Bediüzzaman'ın Barla'daki evini hiç böyle gördünüz mü?
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin 1926’dan 1934’e kadar sekiz yıl boyunca göz hapsinde tutulduğu, sürgüne gönderildiği ama Kur'an ve iman hizmetinin yayıldığı mekan haline gelen Barla'da kış manzarası
144
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin 1926’dan 1934’e kadar sekiz yıl boyunca göz hapsinde tutulduğu, sürgüne gönderildiği ama Kur'an ve iman hizmetinin yayıldığı mekan haline gelen Barla'da kış manzarası bir başka güzel. Beyaz rahmet kar, yurdun dört bir yanını sararken Barla da bu güzellikten nasibini aldı. İşte çeşitli zamanlarda çekilmiş Barla resimleri...
244
Barla, ehl-i imanın mânevî imdadına gönderilen Risale-i Nur Külliyatının telif edilmeye başlandığı ilk merkezdir. Barla, millet-i İslâmiyenin, hususan Anadolu halkının başına gelen dehşetli bir dalâlet ve dinsizlik cereyanına karşı, Kur’ân’dan gelen bir hidayet nurunun, bir saadet güneşinin tulû ettiği beldedir. Barla, rahmet-i İlâhiyenin ve ihsan-ı Rabbanînin ve lûtf-u Yezdânînin bu mübarek Anadolu hakkında, bu kahraman İslâm milletinin evlâtları ve âlem-i İslâm hakkında, hayat ve mematlarının, ebedî saadetlerinin medarı olan eserlerin lemean ettiği bahtiyar yerdir.
344
Bediüzzaman Said Nursî, Barla nahiyesinde daimî ve çok şiddetli bir istibdat ve zulüm ve tarassut altında bulunduruluyordu. Barla’ya nefiy sebebi ise, kalabalık şehirlerden uzaklaştırıp böyle ücra bir köye atılarak, ruhunda mevcut hamiyet-i İslâmiyenin feveran etmesine mani olmak, onu konuşturmamak, söyletmemek, İslâmî, imanî eserler yazdırmamak, âtıl bir vaziyete düşürüp dinsizlerle mücahededen ve Kur’ân’a hizmetten men etmek idi. Bediüzzaman ise, bu plânın tamamen aksine hareket etmekte muvaffak oldu. Bir an bile boş durmadan, Barla gibi tenha bir yerde Kur’ân ve iman hakikatlerini ders veren Risale-i Nur eserlerini telif ederek perde altında neşrini temin etti. Bu muvaffakiyet ve bu muzafferiyet ise, çok muazzam bir galibiyet idi. Zira o pek dehşetli dinsizlik devrinde, hakikî birtek dinî eser bile yazdırılmıyordu. Din adamları susturulup yok edilmeye çalışılıyordu. Dinsizler Bediüzzaman’ı yok edememişler, uyuşmuş kalb ve akılları ihtizaza getiren İslâmî ve imanî neşriyatına mâni olamamışlardı. Bediüzzaman’ın yaptığı bu dinî neşriyat, yirmi beş senelik eşedd-i zulüm ve istibdad-ı mutlak devrinde hiçbir zatın yapamadığı bir iş idi.
444
Bediüzzaman, Barla’ya 1926-1927 senelerinde nefyedilmiştir. 1 Bu tarihler, Türkiye’de yirmi beş sene devam edecek bir istibdad-ı mutlakın icrâ-yı faaliyetinin ilk seneleri idi. Gizli dinsiz komiteleri, “İslâmî şeairleri birer birer kaldırarak İslâm ruhunu yok etmek, Kur’ân’ı toplatıp imha etmek” plânlarını güdüyorlardı. Buna muvaffak olunamayacağını iblisane düşünerek, “Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur’ân’ı imha etmesini intaç edecek bir plân yapalım” demişler ve bu plânı tatbike koyulmuşlardı. İslâmiyeti yok etmek için, tarihte görülmemiş bir tahribat ve tecavüzat hüküm sürmüştür.
544
Evet, altı yüz sene, belki Abbasîler zamanından beri, yani bin seneden beri Kur’ân-ı Hakîmin bir bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyan Türk milletini, bu vatan evlâtlarını, İslâmiyetten uzaklaştırmak ve mahrum bırakmak için, Müslümanlığa ait her türlü bağların koparılmasına çalışılıyor ve bilfiil de muvaffak olunuyordu. Bu vâkıa cüz’î değil, küllî ve umumî idi.
644
Milyonlarca insanın, hususan gençlerin ve milyonlar mâsumların, talebelerin iman ve itikadlarına, dünyevî ve uhrevî felâketlerine taallûk eden çok geniş ve şümullü bir hadise idi. Ve kıyamete kadar gelip geçecek Anadolu halkının ebedî hayatlarıyla alâkadardı. O zaman ve o senelerde, bin yıllık parlak mâzinin delâlet ve şehadetiyle, Kur’ân’ın bayraktarı olarak en yüksek bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş bulunan kahraman bir milletin hayatında, İslâmiyet ve Kur’ân aleyhinde dehşetli tahavvüller ve tahripler yapılıyor ve cihanın en namdar ordusunun bin senelik cihad-ı diniye ile geçen parlak mâzisi ve o mâzide medfun muhterem ecdadı, yeni nesillere ve mektepli talebelere unutturulmaya çalışılıyor ve mâzi ile irtibatları kesilerek birtakım maskeli ve sûretâ parlak kelâmlarla iğfalâtta bulunularak, komünizm rejimine zemin hazırlanıyordu.
744
İslâmiyetin hakikatinde mevcut maddî-mânevî en yüksek terakkî ve medeniyet umdeleri yerine, dinsiz felsefenin bataklığındaki nursuz prensipler, edepsiz edip ve feylesofların fikir ve ideolojileri, gizli komünistler, farmasonlar, dinsizler tarafından telkin ediliyor ve çok geniş bir çapta tedris ve talime çalışılıyordu. Bilhassa İngiliz, Fransız gibi İslâm düşmanlarının İslâm âlemini maddeten ve mânen yıpratmak, sömürmek emellerinin başında, kahraman Türk milletinin dinî bağlardan uzaklaştırılması, örf-âdet, an’ane ve ahlâk bakımından tamamen İslâmiyete zıt bir duruma getirilmek plânları vardı ve bu plânlar maalesef tatbik sahasına konmuştu.
844
İşte, Bediüzzaman Said Nursî’nin, Risale-i Nur’la Anadolu’daki hizmet-i imaniye ve Kur’âniyesine cansiperane çalışan bir fedai-yi İslâm olarak başladığı seneler ki, zemin yüzünün görmediği pek dehşetli bir dinsizlik devrinin başlangıcı ve teessüs zamanı idi. Bunun için, Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’la hizmetine nazar edildiği vakit, böyle dehşetli bir zamanı göz önünde bulundurmak icap eder. Zira, tarihte emsali görülmemiş bu kadar ağır şerait tahtında yapılan zerre kadar hizmet, dağ gibi bir kıymet kazanabilir; ufacık bir hizmet, büyük bir değeri ve neticeyi haiz olabilir.
944
İşte Risale-i Nur, böyle dehşetli ve ehemmiyetli bir zamanın mahsulü ve neticesidir. Risale-i Nur’un müellifi, yirmi beş senelik din yıkıcılığının hükmettiği dehşetli bir devrin cihad-ı diniye meydanının en büyük kahramanı ve tâ kıyamete kadar ümmet-ı Muhammediyeyi (a.s.m.) dârüsselâma davet eden ve beşeriyete yol gösteren rehber-i ekmelidir. Ve hem Risale-i Nur, Kur’ân’ın elmas bir kılıncıdır ki, zaman ve zemin ve fiiliyat bunu kat’iyetle ispat etmiş ve gözlere göstermiştir. İşte öyle elîm ve fecî ve dehşetli bir devri ihdas eden dinsizlerin icraatı olan pek ağır şartlar dahilinde Bediüzzaman’ın inayet-i Hakla telife muvaffak olduğu Risale-i Nur eserleri, dinsizliğin istilâsına karşı, yıkılması gayr-ı kabil olan muazzam ve muhteşem bir sed teşkil etmiştir. Risale-i Nur, maddiyunluk, tabiiyunluk gibi dine muarız felsefenin muhal, bâtıl ve mümtenî olduğunu, cerh edilmez burhanlarla, aklî, mantıkî delillerle ispat ederek en dinsiz feylesofları dahi ilzam etmiştir. Küfr-ü mutlakı mağlûbiyete duçar etmiş, dinsizliğin istilâsını durdurmuştur.
1044
Evet, Bediüzzaman’a yapılan o tarihî zulüm ve işkence ve ihanetler altında feveran edip parlayan Risale-i Nur, bu zamanda ve istikbalde bir seyfü’l-İslâmdır. Risale-i Nur, ruhların sevgilisi, kalblerin mahbubu, âşıkların mâşuku, canların cânânı olmuş; icabında bu cânan için canlar feda edilmiştir. Risale-i Nur, beşerin sertacı ve halaskârı mevki-i muallâsında hizmet yapmış ve yapmaktadır. Risale-i Nur, Kur’ân’ın son asırlarda beklenen bir mu’cize-i mânevîsi olarak tulû etmiş ve başta müellifi Bediüzzaman Said Nursî olarak milyonlarla talebeleri ve kardeşleri, bu hakikat-i Kur’âniye etrafında pervaneler gibi dönerek onun nuruyla nurlanmışlar, ondaki Kur’ân ve iman hakikatlerini massetmişler (emmişler), imanlarını kuvvetlendirmişler ve bu hakikat-i kübrâyı bütün dünyaya ilân etmek ve ölünceye kadar onu okumak ve ona hizmet etmek gayesini azmetmişlerdir.
1144
Evet, Türk milletini ve bu vatan ahalisini ve âlem-i İslâmı ebede kadar şerefle yaşatacak ve mâzide olduğu gibi istikbalde de tarihin altın sahifelerine, Kur’ân ve İslâmiyet hizmetinde âlem-i İslamın pişdarı ve namdar kumandanı olarak kaydettirecek medar-ı iftiharı Risale-i Nur’dur. Büyük bir vüs’at ve külliyeti taşıyan ve Anadolu’da ve İslâm âleminde zuhur edip her tarafta hüsn-ü kabule ve tesire mazhariyetle gittikçe inkişaf ve intişar eden bu eser, Kur’ân’ın malıdır, âlem-i İslâmın ve ehl-i imanın malıdır ve bu vatan ahalisinin İslâmî bir medar-ı iftiharıdır. Bu memlekette hükmeden bir hükûmetin nokta-i istinadı, hem aynı zamanda bütün dünyaya duyuracağı muazzam hakikatler manzumesidir ki, inşaallah bir zaman gelip radyoyla bütün âlemlere ders verilecek ve ilân edilecektir.
1244
Evet, dünya ilim ve irfan sahasına Türkiye’den bir güneş doğmuştur. Bu yeni doğan güneş, bin üç yüz yıl evvel âlem-i beşeriyete doğmuş olan güneşin bir in’ikâsıdır ve o mânevî güneşin her asırda parlayan lem’alarından birisidir ve beklenilen son mu’cize-i mânevîsidir. Yalnız mâneviyat sahasında değil, zahiren ve maddeten dahi tesirini göstermiştir.
1344
Evet, Risale-i Nur, bütün dünya milletlerinin hayatlarını muhafaza ve müdafaa için sarıldıkları ve güvendikleri atom ve emsâli bomba ve silâhlarının fevkinde muazzam bir tesire sahiptir. Bunun böyle olduğunu, bir parça ilim ve basiret nazarıyla Nur Risalelerine bakanlar ve Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursî’nin otuz seneden beri Anadolu’daki hizmet-i imaniyelerine dikkat edenler görür, anlar ve tasdik ederler. Hakikate nüfuz eden zatlar için, Risale-i Nur’un tulûundan bugüne kadar geçen zaman içerisindeki yapılan hizmetin neticeleri nihayet derecede muhteşem ve muazzamdır, milyarlar takdir ve tebrike lâyıktır.
1444
Evet, Risale-i Nur, iman-ı tahkikîyi bu vatanda neşretmekle imanı kuvvetlendirip, bu memleketteki dinsizlik ve imansızlık, dalâlet ve sefahete karşı mukabele ve müspet bir tarzda mücadele ederek bunları mağlûp etmiştir. Büyük ve küllî ve umumî mücahede-i diniyesinde muzaffer olmuştur. Taife-i mücahidîn olan Nur talebeleri, âzamî sadakat ve ittihaddan neşet eden azîm, mânevî, makbul bir sırla rahmet-i İlâhiyenin celbine ve teveccühüne vesile olmuştur. Bu ihlâslı taife-i mücahidîn, küçük bir çekirdek gibi dar bir dairede iken, o çekirdekte âlemi istilâ edecek bir şecere-i tubanın mahiyeti bulunduğu misillü, on dördüncü asr-ı Muhammedîde (aleyhissalâtü vesselâm) Kur’ân’dan çıkan Risale-i Nur’un Anadolu’da tulû ve intişar etmesiyle, neticede neşvünema ederek âlem-i İslâm ve insaniyete kadar genişlemiş ve daha da genişleyecektir.
1544
İşte, Risale-i Nur, hem fevkalâde ihlâsı ve hem yalnız tevhid ve iman akidelerinin hizmetini esas-ı meslek ittihaz ederek bir kudsiyet kazanması ve mahiyetinde bütün hakaik-i Kur’âniye ve İslâmiye mevcut bulunarak her tarafı kaplayacak bir nur-u hakikat olması dolayısıyla, rahmet-i İlâhiye cânibinde, bu millet-i İslâmiyeyi, maddî-mânevî felâket ve helâket tehlikelerinden, bir sedd-i Kur’ânî ve nûr-u imanî olarak muhafazaya vesile olmuştur.
1644
Risale-i Nur, iman ve Kur’ân muhaliflerine karşı mücadelesinde cebir ve münazaa yolunu değil, ikna ve ispat yolunu ihtiyar etmiştir.
1744
Risale-i Nur, yüz otuz risalelerinde, doğrudan doğruya hakikatin berrak veçhesini bütün vuzuh ve çıplaklığıyla göstermiştir. Din-i hak olan İslâmiyeti ve âlem-i insaniyetin hidayet güneşi olan Kur’ân’ın mu’cizeliğini bütün dünya efkârı muvacehesinde ve bütün fikir ve felsefe sahasında cerh edilmez kat’î delillerle göstermiştir.
1844
Ve mantıkî hüccetlerle ispat etmiştir ki, yeryüzündeki bilumum kemalât ve medeniyet ve terakki umdeleri, semavî dinler ve peygamberler eliyle gelmiş ve bilhassa İslâmiyetin zuhuruyla âlem-i insaniyet, İslâm âleminin taht-ı riyasetinde cehalet gayyâsından kurtulmuş ve kurtulacaktır. Felsefe ve hikmetin içerisinde görünen fazilet, menfaat-i umumiye ve saire gibi insanî esaslar ise, güneşin doğmasıyla ondan yayılan ve aydınlanan gece âleminin nurları gibi, Nübüvvet güneşinin tulûu, beşeriyetin fikir ve kalblerinde akisler ve lem’alar husule getirmiş olmasındandır. Hakikatli felsefe ve hikmetin, fen ve san’atın üzerinde görünen bu ışıklar, Kur’ân güneşinin ve Nübüvvet kandilinin âlem-i beşeriyete akislerinden ve cilvelerinden mütevellittir.
1944
Ey âlem-i İslâm! Uyan, Kur’ân’a sarıl, İslâmiyete maddî ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol!
2044
Ve Ey Kur’ân’a bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı! Kur’ân’a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu’cize-i mânevîsi olan Nur Risalelerini mütalâa etmeye çalış. Lisanın, Kur’ân’ın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun mânâsını neşretsin; lisan-ı hâlinle de Kur’ân’ı oku. O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun.
2144
Ey asırlardan beri Kur’ân’ın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlât ve torunları! Uyanınız! Âlem-i İslâmın fecr-i sâdıkında gaflette bulunmak, kat’iyen akıl kârı değil! Yine âlem-i İslâmın intibahında rehber olmak, arkadaş, kardeş olmak için Kur’ân’ın ve imanın nuruyla münevver olarak İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip hakikîmedeniyet-i insaniye ve terakki olan medeniyet-i İslâmiyeye sarılmak ve onu, hal ve harekâtında kendine rehber eylemek lâzımdır.
2244
Avrupa ve Amerika’dan getirilen ve hakikatte yine İslâmın malı olan fen ve san’atı, nur-u tevhid içinde yoğurarak, Kur’ân’ın bahşettiği tefekkür ve mânâ-yı harfînazarıyla, yani onun san’atkârı ve ustası namıyla onlara bakmalı ve “Saadet-i ebediye ve sermediyeyi gösteren hakaik-i imaniye ve Kur’âniyemecmuası olan Nurlara doğru ileri, arş!” demeli ve dedirmeliyiz.
2344
Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!
2444
Beş yüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur’ân’ın sabahında uyanınız. Yoksa, Kur’ân-ı Kerîmin güneşinden gözlerinizi kapatarak gafletsahrasında yatmakla vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.
2544
Kur’ân’ın mecrâsından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz. Yoksa, toprak gibi sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur’ân-ı Kerîmin saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-i İslâmiye sularını akıtınız.
2644
O hakikat-i İslâmiye sularıyla bu topraklarda iman ziyası altında hakikî medeniyetin fen ve san’at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve mânevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, inşaallah.
2744
Sadede dönüyoruz. Evet, Bediüzzaman Said Nursî, Barla’da ikamete memur edilip Risale-i Nur’u telif ettiği seneler, yukarıda bir nebze zikrettiğimiz gibi, zerreyi dağ gibi kıymetlendiren ehemmiyetli seneler idi. Nasıl ki kışın dondurucu soğuğunda ve ağır şerait altında bir saatlik nöbet, bir sene ibadetten hayırlıdır. Aynen öyle de, o zaman-ı müthişede, değil yüz otuz risaleyi, belki iman ve İslâmiyete dair hakikî birtek risale yazabilmek dahi, binler risale kıymet ve ehemmiyetinde idi.
2844
Evet, dinsizliğin hükümferma olduğu o dehşetli devirde, ehl-i din, terzil edilmeye çalışılıyordu. Hattâ Kur’ân’ı dahi tamamen kaldırmak ve Rusya’daki gibi dinî akideleri tamamen imha etmek düşünülmüş; fakat millet-i İslâmiyece bir aksülâmeli netice verebilmesi ihtimali ileri sürülünce bundan vazgeçilmiş, yalnız şu karar alınmıştı: “Mekteplerde yaptıracağımız yeni öğretim usulleriyle yetişecek gençlik, Kur’ân’ı ortadan kaldıracak ve bu suretle milletin İslâmiyetle olan alâkası kesilecek”
2944
Bütün bu dehşet-engiz plânları çeviren o müthiş fitnenin menbaları, şimdiki dinî inkişafın muarızı ve düşmanları olan haricî dinsiz cereyanların reisleri ve adamları idi. Evet, Türk milleti içerisinde meydana getirilen o dehşetli hadisatın içyüzünü, tafsilâtını, istikbalin hakikatperest tarihçilerine ve bunları, şimdi Demokrat idaredeki serbestiyetle bir derece neşretmekte olan İslâm-Türk muharrir