Hiç şüphesiz Risaleler’de sayamayacağımız kadar nihayetsiz güzellikler var. Bu güzellikleri Said Nursi ‘sunuhat-i kalbi’, ‘ilham-ı Rabbani’ olarak adlandırılsa da; Risaleler’deki güzelliklerden Bediüzzaman’a da büyük bir pay ayırmak gerekiyor.
Katılır mısınız bilmem ama, bana göre; Bediüzzaman’ın zehirlenmesi, sürgüne yollanması, idam sehpası görmesi, esaret hayatı yaşaması türünden musibetlerin kendisinin de, bizzat güzel olmasa da ‘neticeleri itibariyle’ birer güzellik olduğunu düşünüyorum. Neticeleri itibariyle oluşan güzelliklerinden en önemlisi de Kur’an tefsiri Risaleler’in yazılmış olmasıdır. (“Hastalıklar ve musibetler insanı dergah-ı ilahiyeye sevk eden birer kamçı hükmündedirler” sözü ile “Konuşan Yalnız Hakikattir” kısmını birlikte düşündüğümde bu sonuca varıyorum).
Şayet Bediüzzaman ‘hayattan bin defa ziyade ölümü düşündüğü’ o anlarda, sabır ve tevekkül ile tahammül etmeseydi belki bugün ne Risaleler ne de Nurculuk ekolü olmayacaktı. Bu açıdan Bediüzzaman’ın şahsına da birçok güzellikler atfetmek gerekiyor.
Sanırım Bediüzzaman’a atıfta bulunulacak en güzel davranış Risaleler’i sahiplenmek; okumaktır ve hayatına yansıtmaktır. Bu, hem nur talebelerini hem de Bediüzzaman’ı memnun edecektir.
Elbette ki Bediüzzaman’ı sevenler olduğu gibi sevmeyenler de olacaktır. İster kasten veya ister cehaletiyle olsun fark etmez; Bediüzzaman’ı yanlış tanıtmaya çalışanlar, bir kara propaganda başlatanlar da olmuştur.
Mesela, Bediüzzaman’ın bir lakabının Kürdî olduğunu söyleyip Kürtçü olduğunu dile getiren ve Kürdistan’ın kurulması için Şeyh Said ile işbirliği yaptığını savunarak Bediüzzaman’a milliyetçilik kılıfı giydirmek isteyen nice gazeteci, yazar vardır (Mehmet Sıddık Şexo, Özdemir İnce, Rıza Zelyut onlardan bir kaçı). Bediüzzaman’ı bir tarikat lideri sanan ve Risale okuyucularını da tarikat mensubu sanan gazeteci- yazarlardan bir kaçı bunlar.
Hatta, Bediüzzaman’ın bir Cumhuriyet düşmanı olduğunu bile dile getiren, sözde aydın geçinen gazeteci yazarlar olmuştur (Oysaki kendisi ‘ben bir dindar Cumhuriyetçiyim’ diyor).
İster kasıtlı olsun, ister istemeden (bilgisizlikten) olsun farklı ve yanlış bir Bediüzzaman tanımlaması yapılıyor maalesef.
Oysaki Türkün de, Arabın da, Kürdün de, Ermeninin de, Amerikalının da sahiplendiği bir tek Bediüzzaman tanımı vardır. Yani kozmopolitan bir Bediüzzaman vardır; Türkiye coğrafyasına sığamayacak kadar kozmopolitik bir Bediüzzaman’dır. Ki, bunu tanımı yapma hakkı da kendisine aittir. Nitekim yazdığı eserlerde (Risaleler’de) objektif ve evrensel tanımlamalar mevcuttur.
İş böyle iken, herkesin kendine göre bir Bediüzzaman tanımı yapma selahiyeti veya hakkı var mıdır peki?
Risaleler ile muhatap olmayanların kalkıp Risaleler’i ve Bediüzzaman’ı yok Kürtçüymüş yok Türkçüymüş yok Arapmış gibi akla ve mantığa uymayan yaftalamalarla ideolojik tanımlamalar yapma hakkını kendilerinde nasıl görüyorlar hayret doğrusu!
Oysaki Bediüzzaman’a, dolayısıyla Bediüzzaman’ın yazdığı Risaleler’e göre kendimizi tanımlamamız lazım iken, kendimizce yeni bir Bediüzzaman tanımı ortaya koymak ne derece doğrudur? (Mesela Rıza Zelyut’un Alevilik kimliği ile Bediüzzaman’a ve Risalaleler’e bakması gerekirken; kendi kısır fehmine göre bir Bediüzzaman tanımı yapıp tarikat lideri, kurtuluş mücadelesi düşmanı gibi haddini aşan tanımlamalar yapması gibi.)
Bir tek Bediüzzaman var iken, kalkıp onu milliyetçi, tarikatçı, Kürtçü, cumhuriyet düşmanı gibi tanımlamalar yapıp Bediüzzaman’ı üçe, dörde, beşe bölmek; üç, dört, beş farklı ideolojik kategoriye sokmak yerine Risaleler’i açıp okuma zahmetinde bulunsalar ya!
Bediüzzaman’ın gerçek kimliğini öğrenmek isteyenlere en güzel tanıtıcı kişi yine Bediüzzaman ve Bediüzzaman’ın yazdığı Risaleler değil midir?
Bu kapı herkese her vakit açıktır…
Yeter ki gölge olunmasın; başka ihsan istemez!