Fatih Durgun’un yazısı
Bu yazıyı En güzel ahlak sahibi olan ve yeryüzünde hakiki ahlakın nasıl olması gerektiğini yaşantısıyla gösteren Allah’ın Resulü Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e ithaf ediyorum.
Ahlaktan bahsedeceğimiz sırada öncelikle zihnimize şu tarz sorular gelir: Ahlak nedir? İnsan neden ahlaka ihtiyaç duyar? Neden ahlaklı olmalıyım? Ya da İnsan var oldukça neden ahlakta ona eşlik etmiştir? Tüm bu soruların cevabını, insanın yaşam fonksiyonuyla ve onu öteki canlılardan ayırt eden özellikleriyle anlamamız mümkündür. Nitekim evrendeki incelemelerimiz neticesinde varlıkların özelliklerine göre belirli görevlere sahip olduklarına ve kendilerini o yolla ortaya koyduklarına şahit olduğumuz gibi insanın da bu görevlerin neticesini ve kilit noktasını oluşturduğuna şahit olmaktayız.
Allah (c.c) nasıl ki kainatı belli bir intizam ve dengeyle yaratmıştır canlılar içerisinde yaşamlarının devamı için besin zincirini kurmuştur aynı şekilde insanı yaratırken de tıpkı kainattakine benzer bir kurallar manzumesini insanın kendisine tahsis etmiştir. Bu kurallar yoluyla da irade ve özgürlük sahibi insanın varoluşunun en üst boyunlarına yükselmesine izin vermiştir.
Bediüzzaman'a göre hakiki ahlak hakiki iman sahiplerinde bulunur ve iman insanı insan ederek varlıkların sultanı haline getirir.[1] Çünkü ahlak temelde insanın insan olmasını sağlayan ve bilinçli kurallara sahip olmayan hayvanlardan onu ayıran kurallar bütünüdür. Bu açıdan insan iman yoluyla yaratıcısını tanıyıp onu seven kişi haline dönüşecek ve onun kurallarını hayatında uygulamaya koymaya çalışarak varlığının özünü keşfetmeye başlayacaktır.
Peki hakiki ahlakı nereden öğreneceğiz? Bediüzzaman’a göre bize varoluşumuzu açıklayıp doğru yolu gösteren rehberlerin başında Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim gelmektedir. Ardından en güzel ahlak sahibi ve ahlakın tamamlayıcı olarak gösterilen Allah’ın Resulü Hz. Muhammed (asm), yaşantısıyla Kur’an’ın açıklamasını yaparak hakiki ahlakın pratik yönünü insanlara göstermektedir. Bunların dışında her insanın içerisinde bulunan ve insanın hakiki ahlakı bulmasında ona rehberlik eden bir vicdanın bulunduğunu ve vicdanın yok olmayacağını fakat doğru bir şekilde kullanmama neticesinde tefessühe yani bozulmaya uğrayacağını söylemiştir.[2]
EGO’NUN AHLAK’A ETKİSİ
Bediüzzaman eserlerinde daha çok, kizb, riya, nifak, zulüm, fırkalaşma, taassup, tekebbür, enaniyet, yeis, istibdat, tekasül, düşmanlık, kötülük ve hıyanet gibi kötü ahlâkın tehlikesine dikkat çekmiştir. Ancak ona göre kötü ahlakın en tehlikelisi enaniyettir (ego). Nitekim kendi ifadesinde de günümüzün enaniyet ve benlik asrı olduğunu belirtmiştir. [3] Birçok zulmün ve kötülüğün kendisinden neş’et ettiğini söylediği benliğe karşı Sözler kitabının Otuzuncu Söz Söz birinci maksadında egonun mahiyetini ortaya koymaya çalışmış ayrıca İhlas Risalesi olarak isimlendirdiği Yirmibirinci Lemayı da talebelerine her on beş günde bir okumalarını öğütlemiştir.
Ayrıca Kur’an’ın “Evet, biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik; onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O cidden çok zâlim, çok câhil bulunuyor!" [4] ayetindeki emaneti Ene olarak tarif etmiş ve aslında enenin bir kıyas vazifesini gördüğünü mahiyetinin bağımlı olduğunu ve kıyas ölçüsü olarak kullanılmama neticesinde o Enenin sahibini yutacağını ve o kişinin her şeyi artık kendi penceresinden değerlendirme tehlikesine düşeceğini ifade etmiştir. Bu açıdan O’na göre tarihteki birçok firavun gibi zalimlerin ortaya çıkması ve bu zalimlikten zulümlerin neş’et etmesi hep bu benliğin doğru kullanılmaması neticesinde ortaya çıkmıştır. Bunun çözümü olarak imanı kuvvetlendirmekten bahsetmiş ve insanın kendi sınırları ve benliği yoluyla Allah’ı tanımasının gerekliliğinin önemini ortaya koymuştur.[5]
Buna ek olarak Kur’an’ın Ego’yu doğru yönlendirdiğini ancak Antik Yunandan beri devam eden Batı Felsefesinin Ego eksenli bir ahlak felsefesi kurduğunu bu açıdan Ego ile bağlantılı olan ahlakın şahsi haz elde etmeyi amaçlama ve benliği kutsama gibi neticelere yol açtığını bu sebeple Batı’nın ahlak felsefesinin büyük çıkmazlarda bulunduğunu söylemiştir. Bunun çözüm yolunun Kur’an’ın nuruyla nübüvvet rehberliğinde incelenmesi gerekmektedir. Başka bir ifadesinde de benliğin mahiyetini açık bir şekilde şu şekilde özetlemiştir.
Eğer vaktiyle o enenin şiddetli bir terbiyeyle başı kırılmazsa büyür, insanın vücûdunu yutar. Sâniin emrine karşı mübarezeye çıkar. Tam manasıyla şeytan olur. Sonra, halkı da kendisine kıyas eder, esbâbı (sebepler) da o kıyasa dahil eder, büyük bir şirke düşer. El-iyâzu billah! İşte bu vecihten gözünü açsan ve tüm âfâk (dıştaki varlıklar) açılsa, gözünün nefsine rücûu (dönmesi) sebebiyle hepsi senin yüzüne kapanır; çünkü her şeyi, nefsindeki ene'nin rengiyle görürsün. Ve onun rengi, kendi zatı itibarıyla bu cihetteni (yönden) şirk ve ta'tîldir; (inkar) tüm âfâk, âyât-ı bâhira (açık deliller) ile dolu olsa ve ene'de karanlık bir nokta kalsa, o, tüm âyâtı boğar, siler!" [6]
AHLAK’IN AHLAKİLİĞİ
Bediüzzaman günümüz toplum yapısının tahrip edici yönünün farkında olarak insanların ahlaki kemali (gelişimi )açısından fıkhi bir hüküm olan “Def’i mefasid celbi menafiden evladır” yöntemini uygulamalarının öncelikli olduğunu ifade etmiştir. Nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle insanların elbiseleri değişikliğe uğruyorsa aynı şekilde insanlar, farklı zamanlarda farklı yaşam şekillerine adım atabilmektedir. Bu açıdan Bediüzzaman’a göre günümüzde ahlaka zarar veren günahlar ve zararlı düşüncelerin fazla olması nedeniyle insanın, iyilik yapmaktan önce kötülüğü ve günahları terk etmesinin daha önemli olduğunu belirtmiştir.[7] Bu yöntemle Bediüzzaman, ahlakı elde etmek isteyen günümüz Müslümanına imkanları dahilinde muhteşem bir yöntem sunmuştur. Çünkü ona göre yıkılmaya yüz tutmuş olan bir binanın süslenmesi ve düzenlenmesinden önce tadilat edilip sağlamlaştırılması daha da önemlidir.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle Kur’an’ın insan için sunduğu ahlakın gayesi hazcıların haz eksenli ahlakı ya da narsizimle beslemek suretiyle ulaşılmak istenen saaadet değil de Allah’ın ahlakıyla ahlaklanarak yeryüzündeki halifelik görevinin yerine getirilmesiyle ulaşılacak olan “kemaldir.” Bu yolla insan, mahlukatın sultanı olabilmekte ve yaratıcısına yakınlaşma yoluna girebilmektedir.
SONUÇ
Bediüzzaman’a göre Batı medeniyeti Ego eksenli felsefenin etkisiyle çeşitli kötü ahlakların ortaya çıkmasına sebep olmuş ve sunduğu ahlaki yönlendirmelerin insanların mutluluğuna kast ettiğini belirtmiştir. Örneğin Batı medeniyetinde “Büyük balık küçük balığı yutar” sözüyle kabul görmüş olan kuvvetli olanın zayıfı ezeceği ilkesiyle toplumlarda düşmanlık ve zulümlerin ahlaki zemine oturtulduğunu ayrıca Pragmatist felsefece kabul görülen ahlakın menfaat ve fayda üzerine kurulmasıyla bencilliğin neş’et ettiğini ve ırkçılık ve negatif kavmiyetçilik düşüncesiyle de insanın ahlakiliğinin sınırlandırıldığını belirtmiştir. Buna ek olarak bireyin ahlaktan çok heva ve hevesini tatmin etmesi üzerine kurulmuş olan bireysel ahlakın fıtraten ahlakiliğe muhtaç olan insanın ruhsal ve psikolojik olarak bozulmasına sebebiyet verdiğini ifade etmiştir.
Tüm bunlar karşısında İslami kurallar ve yüce Muhammedi ahlak üzerine kurulmuş olan medeniyetin; hak, fazilet, kardeşlik, yardımlaşma ve hidayete dayandığını bunun sonucunda toplumda adalet, denge, sevgi, kardeşlik, uzlaşma, birlik ve insanın gelişmesiyle sonuçlanacağını belirtmiştir. Bu sebeple yeryüzünde ahlaki saadeti arayan toplumlar semavi vahyin yönlendirmesine muhtaç ve mecburdur.
NOT: Bu yazımız vesilesiyle gelin 1 Eylül 2020’den başlamak üzere özelde her yıl 1 Eylül’ü ve diğer açıdan bu yılı “Ahlak ve Erdem” günü, yılı ilan edelim. Varlığımızın en önemli gayesi olan ahlakımızı okuma, gündemde tutma ve araştırma yoluyla geliştirip çevremizdekilerin de ahlakının gelişmesine yardımcı olalım. Bu yolla kelebek etkisinde bulunarak gelecek konusunda ümitsizlik yaşayan insanlarımızla birlikte varoluşsal diriliş nefesinin yayılmasına vesile olalım.
Unutmayalım ki dünyayı iyilik, iyilerin eliyle kurtaracak!
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Envar Neşriyat, Yirmiüçüncü Söz/Birinci Mebhas/4.Nokta.
[2] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Envar Neşriyat, Yirmidokuzuncu Mektub/ 7.Kısım/3.işaret.
[3] Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Envar Neşriyat, S. 166
[4] el-Ahzâb, 33/72.
[5] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Envar Neşriyat, Otuzuncu Söz/ Birinci Maksad.
[6] Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Envar Neşriyat, Şemme/ S.200
[7] Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası , Envar Neşriyat, S. 148-149.