Risale Haber-Haber Merkezi
Yeni şafak yazarı Yusuf Kaplan, "Bediüzzaman'ın açtığı çığırı neden göremiyoruz acaba?" diye sordu.
Müslüman toplumların fetret dönemi yaşadığını belirten Kaplan, "Fetret dönemi, Müslüman toplumların hem İslâm'la hem de çağ'la doğrudan değil, dolaylı; aslî değil, arızî; bütüncül değil, parçalı; sahici değil, sığ ve sahte, yüzeysel ve ayartıcı şekillerde ilişki kurmalarına yol açıyor" dedi.
Kaplan'ın yazısındaki ilgili bölümler şöyle:
GAZALÎ, NIETZSCHE VE BEDİÜZZAMAN'I BULUŞTURAN NOKTA
Önce, tıpkı Gazalî, tıpkı Nietzsche ve tıpkı Bediüzzaman gibi, kapsamlı bir tetkik, entelektüel bir arkeoloji / kazı çalışması yapmamız gerekiyor, bütün insanlık tarihinde.
Burada dikkat çekilmesi gereken nokta şu: Gazalî de, Nietzsche de, Bediüzzaman da, işe felsefeden başlamışlardı ama sonuçta felsefeyi aşmışlardı.
Üç düşünürün yaşadığı dönemde de, sorun, esas itibariyle, felsefeden kaynaklanıyordu çünkü.
Üç dönemde de, felsefe üzerinde/n kurulan dünyanın sorunları, yaşadıkları 'dünya'yı tam bir çıkmaz sokağın eşiğine sürüklemişti.
BEDİÜZZAMAN'IN AÇTIĞI ÇIĞIRI NEDEN GÖREMİYORUZ ACABA?
Şimdi iki asırdır yaşadığımız ve birincisinden daha ağır bir medeniyet buhranıyla karşı karşıyayız.
İdrak, nüfûz ve tecdid meseleleri ekseninde, tetkik (anlama), tenkit (anlamlandırma) ve teklif (aşma) süreçlerini yeniden hayata ve harekete geçirecek yeni Gazalîlere, Razîlere, İbn Arabi'lere ve İbn Haldunlara ihtiyacımız var.
İşte Bediüzzaman; Gazalî, İbn Arabî ve İbn Haldun'un yaptıkları bu tetkik, tenkit ve teklif çabasını, tek başına yaptı ama Bediüzzaman'ın ortaya koyduğu çağ aşacak ve çığır açacak çabayı görecek zihnî derinlikten, ümmîleşmiş (felsefeyi aşarak hikmetin doruklarına ulaştıran) idrak ve nüfûz melekelerinden ve yeteneklerinden yoksunuz, ne yazık ki.
İşte tam bu noktada felsefeye ihtiyacımız var. Felsefe, düşünmenin aracı değil, düşünmeye giriş'in başlangıç noktası olduğu, çağın özünü ve ruhunu oluşturduğu için felsefesiz yol alabilmemiz çok zor. Bunu ne kadar görebiliyoruz, merak ediyorum doğrusu.
Çağ körleşmesini aşabilmek için geçmişte Gazalî, çağımızda Bediüzzaman gibi hem âlim, hem ârif, hem de hakîm şahsiyetlere ihtiyacımız var.
Bu şahsiyetler, pergelin sabit ayağını bulundukları zihnî ve varoluşsal coğrafyaya basıp, pergelin hareketli ayağıyla bütün entelektüel coğrafyaları derin nefes alarak dolaşabilecek şahsiyetlerdir çünkü.
GAZALÎ, FELSEFEYİ TANIMASAYDI, KRİZİ AŞABİLİR MİYDİK?
Ama paradoks şu burada: Gazalî felsefeyi tanımasaydı, felsefenin sınırlarını ve sorunlarını aşamazdı ve önümüze, medeniyet bunalımını bütün yönleriyle tetkik ve tenkit eden, sonra da buhranın nasıl aşılabileceğini gösteren ilim, irfan ve hikmet yolculuklarının haritasını teklif eden bir huruç harekâtı başlatamazdı.
Aynı şeyi Bediüzzaman için de söyleyebilecek durumdayız. Ama Bediüzzaman'ın ne yaptığını, nasıl bir şey yaptığını idrak edebilecek kapasiteye, çapa ve kalibreye henüz ulaşabilmiş durumda değiliz, ne yazık ki.