Bediüzzaman’ın Ankara şahitlerinden Yeşiloğlu Salih
Bediüzzaman’ın Ankara şahitlerinden Yeşiloğlu Salih’in geçen hafta yarım kalan öyküsünü tamamlayalım.
Salih Efendi, halka şefkat gösteren demokrat kişiliği ile dikkat çeken meclisin en faal vekillerinden biriydi. Onun bu iki vasfı hıyanet-i vataniye kanunu görüşmelerinde daha belirgin olarak ortaya çıktı.
Ankara hükümeti muhalifleri susturmak için çok şiddetli bir kanun çıkardı. Hıyanet-i Vataniye Kanunu diye bilinen bu kanun ile idam edilenlerin sayısı, Yeşiloğlu Salih Efendi’nin verdiği bilgilere göre milli mücadeledeki şehit sayısından çok fazlaydı.
Bu kanunun önemli maddeleri:
"Büyük Millet Meclisi'nin meşruiyetine isyana yönelik sözlü, yazılı veya eylemli muhalefet ve fesatlıkta bulunanlar vatan haini sayılır."
"Fiilen vatan hainliğinde bulunanlar asılarak idam edilir."
"Vaiz ve hitabet suretiyle alenen ve çeşitli zeminlerde söz ve hareketleriyle vatan hainliği cürmüne tahrik ve teşvik edenlerle işbu tahrik ve teşviki yazı ve resimlerle yayanlar geçici küreğe konulurlar."
"Mahkeme kararları temyiz edilemez."
Bu kanunun uygulanması için kurulan İstiklal Mahkemeleri çok sayıda idam kararı vermiş, bu mahkemelere ek olarak bütün vilayetlerdeki bidayet ve ceza mahkemeleri de aynı kanunla yargılamalar yapmıştı.
Halkın durumun dikkate alan yoktu. Ortada bir isyan varsa bunun sebepleri üzerinde düşünen de olmamıştı.
Salih Efendi halka büyük zararlar veren bu kanun hakkında şu konuşmayı yaptı:
Salih Efendi (Erzurum): “Efendim! Arkadaşlar hiyanet-i vataniye meselesini ilmî, kanuni, bir tarzda tâbir ediyorlar. Tabiî onların seviyeleri başkadır. Fakat bendeniz usul ile size arz etmek istiyorum. Malûm-ı âlileridir ki altı yüz seneden beri bir idareye, bir yola, bir zihniyete sâlik olan bir milletin biz önüne geçerek, kendilerini irşad için gaye-i millîyeye dair hiçbir şey söylemedik. Bunların arkasından yüksek bir sada ile “soldan geri dön!” emrini, kumandasını verdik.
Ve bu sadayı işiten bu milletin yarısı geri döndü. Baktı ki biz bir işle meşgulüz. Bizim başladığımız bu işi bâzı adamlar hoş gördüler. Aksam-ı mütebakıyesi anlamadan biz onlara bir şey söylemedik. Ve biz onları tenvir ve irşat etmedik, Onların bir mevcudiyeti vardı. Anlatamadık. Onların bir benliği ve bir asabiyeti vardı.
“Sen necisin? Niçin bana soldan geri dön dedin?” dedi.
Efendim bu adamların bir kısmı bize iltihak etti. Bir kısmı da benliğini, asabiyetini muhafaza ederek, dönmedi. Arada bir müsademe başladı. Müsademe mesailini bir hiyanet-i vataniye meselesine ifrağ ettik. Şimdi dönenle dönmeyenlerin meselesini başka bir şeyle arz edeyim.
Ortada iki gaye vardır. Biri padişah gayesi, bir de bizim gayemiz, bu altı yüz senelik zihniyete alışmış bir millet ve hiç siyasetle iştigal etmek istemeyen bir millet, her gün birisi yazıyor:
“Ey ümmet-i Muhammed Kuvay-ı Milliyecileri öldürürseniz siz gazi olursunuz.”
Herif gayr-i müdrik ve hale vâkıf değil, ve ulan bu nedir? Halife namına bir sada çıkıyor. Bu bir peygamber vekilidir, diyerek “ha peygamber vekili, ulan doğru söz bunundur.”
Öteki herif hale vâkıf, “İstanbul Hükümeti hain, İngilizlerle birleşmiş, biz onlarla nasıl birleşiriz” derken, ortada bir hercümerçtir gitmiştir ve bu hercümerçten dolayı, evvelâ şunu kabul edelim ki; hercümerçten dolayı dökülen kanların yüzde ellisinin günahı bizimdir. Sonra dökülen kanların yüzde ellisinin günahı da İstanbul'undur (hepsi onlara sadaları) bizde de var. Çünkü, biz vazife-i irşadiyemizi yapmamışız.
Memlekette hiyanet-i vataniye ile mücrim bendeniz hiçbir fert tanımıyorum. Muğfel vardır. Gayr-i müdrik vardır. Hattâ idam edilenlerin de bir kısmı müdrik değildi. İdam edildi.
Nusret Efendi (Erzurum): “Sıffiyn Muharebesinin mesulleri kim? O taayyün ettikten sonra bu da taayyün eder.”
Salih Efendi: “Fena bir yere bastın. Bu mesele ile ortaya öyle bir mesele attın ki, efendim, isyan namına bendeniz Bolu isyanını gözümle gördüm ve isyanda bulunmuşum. İsyan diye bağırıp çağırdıkları bir mesele yok. Halkın bir kısmı diyor ki;
“Yahu bu neyin nesidir? Padişahı, Makam-ı Hilâfeti öldürelim. Yerine birini getirelim.”
Halkın bir kısmı bağırıyor ki; “zahirelerimiz çürüdü. Yollar kapalı. Daha ne vakit açılacak ki, zahiremi nakledeyim?”
Bir kısmı diyor, “Padişahı bırakmışlar Makam-ı Hilâfet tanımıyorlar; ne olacaktır?”
Bir kısmı diyor “birader askere davet ediyorlar ve rasgelen asker ediliyor. Para alıyorlar.”
Böylece müteşettit fikirler; malûm-ı âlileri bu gibi zamanlarda her hangi bir fesat üzerine bir içtimada, bir müfsit ortaya bir fikir attı mı, halk ta onun arkasından gider. İşte hiyanet-i vataniye ve şekavet bu suretle olmuştur. Sekiz bin adam öldürüldü. El ilmü indallah. Sekiz bin de nefyettik. Yalnız Konya vukuatında on altı bin adam muhtelif cezalar gördü. Acaba siyaset kafası ile ortaya çıkıp da şu memleketi idare edebilecek, inkılâp yapabilecek dört adam var mıdır? Efendiler dört tane adamımız var mı ki, siyaset kafası ile memleketi idare edebilsin! Bir takım süfeha, cühela, muğfel heriflerden başka "kendi kendine” ikinci bir inkılâp yapacak adam var mıdır?
Selahaddin Bey (Mersin): “Her adam yapar!”
Salih Efendi: “Köylerimizde ikinci bir inkılâp yapabilecek adam var mıdır? Bunu suret-i katiyede kabul ediniz. (Her adam yapar sesleri) Şûrasını da kabul ederim ki, bizim de idaresizliğimizi inzimam edersek, kimisi lüzumsuz askere davet olunuyor, kimisinden vergi alınıyor, kimisinden haraçlar tahsil ediliyor. Sonra jandarmaların yapmış olduğu mezalim, hükümet-i sabıkanın iğfalâtı, bunu intac etti.
Memleketimizin halkı siyasetle iştigal etmez. Halk bir muvazene yaptı, düşündü. Şimdi bunu hiyanet etti diye nefy etmekte bir mâna yoktur. Geçenlerde arz etmiştim ki, Anadolu'da doğmuş, halkla temas etmiş, her Anadolulu bunu tasdik etmelidir. Bâzı inkılâp yapan adamlar vardır. Fakat meşru olarak inkılâp yapar. Bir de var ki, hükümeti devireyim fikriyle yaparlar. Bu idaridir. Halk bunu hükümetten bekliyor.
Bu gibi mesail temin ve tetkik edilmediği için halk feveran etmiştir. Ve bu da hakkıdır, her milletin hakkıdır. Taklib-i hükümet yapacak kadar memlekette hain yoktur. Halkın idare ile alâkası yoktur. Fakat bir de var ki, bu hükümet hiçbir şeyi temin edemiyor. Buna karşı hareket senin hakkındır, benim de hakkımdır. Efendiler kasabat-ı muhtelifede sürülmüş bugün ortalıkta birçok insanlar çarpana çalıyor. (Handeler)
Bir çare yok, otuz bin tane adam idareten sürülmüştür; sekiz bin tanesi Konya'dan, beş bin tanesi Bandırma'dandır. Zavallı halk bâzı muğfillerin iğfalâtına kapıldılar. Bundan dolayı birçok isyanlar zuhur etti. Bunlar maznun da değildir. Sevk-i cehaletle iğfal edildiler. Havaya iğfal edildiler. Memlekette üç beş adam vardır.
Adiyle Vekili Şevket Bey: “Fail-i asliyi siz ne suretle kabul ediyorsunuz ?”
Salih Efendi (Erzurum): “Eğer bunlar fail-i asli olsalardı kanun mucibince bunların idam edilmesi lâzım gelirdi. Hâdise-i isyaniyede otuz bin adam dolaşıyor. Yeni bunlardan iki bin adam idam edildi. Birkaç bin tane müebbet kürek cezasiyle mahkûm edildi bunlara fail-i asli diyoruz; fail-i asli olursa bunlara kürek cezasını nasıl kabul edeceğiz? Bunlar fail-i asli değildir. Muğfeldir.”
Salih Efendi’nin bu konuşmaları bir fayda vermedi. Ayrıca bir gün Paşa Hazretleri, Çerkez Etem hakkında mecliste bir konuşma yapmış ardından Salih Efendi’yi çağırmış “Haymana'da bir teşkilât yapılıyormuş, sen de alâkadar mısın o mesele ile?” ile diye sormuştu.
Salih Efendi Hıyanet-i Vataniye kanunu ile yargılanabilirdi. Mecliste aynı gün kürsüye çıktı bu ithamı açıklayıp kendisi hakkında soruşturma istedi. Medeni cesareti belki kendini kurtaracaktı, ama milletvekilliğini kurtaramazdı.
Onun bu çırpınışları kandırılmış zavallı vatan evlatlarını da kurtaramadı
Hıyanet-i Vataniye Kanunu'na 25 Şubat 1925'te yeni bir madde eklendi: "dini ve mukaddesatı siyasi amaçlara esas ve alet etmek maksadıyla cemiyet kuranlar" vatan haini sayılıp idam edilecekti.
Bu gün meclisin açmaya çalıştığı 20 bin dosyada daha hangi acılara şahit olunacak kim bilebilir!
Salih Efendi’nin bir nüktesi:
Vekil Beyefendi; Behiç Bey her gelişinde elli adam istiap edecek bir trenle gelip gidiyor. Hattâ bir cepheye giderken -işte arkadaşlarımız buradadır- bizi asker nefer kardeşlerimizle bir trene doldurdular... Sizin muhasebeciniz suret-i husûsiyede yolda bir vagon taktırdı, mebus arkadaşlarımızı birlikte vagona almağı kabul etmedi.
Sırrı Bey (İzmit): “Senin onun nazarında ne kıymetin vardır?”
Salih Efendi: “Tartılırsak görürüz, benim kıymetim mi noksan onunki mi?”
(TBMM Zabıt cerideleri, İct. 131, c . II, 8.1.1337)