya getirilir. Daha sonra Isparta’ya götürülecektir.
Ankara’da Vali Nevzat Tandoğan (1) vilayette Said Nursi ile görüşmek ister. Hadisenin görgü şahitlerinin ifadelerinden takip edelim:
Selahattin Çelebi, İnebolu’nun tanınmış ailelerinden ve eşrafından Nazif Çelebinin oğludur. Hadise günü vilayette Tandoğan’ın odasının önündedir. Aynen şöyle anlatıyor.
“Mübarek Ramazan ayının sonlarında sıcak bir gündü. Nevzat beyin kapısında idim. Memurlar Bediüzzaman’ı getirdiler. Beraberce içeri valinin odasına girdiler. Sonra memurlar çıktı. Kapı kapandı. İçeriden şiddetli sesler geliyordu. Sonra zil çaldı, kapıcı içeri girdi. Tekrar kapıcı çıktı. Bu esnada Bediüzzaman hiddetle Tandoğan’a: Ben sizin ecdadınızı temsil ediyorum. Kıyafet kanunu münzevilere tatbik edilmez. Ben dışarı çıkmıyorum. Beni icbarla siz çıkarıyorsunuz. Başından bul !” diyordu. Bu esnada odacı elinde yirmibeş kuruşluk adi bezden yapılmış eski bir kasketle dışarıdan geldi. Valinin odasına girdi.”
Üst kattan bazı memurlar evrakları getirip polislere teslim ettiler. Bu esnada Bediüzzaman: Selahattin korkma… Korkma… Korkma!... Alahaısmarladık…” diye seslenerek polis ve jandarmalarla yürüyüp gitti.
Talebesi Zübeyir Gündüzalp’in yazdığına göre Bediüzzaman Tandoğan’a: “Bu sarık bu başla çıkar” tarzında konuşarak boynunu gösterir. (2)
Kudretli Vali’nin başına gelen…
Genç Cumhuriyetin en kudretli, en meşhur ve aynı zamanda CHP Ankara İl Başkanı ve Belediye Reisliği gibi üç vazifeyi uhdesinde bulunduran Nevzat Tandoğan vali olarak görevine Ankara’da devam etmektedir.
1945 yılında Ankara sosyetesi ve Rus Büyükelçiliği’nin de doktoru olan Dr.Neşet Naci Arzan 17 Ekim 1945’te silahlı saldırı sonucu öldürülür. Saldırıyı üstlenen Reşit Mercan adlı genç, polislere teslim olur. Mahkeme sırasında Reşit Mercan’ın şahidi dönemin Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay silahı kendisinin temin ettiğini söyler. Hadise Ankara’da şok tesiri yapar. Suçu üstlenen Reşit Mercan’ın Vali Nevzat Tandoğan ile saldırıdan önceki gece bir saat görüştükleri ortaya çıkar. Devam eden Ankara cinayeti davasında şahitliğine başvurulan Tandoğan, 9 Temmuz 1946 sabahı eşi ve kardeşiyle bir müddet konuştuktan sonra yatak odasına geçmiş ve başına kurşun sıkarak intihar etmiştir. Üç yıl sonunda dava biter ve Haşmet Orbay cinayet işlemekten 18 yıl, Reşit Mercan ise cinayete yardımcı olmaktan 9 yıl hapis cezası alır.
Evinden dahi çıkmayacaksın…
Bediüzzaman 1960 yılına gelindiğinde ömrünün son demlerini yaşadığının farkındaydı. Son zamanlarda ev hapsi de dahil kendisi ve talebelerine yönelik büyük sıkıntılar sebep olan uygulamaların kaynağında İçişleri Bakanı Gedik görünüyordu. Diğer taraftan yaklaşmakta olan ihtilal tehlikesini Başvekil Menderes’e intikal ettirmek istiyordu. 19 Aralık 1959'da Ankara’ya gitti. Birkaç gün kaldı. Ancak haber ulaştırmak mümkün olmadı.
Talebesi Mustafa Sungur aracılığıyla Başbakan’a bir mektup iletti. 12 Ocak 1960 tarihi taşıyan mektupta; “Bütün muhalifler ve siyasiler her yerde ve her tarafta serbest olarak gezerlerken Ankara’dan gelen bir emirle, ‘Şimdi evinden dahi çıkmayacaksın.’ denilmesi bir haps-i münferit hükmündedir. Otuz senelik muhaliflerin yaptığı istibdat lehine bu vaziyet çok ağır geliyor…” demektedir.
Yine Menderesle görüşmek maksadıyla tekrar Ankara’ya gelmek isterken Gölbaşında yakınların da durdurulur.
“Bizim geldiğinden haberimiz yok. Çünkü hadiseden bir gün önce bizleri göz altına aldılar. Biz nezaretten çıktıktan sonra haberini aldık. Emniyet kuvvetlerine Üstad “sizin kanunlarınızla benim seyahat hürriyetim var. Niye engel oluyorsunuz” diyor. İçişleri Bakanı Namık Gedik’in kesin talimatı olduğu için güvenlik güçlerinin Ankara’ya üstadı sokmamakla kararlı olduğunu anlıyor. “Eğer istesem benim fedakar talebelerime emir veririm buradan geçerim. Fakat madem siz müsaade etmiyorsunuz. Sizin için iyi olmayacakı” diyor. Üstad geri döndükten sonra bizi serbest bırakmışlar. Biz hadiseyi duyduk. Ben hemen doğruca otobüsle Emirdağ’a, Üstad’ın yanına gittim.
Gizlice Urfa’ya gidiş…
Mart ayının başında Emirdağ’da zatürreeye yakalandı. 19 Mart günü sabah namazından sonra dostlarıyla vedalaşarak Isparta'ya döndü. Ramazan ayına girilmişti. Hastalığı gittikçe artmış. 20 Mart günü sabahı kararlı bir şekilde ilk sözü, "Gideceğiz" olur. İstikamet Urfa'ydı. Talebeleri Hüsnü Bayram, Bayram Yüksel ve Zübeyir Gündüzalp'ın arabada olduğu halde gizlice Urfa’ya kaçırılır.
"Urfa'dan cebren de olsa geri götürün"
Said Nursi'nin Isparta'dan ayrıldığı haberi kısa sürede polise ulaştı. Bediüzzaman’a ve eserlerine müthiş husumet besleyen dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik, yetkililere derhal ve kesin olarak cebren de olsa Isparta'ya geri gönderilmesi talimatı verir. Hatta ambulans yoksa çöp arabası da olsa geri gönderin dediği rivayet edilir.
Urfa’daki İpek Palas Otel'in 27 numaralı odasına yatırılan ve hastalığı ağırlaşan Said Nursi'nin hareket etmeye takati yoktu. Talebelerinin, "Üstad çok hasta, yola dayanamaz" sözleri ise yetkililer tarafından, "Bakanlıktan emir var, derhal Urfa'dan çıkacaksınız, gerekirse ambulans veririz. Nasıl çıkıp geldiyse, aynı şekilde dönecek" denilerek cevap verilir. Polisin "geri dön" sözlerine Said Nursi, "Ben buraya dönmeye gelmedim. Burada kalacağım, belki burada öleceğim" diyerek karşılık verir.
Hükümet tabibinin yolculuk edemeyecek kadar hasta olduğuna dair raporu dahi etkili olmadı. Ankara'ya açılan telefonların, telgrafların haddi hesabı yoktu. Ramazan'ın 27. günü, yani Kadir Gecesi'ne denk gelen 23 Mart 1960'da Bediüzzaman Hazretleri vefat ediyor.
Kudretli Dahiliye Vekil’inin başına gelen…
Bediüzzaman’ın vefatından 2 ay sonra da 27 Mayıs darbesi olur. Aralarında Namık Gedik de olmak üzere çok sayıda siyasetçi tutuklanır. Harb Okulunda tutulan Gedik birçok siyasetçi gibi onur kırıcı uygulamalara maruz kalır. 2 gün sonra yapılan açıklamada, okulun penceresinden atlamak suretiyle intihar ettiği iddia edilir. Cenazesi de okuldan gizlilik içinde çöp arabası ile çıkarılır. Ancak bütün bu iddiaların doğruluğu hâlâ tartışma konusudur. Genel kanaat cunta subaylarının ağır işkencelerine maruz kalarak hayatını kaybettiği ve bu cinayete intihar süsü verildiği de yönünde olur.
Kudretli Vali ve Kudretli Vekil’in intiharları halâ sırlarını koruyor.
(1) Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi – Necmettin Şahiner, İstanbul, 1976
(2) Emirdağ Lahikası II.Cilt .Sh.19
(3) Said Özdemir abiden 27.05.2000 tarihindeki sohbetten aldığım özel notlarımdan