Bediüzzaman Hazretleri'nin, bir yandan, bizim medeniyetimizin hayat köklerini harekete geçirerek vasat'ımızı kuran, bize ve insanlığa hayat sunan ilim, irfan ve hikmet menzillerinde çıkılan yolculukta inşa edilen "dil"i baştan sona deşifre etmiş; öte yandan da, tıpkı Efendimiz (sav) gibi "şâhid", "mübeşşir" ve "nezir" özellikleriyle donanıp muhkem bir ümmîleşme süreci gerçekleştirerek, hem çağının çocuğu olarak, hem de çağının ağlarını, bağlarını kıran, aşan bir "âlim", "ârif" ve "hakîm" olarak bu dili yeniden-şifreleyip bu dile hayatiyet kazandıracak kaynağı sunan bir üstdil geliştirmiş tek düşünür olduğunu söylemiş ve "peki, Bediüzzaman, bunu nasıl başardı?" diye sormuştum, önceki yazıda.
Burada ve sonraki birkaç yazıda, bu sorunun cevabının izini sürmeye çalışacağım.
***
Şimdi sıkı durun: Bediüzzaman Hazretleri, bizim medeniyet yolculuğumuzda diktiğimiz ilim, irfan ve hikmet sütunlarını, aslî / vahyî kaynağına irca ederek muhkem bir şekilde yeniden-inşa eden üç büyük kurucu, öncü şahsiyetin -"âlim" Gazalî, "ârif" İbn Arabî ve "hakîm" İbn Haldun'un- yaptıklarını, tek başına yapmıştır.
Sadece 2. Şua bile, Bediüzzaman'ı Bediüzzaman yapmaya yeterdi: Bendeniz, başta 2. Şua olmak üzere diğer birkaç hayatî / kurucu risale'den yola çıkarak bizim ilim, irfan ve hikmet menzillerimizde nefes kesici yolculuklar yaptım; Gazalî'nin, Razî'nin, İbn Arabî'nin, İbn Haldun'un yaptıklarını, Kitabımızın bize aslında ne söylediğini, Efendimiz'in (sav) "epistemolojik" değil, daha ziyade "ontolojik" olarak bizim için ne anlam ifade ettiğini belirginleştirerek, geliştirilecek medeniyet tasavvurunun ana güzergâhlarını belirleyen yüzlerce sayfa metin çıkardım.
(Burada âlim, ârif ve hakîm şahsiyetlerinin husûsiyetlerini aynı anda bu üç kurucu öncüde de görebiliriz elbette. Ama ben öne çıkan husûsiyetlerini belirginleştirdim. Ayrıca "Fikirteknesi" ve "medyahayat" sitelerinde -Haki Demir Bey'le birlikte- nefis fikir yazıları yazan İbrahim Sancak Kardeşim'in âlim, ârif ve hakîm şahsiyetlerini, "figür" olarak nitelemem konusundaki eleştiri ve uyarısı için teşekkür ediyor, onun önerdiği "şahsiyet" nitelemesini kullandığımı hatırlatmak istiyorum.)
***
Gazalî; Helen, Hint ve Fars havzalarında neşvünemâ bulan gnostik ve agnostik pagan geleneklerin gölgesinde gelişen ilim geleneğimizi, -gözkamaştırıcı bir tafsil çabasıyla- silbaştan yenileyerek / tedvin ederek özgün İslâmî kimliğine kavuşturmuştu.
İbn Arabî; Hint, Zerdüşt, Mısır, Maverâünnehir havzalarındaki pagan gnostik geleneklerin izdüşümlerinden bîtap düşen, bâtınîlik bataklığına saplanma sinyalleri veren irfan geleneğimizi -muazzam bir terkip çabası ortaya koyarak- hem daha bir İslâmîleştirmiş, hem de derinleştirerek zirve noktasına ulaştırmıştı.
İbn Haldun, ilim ve irfan menzillerinde gerçekleştirilen bu inkişâfı tevhid ederek ve bunun derinlemesine muhakemesini yaparak, buradan devşirdiği birikim, ruh ve dinamizmle ilk büyük medeniyet buhranının nasıl aşılabileceğini gösteren muazzam bir tarihî hikmet tasavvuru inşa etmişti.
İşte Osmanlı medeniyet tecrübesi, bu üç kurucu öncü şahsiyetin öncülük ettiği açılım ve atılımı hayata geçirerek, üç temel varoluşsal alanda -akîdevî, fikrî ve "siyasî" alanlarda- Ehl-i Sünnet omurgayı tesis etmeyi ve İslâm dünyasını bütünleştirmeyi başarabildiği için, yaşanan ilk medeniyet buhranını aşmamıza öncülük edebilmişti.
***
Bediüzzaman Hazretleri de, ilim ekseninde Gazalî'nin, irfan ekseninde İbn Arabî Hazretleri'nin ve "tarihî hikmet" ekseninde İbn Haldun'un öncülük ettikleri atıl fütûhâtları / açılm ve atılımları, tek başına gerçekleştirmiştir. Üstelik de, önünde, yaşayan, ön-açan öncü-kurucu âlimler, ârifler ve hakîmler olmamasına rağmen!
Bediüzzaman, ilim, irfan ve hikmet gelenekleri inşa etmemesine rağmen, Gazalî, İbn Arabî ve İbn Haldun'un yaptıklarına benzer bir şeyi tek başına nasıl yapabilmişti? Üç Said, neydi? (Dikkat: "Kimdi?", değil; ne'ydi?) Bediüzzaman'ın gerçekleştirdiği bu çağ aşan ve çağ açacak çığır, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin (şimdiden çağımızın tasavvuf klasiği olarak görülmeyi hak eden ama "cemaat" fazlasıyla "siyasallaştığı" için henüz fark edilemeyen) Kalbin Zümrüt Tepeleri şaheserinin dışında, neden çaplı eserlerin yazılmasına, çaplı düşünürlerin, sanatçıların çıkmasına yol açamadı? Bediüzzaman çığırı, neden görülemedi ve görülemiyor hâlâ? Ve Bediüzzaman, bütün bunları neden "tekvînî âyet" üzerinde yoğunlaşarak gerçekleştirebilmişti? Tekvînî âyet, kim'di? (Dikkat: "Ne'ydi?" değil; "kimdi?").
Pazar günü devam ediyoruz...
Yeni Şafak