Röportaj:Nurettin Huyut-Risale Haber
Bediüzzaman Beşlemesi romanlarının yazarı İslam Yaşar, Bediüzzaman anma haftasını Risale Haber’e değerlendirdi
Bilindiği üzere 22-30 Mart tarihleri arası Bediüzzaman Haftası kabul ediliyor ve bir çok etkinlik gerçekleştiriliyor. Yüzlerce konferans, seminer, panel ve sempozyumlar, açık oturumlar düzenlendi ve sergiler açıldı. Siz de bir kısmına konuşmacı olarak katıldınız. Yapılan programları ve anma haftasını okuyucularımız için değerlendirir misiniz?
Bu zamanda fert olarak da, aile olarak da, cemiyet ve cemaat olarak da Bediüzzaman için yapılan her şey makbuldür. Zaman da Bediüzzaman’ın zamanı ve o felaket helaket asrının adamı olması hasebiyle bu zamanın her hadisesine ve haline mutabık, çözücü fikirler üretmiş. Onun fikirleri konuşuldukça daha iyi anlaşılacak, anlaşıldıkça, zamana çözüm ürettiği ortaya çıkacak, ortaya çıktıkça da Bediüzzaman daha iyi anlaşılacak.
Onun için “şu anda tam olarak anlaşılmıştır” demek mümkün değildir ama “anlaşılabilir” demek mümkün, bilhassa bu son haftalarda yapılan faaliyetler, onun anlaşılmak ihtiyacında olduğunu, anlaşılmak için hareketlere geçildiğini, cemiyetlerin onu anlamaya muhtaç olduğunu gösteren hareketler olarak bakılabilir.
Aslında ben Bediüzzaman Haftası tabirine pek sıcak bakmıyorum. Çünkü hafta tabiri belli gün, mahdut bir zaman, yedi gün gibi hudutlu bir dönemdir. Halbuki, Bediüzzaman’ı Anma Haftası olarak düşünsek bile, ilan edilen haftanın öncesinde ve sonrasında, Bediüzzaman Haftasında yapılanlardan kat kat fazla ve muhteva yönünden zengin programlar yapılıyor.
Öyle olunca Bediüzzaman Haftasına münhasır gibi düşünmek ve böyle bir fikri tedai ettirecek ifadeyi kullanmak ve sadece bir hafta içinde anmak bana pek makul ve sıcak gelmiyor. Bunu belki şu açıdan değerlendirmek mümkün; Bediüzzaman Haftası vesilesiyle onu cemiyete duyurmak ve bir daha bahsetmek ve Bediüzzaman’a dikkat çekmek için bir fırsat veya iyi bir çıkış olabilir.
Ama haftanın ötesinde, Nur Talebeleri, Bediüzzaman’a hizmet edenler, eserleri sayesinde imanlarını kurtaranlar, kendisini onu anlamaya ve anlatmaya mecbur hissedenler, Bediüzzaman’ı anma faaliyetlerine, Bediüzzaman Haftası gibi bir mahdut zamanın dışında bir klişe, bir isim, bir başlık bulmalılar ve bu başlık veya bu isim bir yılı içine almalı…
Her ne kadar Bediüzzaman Yılı gibi dünyada ilan edilebilecek bir zaman beklentisi içerisinde olunsa bile -bazı insanları- bu da karşılamaz. Çünkü bana göre Bediüzzaman Yılında faaliyet gösterecek bütün unsurlar her yıl zaten faaliyet gösteriyor. Onunla ilgili beklentiyi Bediüzzaman yılı da karşılamaz. Onun için sürekliliği ifade eden ve sürekli araştırılarak gelişmeyi ve anlaşılmayı ifade eden bir isim aramalı. Bu konuda zihin yoranlar, zaman harcayanlar, buna siz de dâhilsiniz, bütün basın camiasında yer almış fikir gurupları da dâhil olabilir, ortak bir akıl ortaya koyarak bu Bediüzzaman Haftasının sınırlarını genişletecek ve açacak sürekli onu tedai ettirecek bir isim bulmalılar/bulmalıyız diye düşünüyorum. Bilemiyorum sizler de bu fikre katılır mısınız? Bu düşünceye iştirak eder misiniz ama Bediüzzaman’ı Anma Haftası ismi bende eksiklik hissi bırakıyor.
Birleşmiş Milletler bazı şahıslar için veya bazı olaylar için bir hafta içinde belli bir sayının üstünde etkinlik düzenleniyorsa onu bütün dünyaya ilan ediyor ve o hafta o şahsa veya olaya tahsis ediliyor. Belki böyle bir faydası da olabilir. Ne dersiniz?
Bunu Risale-i Nur camiasının dışındaki Birleşmiş Milletler gibi bazı kuruluşlar ilan edebilir. Ben işin o tarafına bakmıyorum. Hususan Risale-i Nurla meşgul olan, Risale-i Nurla imanını kurtaran, Bediüzzaman’nın müntesibi olduğunu düşünen fikir erbabı arkadaşların, kalem erbabı arkadaşların bu noktada batının “üflemesiyle” harekete geçip hafta gibi, gün gibi şeyler ihdas etmekten ziyade yalnız Bediüzzaman Hazretlerinin değil diğer bir kısım büyük İslam alimlerini de sürekli anmayı tedai ettiren herkes tarafından kabul görecek bir isim arayışı içinde olmamız lazım.
Risale Haber buna öncülük de edebilir. Risale Haber bir yarışma da düzenleyebilir. Bu vesileyle Risale Haber bir boşluğu da doldurmuş olur. Bunu bir teklif olarak da kabul edebilirsiniz.
Bu sene ilk defa bir gelişme yaşandı; BİDEF de (Bitlis Dernekleri Federasyonu) ilk defa bir sempozyum düzenledi. Üstad’ın hemşehrileri anma haftasında Bediüzzaman’a sahip çıkmak istediler. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim de dikkatimi çekti ve ben de bu etkinliği diğerlerinden farklı buldum.
Bir hususu daha açıklığa kavuşturmak adına malum İslam geleneğinde ölümünden çok doğum günleri kutlanır. Mevlit kandili bunun en güzel örneğidir. Bunun uzantısı olarak Kutlu Doğum Haftası oluyor. Avrupa geleneğinden farklı olarak… Belki bu husus dikkate alınır ve bu vesile edilebilirse bir de Bediüzzaman’ın doğum günlerinde bazı etkinlikler yapılabilir mi?
Aslında güzel bir açılım olabilir. Bediüzzaman Haftası doğumuna kaydırılabilir. Veya Üstadın doğumu Ocak ayı içinde olduğu kabul edildiğine göre Ocak ayından başlamak üzere Şubat ve Mart ayı dahil edilerek üç aylık bir süreç seklinde yapılabilir. Buna Nevruz veya Hıdırellez de denebilir. Cemre ve Hıdrellez zamanlarını Bediüzzaman’ı anma zamanı olarak adlandırabiliriz.
Böylece onu anma süresi aylarca sürer. Hatta hafta gibi ay gibi, gün gibi bir zaman tahdidinden ziyade cemrelerin toprağa düşmesi ki, Şubat ayı içinde gerçekleşiyor diye tahmin ediyorum, cemre, hıdırellez, nevruz Üstad’ın tabiriyle Nevruz, mevcudatın bayramı ve Üstad’ın vefatına yakın bir tarihi olduğu için ikisini de içine alabilir.
Dolayısıyla biz eğer Bediüzzaman Hazretlerini anma faaliyetlerini Ocak- Mart ayları arasına kaydırabilirsek ve bu aylarda onun hem doğum, hem vefatını hatırlatıcı ve bu vesileyle onu anıcı ve anlayıcı faaliyetler yapabilirsek Bediüzzaman Haftası tabiriyle 23 Mart civarında şekillenen ve yerleştirilmeye çalışılan bu mahdut zamanı da aşmış oluruz diye düşünüyorum.
Üstad Hazretleri hep bunun tahşidatını yapmıştır. Risale-i Nurların evlerde ve dershanelerde her gün Bediüzzaman günü, her gün Bediüzzaman yılıdır. Meseleyi biraz da bu süreklilikle tedai ettirmek gerek.
Birçok köşe yazarı, birçok düşünür hafta münasebetiyle bir iki yazısını Bediüzzaman’a ayırdılar. Mehmet Altan’ından, Ertuğrul Özkök’üne kadar birçok yazar Üstad’ı yazdı. Geçen dönemlere göre hem sayı olarak fazlalaştı hem de içerik olarak müspetleşti. Bu durumu nasıl değerlendiriliyorsunuz?
Bu durumun çok daha önceden olması gerekirdi. Bu durum şunu gösterdi. Eğer Risale-i Nur’dan beslenen fikir erbabı Üstad’a gölge olmasa, Üstad’ı olduğu şekilde anlayıp anlatsa, ortaya koyduğu hayat tarzını yaşasa o insanlar bunu görecekler ve Bediüzzaman’a daha çok koşacaklar, merak edecekler, araştıracaklar, inceleyecekler.
Dolayısıyla son iki ay içerisinde diyelim ki, 50 tane yazar Bediüzzaman’dan söz etmişse belki bunlardan birkaç tanesi insiyatif kullanarak müspet manada araştırmış ve sağlıklı bir şekilde öğrenmiş ve yazmıştır. Diğerleri sadece dışarıdan duyduğu kadarıyla veya dışarıdan telkin edildiği kadarıyla bildiğini yazmıştır.
Basın camiasını, siyaset camiasını ve sanat camiasını bir yana bırakalım. Gerçi onları da muhatap alıyoruz ama yazarları ve fikir adamlarını dikkate alarak bizim onlara munhasıran hususi bir faaliyetimiz olması lazım.
Dolayısıyla Nur Talebelerinin, Risale-i Nur ekolü üzerinde faaliyet gösteren fikir guruplarının ve medya mensuplarının buna Risale Haber dahil, Dost tv dahil, Yeni Asya dahil, Moral fm dahil ve bildiğimiz tüm yayın organları ve mevkuteleri dahil onların hepsini kastederek söylüyorum bunları, bunların hepsini, hakikaten basının mümtaz şahsiyetlerini ve tanınmış isimlerini sırf Bediüzzaman’ı tanıtma manasında bir araya getirebilmeli, onların yanına gidebilmeli, ziyaret ekipleri kurabilmeli, onları bir çatı altında toplayabilmeli, toplatabilmeli ve onlara fikir verebilmeli ve onlardan fikir alabilmeli ve böylece Bediüzzaman’la yazarları, Bediüzzaman’la sanatçıları daha iyi tanıyan ve daha iyi kaynaşan bir noktaya getirebilmeliler.
Şahsen ben bunun eksikliğini hissediyorum. Her ne kadar kaç yılda bir sempozyumlarla ve ulusal kongrelerle, bu bir cihette yapılıyorsa da belli bir camianın içinde kalıyor. Bunu hiçbir sınır tanımadan hatta din ve milliyet sınırı da tanımadan bütün insanlığı içine alan ve insanlığın mümtaz kalemlerini, sanatçılarını muhatap alan bir genişlikte tutabilmeli ve bu insanlarla ve unsurlarla birebir temas edilebilmeli.
İnanıyorum ki, o zaman Bediüzzaman daha iyi anlaşılacaktır ve daha iyi anlatılacaktır. Şu anda bizi kısmen de olsa memnun eden bazı yazarların belli fikirleri bugün o şartlarda muhatap alabilirsek ve başarabilirsek bizi de aşan bir merhale kat edecektir. Ve bu Üstadın, Risale-i Nur’un cemiyete daha çok intibasında ve cemiyetin Risale-i Nur’a aşinalığında daha büyük bir merhale teşkil edecektir.
Şu anda bana göre Bediüzzaman’ın vefatının veya doğumunun kaçıncı yılında yapılabilecek faaliyetlerden biri de -ayrı ayrı olabilir birlikte de olabilir- yazarlar, ilim adamları ve fikir camiasıyla Bediüzzaman’ı haşir-neşir etmektir. Bu da onların adımlarından biri olabilir. Bu BİDEF (Bitlis Dernekleri Federasyonu) adı altında da yapılabilir. Bunu Risale Haber de organize edebilir. Yeni Asya da yapabilir, Dost tv veya Nesil gurubu da yapabilir. İstanbul İlim Kültür ve Araştırma Vakfı da yapabilir.
Yani az önce ismini saydığım veya şu anda aklıma gelmediği için ismini sayamadığım bütün Risale-i Nur gurupları veya Risale-i Nur’dan beslenen fikir gurupları böyle bir sanat faaliyetini, fikir faaliyetini içine alan Bediüzzaman’ı tanıtan bir faaliyetin içine girebilirler. Bu mühim bir adım olur gibi geliyor bana.
Bu yıl Bediüzzaman’ı Anma Haftası münasebetiyle Gaziantep öne çıktı ve bir ilki yaşattı. Risale-i Nur’dan beslenen gruplar bir araya geldi, birlik içerisinde mükemmel bir performans ortaya koyarak birçok etkinlik gerçekleştirdiler. Panel, sergi, konferans, imza günleri gibi birçok faaliyete imza attılar. Çok büyük ilgi ve alaka gördü. Bugüne kadar hep ayrılıklar konuşulmuş özlenen birlik beraberlik hiç yaşanmamıştı. Gaziantep bu zinciri kırarak bunu gerçekleştirmiş oldu, belki de bütün Türkiye’ye hatta daha sonra bütün dünyaya örnek teşkil edecek bir hareketin ilk ateşini yakmış oldular. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Takdire şayan bir faaliyet, yani bu zamana kadar pek örneği görülmeyen temenni edilse de, istense de teşebbüs edilemeyen bir faaliyet, bu nedenle Gaziantep camiasını kutlamak lazım. Bu birlik ve beraberlikte, ortak kutlamada emeği geçen herkesi kutlamak lazım…
Ama asıl netice olarak faaliyetlerin bitiminden sonraki münasebetlere bakmak lazım… Yani diyelim ki, Gaziantep’teki arkadaşlar, cemaatler bir araya geldiler ve Bediüzzaman’ı Anma Haftasına uygun faaliyetleri yaptılar, konuştular görüştüler birlikte programlar yaptılar, anma faaliyetleri bitti. Eğer bu beraberlik anma faaliyetlerinden sonra da değişik vesilelerle devam eder, ortak münasebetler kurulur, müfritane irtibatın anterleri değişik vesilelerle atılır ve Antep bu noktada bir çıkışı sağlayabilirse zannediyorum bu bir başlangıç olur. Ülkede ve dünyada etkileri görülecek bir başlangıç olur.
Ama bu birliktelik hafta ile münhasır kalır sonra kendi kabuğuna çekilir, kendi kabuğu içerisinde faaliyetlerine devam eder tekrar ikinci bir sene ikinci bir anma faaliyetinde bir araya gelelim derlerse bu sembolik bir beraberlikten öteye geçmez. O açıdan Gaziantep’in yaptığı bu faaliyeti takdir etmekle, alkışlamakla, tebrik etmekle beraber neticenin nasıl sonuçlanacağını asıl bundan sonraki faaliyetler ortaya çıkaracaktır.
Bu vesileyle Antep’teki arkadaşların, bu meselenin müşfikleri ve müşevvikleri, bu meseleyi organize edenleri bu faaliyetleri omuzlayanları hassaten anma faaliyetlerinden sonra da münasebetleri ve müfritane irtibatı devam ettirmelidirler. Ve memleketin meselelerine, İslam aleminin meselelerine ve Risale-i Nur’un ortak meselelerine ortak tavır sergileyebilmelidirler.
Çünkü her hangi bir yerde, herhangi bir kişi Risale-i Nur’a veya İslam’a veya Bediüzzaman’a veya Peygamberimize dil uzatacak bir söz söylediğinde veya hareket yaptığında bu guruplar bir araya gelip ortak tavır sergileyebilirlerse veya ortak yazılar ortaya koyabilirler, fikirler neşredebilirler, faaliyette bulunabilirlerse, yani onlara ortak cevap verebilirlerse bu durum diğer illere emsal teşkil edecektir. Ve bir bakıma İslam’ın şahs-ı manevisinin teşekkülüne vesile olacaktır.
Madem böyle bir adım attınız, bunun arkası gelmeli ve bunun arkasının gelmesi için kime ne düşüyorsa onu yapmalıdır ki bu tahakkuk etsin.