Bediüzzaman hayatı harikalarla dopdolu bir insan. Bunun nedeni mayasında uluların, evliyaların bulunması. Veysel Karani, Peygamberimizi (asm) görmek için Medine’ye gitmiş fakat görmek nasip olmadan köyüne dönmüştür. Peygamberimiz onunla manevi bağını kesmemiş, uzaktan eğitim diyeceğimiz manevi terbiye ile onu yetiştirmiştir. Bu uzaktan manevi eğitim Üveysilik makamı olarak nitelendirilmiştir. Üveysilik hayatta olmayan bir Allah dostu vesilesiyle zamane velisinin terbiye edilmesidir. Hz. Peygamberimiz (asm), Hz. Ali, Geylani ve İmamı Rabbani hazretleri Bediüzzaman’ın üveysi hocalarıdır. Onların rahlelerinden geçmiştir. Bunların bir kısmı rüyalarda, bir kısmı da yakazaten gerçekleşmiştir.
Bediüzzaman, Barla’ya geldiğinde ilk önce ikamet olarak Mus Mescidi teklif edilmiştir. Mescidin tadilatı gerektiğinden bilahare Yokuşbaşı mescidinin bitişiğindeki tarihi eve yerleştirilmiştir. Bediüzzaman daha sonra Mus Mescidini tamir ettirerek gönüllü imamlığını üstlenmiştir. O günlere şahit olan Bahri Çağlar ilginç bir hatırasını anlatır.
Bir gün Mus Mescidinde Bediüzzaman’ın arkasında yatsı namazını kıldıktan sonra evine gitmek ister. Fakat Bediüzzaman mescide kalmaya devam edince hâllerini merak ederek mescidin penceresinden onu izler. Bediüzzaman hafif karanlıkta bir süre oturduktan sonra ayağa kalkıp konuşmaya başlar. Sonra mescitten ayrılır. Bahri Çağlar merakını gidermek için Üstad’a içerdeki hâllerini sorar. Üstad da, Hz. Ali ve Geylani Hazretlerinden ders aldığını söyler.
Bediüzzaman Barla’daki evinin önündeki çınar ağacını, çam dağlarındaki katran ve çam ağaçlarını Yıldız Sarayı’na değişmeyeceğini söyler. Demek, “Görmediğim şeyi yazmadım.” diyen Bediüzzaman buralarda mana aleminin sultanlarını misafir etmiş ki buraları Yıldız Sarayı’na değişmiyor.
Bediüzzaman Denizli Şehir otelinde kalırken talebesi Selahaddin Çelebi Üstadın kaşığını çöpe atıp yenisini alır. Üstad üzülür. Tatlı-sert şekilde, “O benim 30 yıllık arkadaşımdı” diyerek kaşık üzerinden vefa dersi verir. İhtimal ki Barla’da o kaşıkla uluların sofrasına oturmuş, hatırasını yaşatmak için devamlı yanında taşımıştır. Bu durum Üstad’ın bu tür hatıralara niçin bu kadar kıymet verdiğini göstermesi açısından önemli bir tespittir.
Bediüzzaman’ın bir gününde yazı
Bediüzzaman Barla’da ağırladığı ağır misafirlerden aldığı ders, talim ve ilhamlarla Risale-i Nur’u yazmaya başlar. O günlerde yani 1928 yılında Türkiye’de Harf İnkılâbı gerçekleşir. Osmanlı alfabesi terk edilerek Latin alfabesine geçilir. Harf İnkılâbının uygulanmasında Isparta pilot şehir olarak seçilir. Oysa o günlerde Barlalılar, Bedreliler, Savlılar Bediüzzaman önderliğinde Osmanlıca risaleleri dağlarda, bağlarda çoğaltmaya başlamışlardır.
Cumhuriyet hükümeti inkılapları tutundurabilmek için eğitime büyük önem vermiştir. Batı eğitim sistemine dayalı müfredat ve kurumlar inşa etmiştir. Köy Enstitüleri de bu minvalde kurulan okullardandır. Bediüzzaman ise kendi öğretisini ve değerlerini yerleştirebilmek için 13 yıl önce Barla’da köy eğitimine başlamıştır. Bu zamanla yaygınlaşarak Türkiye ve dünya ölçeğine ulaşmıştır.
En etkili öğrenme şekli yazarak öğrenmektir. Yazarak öğrenmek okumaya göre dört kat daha kalıcıdır. Okuma-yazmayı bile doğru düzgün bilmeyen Barlalılar Risaleler ile okuyup yazmaya başlamışlardır. Risaleden edindikleri ilim ile bir zaman sonra lâhikalara girecek düzeyde mektuplar yayımlamışlardır. Sıddık Süleyman buna en güzel örnektir.
Son söz
Efendimiz (sav) ‘Kim bir musibete uğrarsa, benim yokluğum sebebiyle maruz kaldığı musibeti hatırlasın. Çünkü bu, en büyük musibettir’ demişti. Bugün Kutlu Nebi de, onun namını yaymaya çalışan Bediüzzaman da dünya sahnesinde yoklar. Bizler her anımızda, her günümüzde onlar gibi yaşamaya çalışarak onları yaşatalım. Yaşatalım ki haşir günü onların gölgelerinde soluklanabilelim, dünya hüzünlerimizi giderebilelim.